Table Of Content1
2
3
EDİTÖRDEN
Saygıdeğer okurlarımız, Türk kültür ve sanatına hizmet etmeyi kendisine şiar edinen
KÜMBET Dergisi’nin 25. sayısı ile karşınızdayız. Ülkemizin son zamanlarda içinde bulunduğu durumu
endişe ile takip ediyor, İzmir-Foça’da, Gaziantep’te bomba patlaması sonrası neticesi hayatlarını
kaybeden askerlerimize, vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet ve aziz Türk Milletine sabırlar
diliyoruz. Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği ile Kümbet Dergisi Ailesi olarak bu tür menfur
saldırıları, terörü ve destekçilerini nefretle kınayarak daima birlik içinde olmamızın gerekliliğine
inanıyoruz.
Bu sayımızda da yurt dışından ve içinden birbirinden değerli kalemler dağarcıklarındaki bilgi,
belge ve duygularını sizin için yazıya döktüler. Kapak konusu olarak Türk Edebiyatı’nda önemli bir yeri
olan Dede Korkut’u ve hikâyelerini işlerken onunla ilgili Türkiye’de ve yurt dışındaki bazı araştırma ve
değerlendirmeleri değerli akademisyen ve araştırmacılarımız sizlere sunmaya çalıştılar. Bu konuyu
makale ve şiirleriyle titizlikle işleyenler arasında Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Yahya Akengin,
Ülker Nebiyeva, Mevlüt Uluğtekin Yılmaz, Cazim Gürbüz, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve Hasan
Akar yer aldı.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ertuğrul Yaman, Muğla Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Akar, Osman Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tamilla
Abbashanlı Aleyeva, Doç. Dr. Vefa Hanoğlan, Kocaeli Vali Yardımcısı Şükrü Çakır, Kerkük’ten Sadun
Köprülü, Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Mustafa Karataş, Bursa’dan Dr. Celil Bozkurt, Tokat İl
Müftüsü Abdurrahman Koçak, Tokat’tan Abdulkadir Türk, Azerbaycan’dan Dr. Semira Kuliyeva,
Trabzon’dan Nihat Malkoç, Tokat’tan Leyla Arsal, Sündüs Arslan Akça, Gaziantep’ten Zuhal Ekici,
Yozgat’tan Ahmet Sargın, Tokat’tan Remzi Zengin, Muhsin Demirci, Nagihan Yeşilyurt, Murat İpek,
Nuray Alper çeşitli konularda makale ve yazıları ile size hitap erken;
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bekir Yeğnidemir, Sabiha Serin, Cazim Gürbüz, Fazıl Ahmet
Bahadır, Dursun Elmas, Burhan Kurddan, Leyla Arsal, Osman Tekerci, Ebubekir Tahiroğlu, Süleyman
Erkan, Ahmet Eroğlu, Halil Gökçe, Ahval Beyaz, Mualla Pakdemir şiir bahçelerinden derledikleri birer
gül demetini sizlere sundular.
İLESAM Başkanı M. Nuri Parmaksız ve İlhan Akın’ın ortak eseri “Mahşerin Esrarı” ile İlhan
Yardımcı’nın “On Şiir Oratoryo” eserlerinin kapak resimleriyle birlikte dergimizde tanıtımı yer aldı.
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin ve Kümbet Dergisi’nin şair ve yazarları ülke genelinde
davet edildikleri etkinliklere katılmaya çalıştılar. Bunlar arasında; Niksar’da 23–24 Haziran 2012
tarihleri arasında düzenlenen “Niksar’ın Fidanları Uluslararası Kültür ve sanat Şöleni”, 11–15 Temmuz
2012 tarihleri arasında “Uluslararası 18. Bayburt Dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni”, 13–15
Temmuz 2012 tarihleri arasında “Yozgat-Sarıkaya Şiir Şöleni,” 15 Temmuz 2012’de “Tokat-Zile
Yaylakent Kınalı Ali Kültür ve Sanat Şöleni”, 22–26 Haziran 2012’de Kıbrıs Doğu Akdeniz
Üniversitesi’ni ziyaret vardı.
Merkezi Ankara’da bulunan Mehmet Akif ERSOY Düşünce Derneği’nin Ramazan ayında sekiz
ilde düzenlediği Hatim merasiminin biri de şehrimizde Tokat Müftülüğü ile Tokat Şairler ve Yazarlar
Derneği işbirliği ile yapıldı. Bununla birlikte Mehmet Akif ERSOY’un torunu Selma Argon Hanım
Niksar Belediyesi ve Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nin davetlisi olarak 22-25 Haziran 2012
tarihleri arasında Niksar’da ağırlandı.
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği’nden dört kişilik bir ekip İLESAM tarafından 20–28 Eylül
2012 tarihleri arasında Azerbaycan ve Gürcistan’a düzenlenen kültür gezisi ve etkinliklerine
katılacaklar. Yeni bir sayıda buluşmak dileğiyle.
Remzi ZENGİN
Tokat Şairler ve Yazarlar Derneği Başkanı
4
Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN
DEDE KORKUT MİRASI
19. yüzyılın başlarında Dresden’de bulunmuş olan Dede
Korkut yazması, “Kitâb-ı Dedem Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i
Oğuzân” adını taşır; “Oğuz boyunun diliyle Dedem Korkud
Kitabı” demektir. 20. yüzyılın ortalarında Vatikan’da bulunmuş
olan yazmanın adı ise “Hikâyet-i Oğuznâme, Kazan Beğ ve
Gayrı”dır; “Oğuzname hikâyesi, Kazan Bey ve diğerleri”
demektir. Dresden nüshası bir giriş ve 12 destanî hikâyeden
oluşur. Vatikan nüshasında ise girişle birlikte sadece 6 destanî
hikâye vardır. Bu nüshadaki giriş ve destanî hikâyeler, Dresden
nüshasında bulunanlardan farklı değildir. O hâlde Dede Korkut
mirasından yazma olarak elimizde bir giriş ve 12 destanî hikâye
bulunmaktadır. Destanî hikâyelerin her biri Dresden nüshasında
“boy” olarak adlandırılmaktadır; bu bakımdan ben de yazımda
bu özel terimi kullanacağım.
Biri eksik de olsa iki yazma hâlinde elimize ulaşan 12
boyun, 15. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile
Azerbaycan coğrafyasına hâkim olan Akkoyunlular zamanında son
şeklini aldığı ve Osmanlıların Anadolu’nun Doğu ve Güney-
Doğusuna hâkim olduğu 16. yüzyılda yazıya geçirildiği
düşüncesindeyim. Oğuzların tarihini yazan ve Dede Korkut kitabını Oğuz Türklerinin millî destanı kabul
eden Türk tarihçisi Faruk Sümer; yazmalarda geçen alay, gönder gibi sadece Osmanlılara ait askerî
terimlerden dolayı eldeki yazmaların 16. yüzyıldan önce yazıya geçirilmiş olamayacağı fikrindedir.
Boyların coğrafyası Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile Azerbaycan sahasıdır ve bu bölge 16. yüzyılda
Osmanlıların eline geçmiştir. Esasen eserin giriş bölümünün başında yer alan “Korkut Ata ayıtdı: Âhır
zamanda hanlık girü kayıya dege, kimesne ellerinden almaya, âhır zaman olup kıyâmat kopınça. Bu didügi
Osman neslidür, işde sürilüp gideyorır.” ifadeleri, eserin Osmanlılar zamanında ve Osmanlı toprağında
istinsah edildiği konusunda bence herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor. Ancak Dede Korkut coğrafyası,
Osmanlılardan önce Akkoyunluların elindeydi ve bence boyların elimizdeki nüshalarda görülen son biçimi
alması Akkoyunlular zamanında, yani 15. yüzyılın ikinci yarısında olmuştur. Akkoyunlular kendilerini
Oğuzların Bayındır boyundan kabul ediyorlardı ve bundan dolayı, aktif bir kahraman olmadığı hâlde
Bayındır Han eserde en muteber mevkie çıkarılmıştı.
Dede Korkut kitabının 15. yüzyılda, Akkoyunlular zamanında aldığı son biçimi, bugüne ulaşan iki
yazmaya dayanarak şöyle anlatabiliriz.
Giriş bir yana bırakılırsa kitap, konuları bakımından birbirinden bağımsız, “boy” adı verilen 12
destanî hikâyeden oluşur. 12 boyun her biri, bir veya iki kahraman üzerine kurulmuştur; ancak gerek bir
boyun esas kahramanları, gerek yardımcı kahramanları, diğer boylarda da geçer ve bir boydaki yardımcı
kahraman diğer boyda esas kahraman olabilir. Böylece esas kahramanın üzerine kurulmuş bulunan vak’a
itibarıyla bağımsız olan boylar, ortak kahramanlarla birbirine bağlanmış olur. Kahramanların başı Salur
Kazandır ve dört boy, Salur Kazan veya oğlu Uruz üzerine kurulmuştur. Diğer kahramanlar Salur Kazan’ın
beyleri ve arkadaşlarıdır. Bayındır Han ise Salur’un da bağlı olduğu hükümdardır; fakat olaylara aktif
olarak karışmaz. 12 boydan 9’unda Salur Kazan ve arkadaşları geçer; 3 boyda ise onları göremeyiz. Fakat
12 boyun hepsinde de Dede Korkut vardır. Dede Korkut’un boylardaki esas işlevi kopuz çalarak boy
boylaması, soy soylamasıdır. Boyların anlatılmasına boy boylamak, boylar içindeki manzum kısımlara soy,
soyları kopuz eşliğinde belli bir melodiyle okumaya ise soy soylamak denir. Dede Korkut her boyun
sonunda boy boylar, soy soylar; kahramanlara dua eder ve bazen onlara ad verir. Dede Korkut’un birkaç
boyda, müşkül işleri halletmek için ortaya çıktığı da olur. Şu hâlde Dede Korkut, 12 boyu birbirine
5
bağlayan ve boyları düzenleyip anlatan ortak kahramandır. Başta yer alan giriş bölümü de eserin bütünlük
kazanmasında rol oynar.
Kısaca anlatmaya çalıştığım bu son biçim öyle bir “form”dur ki hem her boy, bağımsız bir eser gibi
tek başına ele alınabilir; hem de 12 boy bir bütünlük içinde tek bir eser kabul edilebilir.
“Dede Korkut mirası” derken ben, bir yandan bu “son biçim”in oluştuğu zamandan daha sonraki
yüzyıllara kalan mirası kastediyorum; bir yandan da bu “son biçim”in daha önceki dönemlerden kalan bir
miras olduğunu düşünüyorum.
Önce birinci noktaya bakalım: Sonraki yüzyıllara Dede Korkut’tan kalan miras nedir? Burada şunu
belirtmeliyim ki sonraki yüzyıllara kalan miras, mutlaka yukarıda anlattığım “son biçim”den çıkmış
olmayabilir. Başka Türk coğrafyalarında daha önceki dönemlerden kalmış rivayetler de bulunmaktadır.
Dede Korkut ve eserdeki beylerle ilgili rivayetler, daha sonraki bazı yazılı kaynaklarda da küçük
parçalar veya atıflar hâlinde görülür. 3. Murad zamanında Bayburtlu Osman’ın yazdığı “Tevârîh-i Cedîd-i
Mir’ât-ı Cihan”da, 1597’de yazılan Şerefnâme’de, 17. yüzyıla ait Evliya Çelebi seyahatnamesinde,
Ebülgazi Bahadır Han tarafından 1660’ta yazılan Şecere-i Terâkime’de, 1672’de yazılan Arapça
Müneccimbaşı tarihinde, yine 17. yüzyılda Buharalı Hafız Derviş Ali Çengî tarafından yazılan Tuhfetü’s-
Sürûr adlı Farsça eserde, bazı Bektaşî velâyet-namelerinde ve Kul Ata adlı Azeri şairin Leylâ Mecnun
mesnevisinde bazen birer ikişer cümlelik, bazen yarım sayfaya varan uzunlukta Dede Korkut ve beyleriyle
ilgili rivayetler vardır. Şecere-i Terakime’de ise Dede Korkut kahramanları ve özellikle Salur Kazan’la
ilgili rivayetler bir hayli hacimlidir.
20. yüzyıl sözlü geleneğinde Dede Korkut
boylarının en canlı olarak yaşadığı yer Türkmenistan’dır.
Yüzyılın ortalarında Ata Rahmanov’un derlediği
metinler el yazmaları hâlinde Türkmenistan’ın Kol
Yazmaları Enstitüsü’nde saklanmaktadır. Ayrıca
Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki metin de vardır.
Bu metinler 1980’lerin sonundan itibaren
Türkmenistan’da yayımlanmaya başlamıştır.
Ata Rahmanov’un derlemelerinden anlaşıldığına
göre Dede Korkut kitabındaki 12 boydan 7’si
Türkmenistan sözlü geleneğinde 20. yüzyıla kadar
ulaşmıştır. Bunlar Iza berilediren Nesilsiz (Dirse Han
oğlu Boğaç Han boyu), Makav (Deli Dumrul boyu),
Yekegöz (Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü boy), Töreli
Bey (Kan Turalı boyu), Bamsım Birek (Bamsı Beyrek
boyu), Salır (Salur Kazan’ı oğlu Uruz’un tutsaklıktan
çıkardığı boy), Imra (Begil oğlu Emren boyu) adlı
hikâyelerdir. Bu hikâyelerde farklılıklar olsa da Dede
Korkut yazmalarındaki boyların konuları temel olarak
korunmuştur; hatta kahramanların adları da küçük
değişikliklerle aynı kalmıştır.
Ata Rahmanov’un derlediği üç hikâye ile
Nurmırat Esenmıradov’un derlediği iki hikâye Dede
Korkut kitabında yoktur. Bunlar İgdir, Dışoğuzların
Gever Hanlıkına Karşı Köreşi, Oğuzların Melâllaşmakı,
Tekemuhammet, Salır Gazan ve İtemcek Hekâyası’dır.
Dede Korkut kitabındaki 12 boy, bu 5 hikâye ile 17’ye
çıkmaktadır.
Dede Korkut kitabındaki üç boy, Azerbaycan,
Anadolu ve Balkanlar coğrafyasında, sözlü gelenekte
masallaşmış olarak yaşamaya devam etmektedir.
Bunlardan en yaygını Bamsı Beyrek boyunun
Bey Böyrek adıyla söylenen masallaşmış biçimidir. Bu
masalın Azerbaycan’dan; Anadolu’nun Trabzon,
Bayburt, Erzurum, Erzincan, Urfa, Kilis, Kahraman
Maraş, Sivas, Yozgat, Amasya, Sinop, Bartın,
6
Zonguldak, Kırşehir, Kayseri, Konya, Osmaniye, Afyon, Eskişehir, Kütahya, İstanbul şehirlerinden
derlenmiş varyantları vardır. Masalın 1791’de yazıya geçirilmiş eksik bir varyantı ise Türk Dil Kurumu
Kütüphanesinde saklanmaktadır. Aynı masalın 1730-31 tarihli tam bir nüshası ise Mısır’da bulunmuştur.
Masallaşmış olan ikinci boy Tepegöz boyudur. Bu masalın da Azerbaycan’dan; Iğdır, Posof, Bayburt,
Erzurum, Siirt, Yozgat, Kastamonu, Çorum, Çankırı, Ankara, Konya, Aydın, İstanbul, Kırklareli
şehirlerinden ve Dobruca’dan derlenmiş varyantları vardır.
Üçüncü olarak Deli Dumrul boyunun masallaşmış varyantları Tokat, Konya, Antalya, Bolvadin ve
Üsküp’ten derlenmiştir.
Ferruh Arsunar’ın 1962’de Gaziantep’ten yaptığı bir derleme ise çok ilgi çekicidir. Salur Kazan’ın
evinin yağmalandığı boyun bir özeti gibi olan hikâyede kahramanlar birbirine karışmış olmakla beraber,
Türkmenistan’daki rivayetlerde olduğu gibi temel konu aynıdır.
Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da sözlü gelenekten derlenen bir rivayet ise doğrudan
doğruya Dede Korkut’un kendisiyle ilgilidir. Bu rivayetlere göre Korkut Ata, Azrail’den kaçmak ve
ölümden kurtulmak ister; nereye giderse kabrinin kazıldığını görür ve sonunda ölür.
Özbeklerde Alpamış, Kazak ve Karakalpaklarda Alpamıs, Başkurtlarda Alpamışa, Tatarlarda
Alıpmemşen ve Altay Türklerinde Alıp Mamaş olarak yaşayan destan; birçok araştırıcıya göre Dede
Korkut kitabındaki Bamsı Beyrek boyu ile ilgilidir. Dolayısıyla bu destanı da Dede Korkut mirası olarak
düşünebiliriz. Böylece Dede Korkut mirasının Balkanlardan Altaylara kadar uzanan Türk dünyasında
yayılmış olduğunu görüyoruz.
Dede Korkut kitabının daha önceki dönemlerden kalan bir miras olduğu konusuna gelince:
Bilindiği üzere 14. yüzyılın başında yazılan Câmiü’t-Tevârîh’teki “Târîh-i Oğuzân ve Türkân”
bölümü Oğuz destanıyla ilgili en geniş rivayetlerin yer aldığı bir kaynaktır. İşte bu kaynakta Dede
Korkut’tan akıllı, bilgili, keramet sahibi ve hakkında pek çok hikâye anlatılan bir şahıs olarak
bahsedilmekte, ayrıca Tuman Han’a ad verdiği belirtilmektedir. Memlûk tarihçisi Aybeg ed- Devâdârî’nin
yine 14. yüzyılın başlarına ait Dürerü’t- Tican adlı eserinde Türklerin elden ele dolaştırdıkları iki kitap
olduğu, bu kitaplardan birinin Oğuzname adını taşıdığı kaydedilir. Oğuzname hakkında verilen kısa bilgiye
göre bu kitap Oğuzların başlangıçlarını, ilk hükümdarlarını ve onun adının Oğuz olduğunu anlatır; içinde
acayip hikâyeler vardır. Bu hikâyelerden birisi olarak Tepegöz hikâyesinin özeti de Devâdârî’nin eserinde
verilir.
Gerek Devâdârî’nin, gerek Reşideddin’in kayıtları bize, 14. yüzyılın başında Dede Korkut’la ilgili
rivayetlerin yaygın olduğunu, hatta Devâdârî’ye göre bunların Oğuzname adlı bir kitapta toplandığını ve bu
kitabın Türk boyları arasında elden ele dolaştığını gösteriyor. Bu durumda 15. yüzyılda son biçimini alan,
16. yüzyılda yazıya geçirilen, 20. yüzyılda da sözlü gelenekte yaşayan Dede Korkut boylarının en geç 13.
yüzyılda kitap hâline gelen bir Oğuzname’ de toplandığını ve Dede Korkut hikâyelerinin aslında Oğuz
Kağan Destanından kalan bir miras olduğunu söyleyebiliriz.
Bu miras artık çağdaş san’at eserlerinde; şiirde, tiyatroda, sinemada yaşamaya devam etmektedir.
Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Türkiye’de Dede Korkut’tan kaynaklanan şiirler, poemalar, tiyatrolar
yazılmış; filmler ve çizgi filmler çevrilmiştir. Hiç şüphesiz Dede Korkut mirası bütün Türk dünyasında
yarınki nesilleri de beslemeye devam edecektir.
Kaynaklar :
Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, Ankara 1958; II, Ankara 1963.
Ergin, Muharrem, Türklerin Soy Kütüğü, İstanbul 1972 (?).
Ergun, Metin, Alıp Manaş, Konya 1997.
Gökyay, Orhan Şaik, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973.
Jirmunskiy, V.M., Tyurkskiy geroiçeskiy epos, Leningrad 1974.
Koroğlı, Halıg, Oguzskiy geroiçeskiy epos, Moskova 1976.
Ögel, Bahaeddin, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi I, Ankara 1981.
Sakaoğlu, Saim, Dede Korkut Kitabı I-II, Konya 1998.
Salar Baba I, Aşgabat 1996.
Sümer, Faruk, Oğuzlar, İstanbul 1999.
Tural, Sadık-Nurmemet, Annaguli (hazırlayanlar), Gorkut Ata-Türkmen Halk Nüshası, Ankara 1999.
Togan, A. Zeki Velidî, Oğuz Destanı, İstanbul 1972.
7
Yahya Akengin
DEDE KORKUT’TAN CENGİZ AYTMATOV’A..
.
Yakın geçmişte kaybettiğimiz Cengiz Aytmatov,
Kırgız Türk’ü bir büyük yazardır. “Yazardır” diyorum,
çünkü kendisinin bedenen aramızdan ayrılması,
kaleminin susmuş olduğu anlamına gelmez. Bıraktığı
eserler belki daha yüzyıllarca misyonunu yerine
getirmeye devam edecektir. Orta Asya Türklüğünün
uyanmasına, bilinçlenip benliğine yeniden
kavuşmasına büyük katkılar sağlamış olan Türk
Dünyasının bu büyük yazarı, aynı zamanda bütün
insanlığa mesajlar vermiştir. Eserleri 157 dile
çevrilmiş, 60 milyon insana ulaşmıştır. Elbette bu
rakamlar artarak devam edecektir.
Cengiz Aytmatov gibi kültür dehaları, durup
dururken kendiliğinden ortaya çıkmaz. Onları yetiştiren köklü bir kültür olmasa, o isimler de olmaz. Yani
eğer Dede Korkut gibi erenler, Manas gibi Alpler var olmasaydı, Türk Dünyasından Cengiz Aytmatov gibi
bir gönül eri yetişemezdi.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın deyişiyle, “Milletler, büyük evlatlarının varlığıyla nefes alırlar”. Türk
kültürünün anonim bir ürünü olan “Manas Destanı” Kırgız Türklerinin coğrafyasında yaşamış bir şanlı
kahramanın hikâyesidir. İçinden yetişip geldiği halk onu efsanelerle destanlarla yaşatıp, bin yıl sonrasına
taşımıştır. “Manas Destanı” günümüz dünyasının en uzun destanıdır. Milletlerin varlığının önemli
belgelerinden biri de ortaya konulmuş destanlarıdır.
Dede korkut ise Türk milletinin İslamiyet öncesindeki zamanlarından başlayıp, İslamiyet’le
şereflenmesi sonralarında da milletinin sesini temsil eden sembol bir Türk kahramanıdır. Bugün elimizde
bulunan “Dede Korkut Hikâyeleri” ise milletimizin kültürel dokusunu asırlar öncesinden günümüze
yansıtan bir şaheserdir. Manas ve Dede Korkut gibi şahsiyetleri belli bir zaman ve mekânla sınırlamaya
kalkışmak doğru değildir. Onlar, bağrından çıktıkları milletin her çağda ve her coğrafyadaki manevi
mühürleridir.
Bununla beraber, bu sembol şahsiyetlere sahip çıkma yarışı da vardır ve böyle olması da gerekir.
Bayburt’un Dede Korkut’a sahip çıkması ve böyle kutlu bir yarışta yerini almış olması bütün Bayburtluları
şereflendiren bir husustur. Hal böyle olunca da Kazakistan’da Azerbaycan’da ve daha başka kadim Türk
yurtlarında Dede Korkut’a sahip çıkılması da Türk kültür tarihinin zenginliğinden, yaygınlığından başka
bir şey değildir. Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahapzade’nin deyişiyle, milletlerin böylesi evlatları “Bir
yerde ölür bin yerde dirilirler…” Bu hal, bir milletin maddi boyutlarından manevi boyutlara ulaşan bir
kültür hazinesine sahip oluşunun da göstergesidir.
Tarihimizde “alp”ler yiğitliği ve kahramanlığı, “eren”ler ise maneviyatı ve kültürü temsil ederler.
Yani kılıç erleri ve kalem erleri… Bazen bu iki simge aynı kişilikte buluşur ve “alperen” olur. Toprak
kılıçla kazanılır, kalemle yani kültürle vatan olur. O bakımdan kültür mücadelesi, savaş alanlarındaki
mücadelelerin önüne geçer. İşte Bayburt’taki Dede Korkut’a sahip çıkma duygusu, uzun soluklu kültür
mücadelelerinin bir tipik örneği olmaktadır.
Dede korkut Hikâyelerinde, yerine yurduna, ocağına ve atalar mirasına sahip çıkma kültürü, temel
öğelerden biridir. Aynı kültür ikliminden yetişen çağdaş Türk yazarı Cengiz Aytmatov’da da aynı mesajın
güçlü vurgulamaları vardır.
Aytmatov’un “Gün Uzar Yüzyıl Olur” romanındaki “Mankurt” tiplemesi, soyunu sopunu, imanını,
kültürünü ve milliyet duygusunu kaybeden kişi ya da toplumun içine düştüğü zavallılığı simgeler.
Dede Korkutlarını, Manaslarını, Ahmet Yesevilerini, Yahya Kemallerini ve Mustafa Kemallerini
bilip özümsemeyen Türk Milleti, millet olmaktan çıkar, zavallı “Mankurt” sürüsüne dönüşür.
Milliyet duygusu ile maneviyat duygusunun birbirinden ayrıştırılması, günümüz Türkiyesi’nin
önemli bir sorunu olmaya başlamıştır. O yüzden Dede Korkutları anmaya, anlatmaya ve anlamaya olan
ihtiyacımız her zamankinden fazladır.
8
Ülker NEBİYEVA
OĞUZ EPİK DÜŞÜNCESİNİN KAYNAĞI OLARAK KİTAB-I DEDE
KORKUT’UN DRESDEN NÜSHASI
Dede Korkut kitabının önce Dresden, daha sonra maceralarının hikâyeleridir. Kitabın adı bütün
ise Vatikan el yazma nüshalarının bulunmasından hikâyelerde “Korkut” adlı birinin büyük rolü
sonra üzerinde uzun süre inceleme yapılmış ve olmasından ileri gelmektedir. Korkut’un dindar,
onlar metinşinaslık (metin bilim) bakımından akıllı ve Oğuz kabileleri arasında büyük itibar
mükemmel şekilde incelenip tasnif edilmiştir. sahibi olduğu rivayet edilir.” “Bu malumata
“Her iki el yazma yayımlandıktan sonra pek çok aşağıdakileri ilave etmek mümkündür: Nüshanın
dünya bilim adamı tarafından, bu cümleden Rus iç kapağının ortasında dairevî mühür vardır.
Türkologlar tarafından etraflı bir şekilde Aşağıda sol köşede ise dikdörtgen mühür vardır.
incelenmiştir.” “Dede Korkut Kitabı”nın Rusça Bu üzerinde “Dresden Müzesi, Ea 86” yazısı
ve Azerbaycan Türkçesinde yayımlanan bulunmaktadır. Yukarıda eserin adı yazılmıştır:
bibliyografyaları bunu açıkça göstermektedir.” “Kitab-ı Dede Korkut Ala Lisan-ı Taife-yi
“Dünyaca ünlü bu abideyi meydana getiren Oğuzan”. Bu adın altında güçlükle okunan “Sahib
Oğuzlar kimdir?” Onlar kendilerini epik hafızada esselâm Abdullah bin Ferec Kendhuda” sözleri
yaşattıkları Oğuz hikâyelerinde nasıl görülür. Üst köşede “Tarih-i vefat-ı Osman”, sene
aksettirmişlerdir? Oğuzların erken alplık, şecaat 993 yazısı, aşağıda ise sağ köşeye doğru,
ve cengâverlikleri hangi görüşler üzerine “Muhabbetnâme ağzında yazılmıştır.” kaydı
kurulmuştur? Oğuz hikâyelerindeki Oğuz vardır. Korkutşinaslıkta (Korkut bilimcilikte)
düşüncesi, hayatın, toplumun yükselişi hangi Dresden el yazma nüshasının birinci sayfasında
düşüncelere dayanmaktadır? Bütün bu soruların “Dedem Korkut” adındaki “-m” unsurunun
cevapları Dresden nüshasında bulunan “ebced hesabı ile rakam göstermesi” ve aynı
hikâyelerdeki konu, motif ve mesajların sözlerin el yazmanın aktarıldığı hicrî tarihi
açıklanmasında görülmektedir. bildirmesi maksadı ile kullanıldığı fikri
Dresden nüshası bilim dünyasına malum temelsizdir. Dedem Korkut ad varyantı Dresden
olduğu gibi N. O. Fletscher tarafından bulunmuş el yazmasında muhtelif boylarda yirmi defa
ve 1831 yılında Dresden kütüphanesinin geçmektedir. Yazı ve imlâ bakımından
kataloguna dâhil edilmiştir. “86” sayılı kataloga “Muhabbetnâme ağzında yazılmıştır” cümlesi el
dâhil edilen el yazma konusunda Fletscher yazmadaki hat çeşidine işaret etmektedir. Bahsi
tarafından aşağıdaki malumat verilmiştir: “152 geçen kayıt kâtibe mahsustur. “Muhabbetnâme
sayfalık Türkçe mecmua, küçük 40, nesih yazılı, ağzı” sözlerini ebced hesabı ile Dresden el
eski şark Türkçesi veya Oğuz şivesi ile yazılmış yazmasının yazıldığı tarih gibi kabul etmek
“Kitab-ı Dede Korkut”tur. İç Oğuz ve Dış Oğuz mümkündür. Hicrî 664, (M. 1284). Bununla
kabilelerinin Muhammet devrindeki birlikte, aynı sayfada, kitabın mazmunu ile ilgili
olmayan yazılar da vardır. Arka sayfada iki defa
yazılmış Farsça bir beyit Türkçe ve Arapça başka
yazılar da görülmektedir.
Yazılar kaligrafik bakımdan farklıdırlar.
Asıl metin ikinci sayfadan başlıyor. “Nüshası
metninin sonraki tasvirinde metnin hacmi, satır
sayısı ve sırası, ilk ve son sayfalardaki satırların
sayısı, kitabın yazıya alınma devri ve kaideleri,
boyların Burada müellifin şöyle bir ihtimali de
ilgi çekicidir ki, “Kitab-ı Dede Korkut yazılı
edebiyat şekline çevrildiği ilk merhalede, çeşitli
zamanlarda, belki de muhtelif ozanların
anlatımından kaleme alınmıştır. Boyların gayri
mantıkî sıralanışı da bundan ileri gelmektedir.”
Müellifin bu düşünceleri, genelde “Dede Korkut”
boylarının repertuar hayatı konusunda belirli
düşünceler doğurmaktadır. Dresden birkaç ozan
9
nesli dilinden yazılma ihtimalinin hususuna geniş kuruluş sistemini doğru olarak düzenlemek
yer verilmiştir. gerekir. Kuruluş sistemi ilk önce eposa dâhil
El yazma nüshası konusunda birçok edilen boyların meydana gelme devir ve
araştırmacının görüşü vardır. Bunların ekserisi el devrelerini belirlemeyi gerektirir. Eposa dâhil
yazmanın dil tarihi, metin bilim bakımından edilen boyların üç merhalede meydana geldiğini
incelenmesi meselesini içermektedir. yukarıda söylemiştik. Metin dâhilindeki boylar
Dresden nüshası bütün metin bilim devrelere göre gruplaştırıldığında boyların
göstericilerinin öğrenilmesi bakımından ne kadar meydana gelmesinin ilgi çekici görünümü
değerli bir abide ise, Türk epik ananesini oluşuyor.
aksettiren destan konularının tamamı olarak da Boylar arası zaman sınırı, mekân çevresi,
bir o kadar değerlidir. İtiraf etmek gerekir ki, bazı durumlarda coğrafi bölge sınırlanıyor. Her
Dresden nüshası eski hat çeşitliliği, metin bilim, yaratıcılık devrinin izleri ise boyların özünde bu
dil tarihi yönünden geniş şekilde araştırıldığı, veya diğer şekilde göze çarpıyor. Bu metotla
şimdiye kadar Oğuz epik düşüncesini, kadim eposun meydana geldiği üç aşamalı gelişmede
Oğuz konu, motif ve mesajları bütün halde devrin hususiyetlerinden hadiselerin mevzu ve
aksettiren kaynak olarak araştırmalara alınmıştır. muhteva çevresinden, tarihî olay ve hakikatlerden
V. M. Jirmunski, H. T. Zerifov, A. N. başlayarak Dresden metnindeki konu çok
Yakubovski, M. Ergin, O. Şaik, H. H. Köroğlu yönlülüğünün genel manzarasını belirlemek
gibi araştırmacılar Oğuz epik ananesinden gerçekleşiyor. Bizim takdim ettiğimiz kuruluş
bahsederken bu meseleye temas etseler, hatta sisteminde eposun birinci devir yaratıcılık
genel Türk eposu için müşterek olan bir dizi merhalesinde eposun dört boyu oluşmuştur. Bu
konuları, motifleri ve mesajları tahlile çalışsalar boyların her birinde anlatılan konular Oğuz eposu
da bütün olarak Dresden nüshası epik hafızada için ananevi olup “Oğuz Eli”nin erken devir hayat
yaşayan konuları uhdesinde muhafaza eden bir ve maişetini kuşatmaktadır. Boylardaki eski Türk
kaynak olarak esaslı şekilde incelenmemiştir. Bu mevzularının genel durumu şöyledir:
mesele H. Köroğlu’nun dikkatini hayli celp etse I. Boy “Dirse Han Oğlu Boğaç Han
de, o da V. M. Jirmunski’den uzaklaşamamıştır. Boyunu Beyan Eder, Hanım Hey” “Hakan
“Kitab-ı Dede Korkut”u epik ananeyi koruyup meclisi motifi” ile başlıyor. Bu, geleneksel
saklayan kaynak gibi, yalnız ayrı ayrı konuların motiftir. Türk eposunda “Hakan Meclisi”,
tasviri yoluyla mukayeseli tahlile celp etmiştir. hanların, hakanların yılda bir iki defa meclis,
“Kitab-ı Dede Korkut”un Oğuz epik toplantı, kurul toplayıp ülkedeki durumla
hafızasındaki konuları uhdesinde koruyup ilgilenme meclisidir. Burada Bayındır Han’ı
saklayan bir kaynak olarak incelemeye alınması toplantının ilk başında görünce anlaşılıyor ki o
bile başlı başına mürekkep bir problem olup ilk ülkede uygulanan kuralların nasıl hayata
önce eposun ozanlar “Oğuz Eli”nin epik geçirildiğini gözlemek, suçluları cezalandırmak
yaratıcılığını muhtelif devirlerde ve zaman vazifesini üzerine almaktadır. Ceza evlat
dilimlerinde oluşan konuları Oğuz’un dünkü nispetine göre çadırlara kabul edilme ile tatbik
hayatı gibi vermişlerdir. Onlar birçok tarihî ediliyor. Dirse Han’a, oğlu kızı olmadığı için
ananevi değerleri, ahval ve hadiseleri, Oğuz’un kınanır gibi kara çadıra alınma şeklinde bir ceza
başına gelen olayları, onun daima hem İç uygulanıyor Aynı cezalandırma motifine
Oğuzdaki hem de Dış Oğuzdaki çatışmaları bir “Alpamış”, “Rüstem Han”, “Köroğlu” ve
kronolojik sıra dâhilinde göstermeye çalışmışlar. “Çoroğlu” eposlarının farklı varyantlarında da
Öyle görülüyor ki, el yazmada aks olunan rastlanıyor.
hadiseler aslında “Oğuz Eli”nin bin yıllık bir İkinci motif evlatsızlığa göre hanımı
hayatını ihtiva etmektedir. Gelenekçi ozan suçlamaktır. Dirse Han, kadınına saldırıp onu
repertuarı bu bin yıllık devri bir eposa suçlayarak öfkesini yatıştırıyor. Ana hatun
yerleştirmeye öyle çalışmıştır ki, ona hayran suçlarını Dirse Han’a anlatmaya çalışıyor, ona
kalmamak mümkün değildir. Metne dikkat nezir verip, niyaz etmesini tavsiye ediyor. Tam
edildiğinde görülüyor ki, ozan her elli, yüz yıllık destanın burasında bir bütün halinde evlatsızlık
Oğuz elinin tarihinden bir numune almıştır. ve evlat elde etme motifleri arasında baş konu,
Onları cilalanmış şekilde repertuara öyle ustalıkla Türk halklarının epik yaratıcılığı için ananevi
dizmiştir ki, boylarda asırlar arası farklar ilk olan “Epik kahramanın evlatsızlığı konusu”
bakışta dikkati fazla çekmiyor. Bu konu formalaşıyor. Destanın bu eski konusundan sonra
çeşitliliğini tasnif etmek, gruplara ayırıp sistemli dünyaya gelen “evlada, kahramana, gösterdiği
şekilde incelemek için her şeyden önce eposun şecaate göre “ad koyma” motifi gelmektedir. Bu
10
Description:gül demetini sizlere sundular. İLESAM Gite (Dede Korkut'tan), M. F. Ahundov'un arşivi. A.İ. soçineniye Abu-1 Gazi-hana Xivinskogo, M.-L.,. 1958. ve geçişkenlik standart bir iletişimi zorunlu kıldı. Kentler .. Sözlerimiz, aklın tasarladığı, kalbin zümrüt pınarlar Süreyya Hanım