Table Of ContentULUSLARIN DÜŞÜŞÜ
Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri
Orijinal adı: Why Nations Fail The Origins of Power, Prosperity, and Poverty
© 2012, Daron Acemoglu and James A. Robinson
Yazanlar: Daron Acemoğlu, James A. Robinson İngilizce aslından çeviren: Faruk Rasim Velioğlu
Türkçe yayın hakları: © Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
Dijital yayın tarihi / Mart 2014 / ISBN 978-605-09-1889-2
Kapak tasarımı: Geray Gençer
Doğan Egmont Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş.
19 Mayıs Cad. Golden Plaza No. 1 Kat 10, 34360 Şişli - İSTANBUL
Tel. (212) 373 77 00 / Faks (212) 355 83 16
www.dogankitap.com.tr / [email protected] / [email protected]
Ulusların Düşüşü
Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri
Daron Acemoğlu
James A. Robinson
Çeviren: Faruk Rasim Velioğlu
Arda ve Asu için... (D.A)
Hayatım ve ruhum Maria Angelica’ya... (J.R.)
Teşekkür
Bu kitap 15 yıllık ortak bir araştırmanın sonucunda ortaya çıktı ve bu
süre boyunca pek çok kişiye hem pratik hem de entelektüel anlamda
hatırı sayılır miktarda borçlandık. En büyük şükran borcumuz
karşılaştırmalı ekonomik kalkınma hakkındaki görüşlerimizi
şekillendiren pek çok önemli makaleyi birlikte kaleme aldığımız çalışma
arkadaşımız Simon Johnson’adır.
Benzer araştırma projelerinde birlikte çalıştığımız diğer ortak
yazarlarımız görüşlerimizin gelişiminde önemli bir rol oynadılar, bu
nedenle özellikle Philippe Aghion, Jean-Marie Baland, María Angélica
Bautista, Davide Cantoni, Isaías Chaves, Jonathan Conning, Melissa
Dell, Georgy Egorov, Leopoldo Fergusson, Camilo García-Jimeno, Tarık
Hasan, Sebastián Mazzuca, Jeffrey Nugent, Neil Parsons, Steve Pincus,
Pablo Querubín, Rafael Santos, Konstantin Sonin, Davide Ticchi, Ragnar
Torvik, Juan Fernando Vargas, Thierry Verdier, Andrea Vindigni, Alex
Wolitzky, Pierre Yared ve Fabrizio Zilibotti’ye teşekkür ederiz.
Bu zaman zarfında başka pek çok insan bize cesaret vererek, bizi
kamçılayarak ve eleştirerek çok önemli bir rol üstlendiler. Özellikle Lee
Alston, Abhijit Banerjee, Robert Bates, Timothy Besley, John
Coatsworth, Jared Diamond, Richard Easterlin, Stanley Engerman, Jeff
Frieden, Steven Haber, Mark Harrison, Elhanan Helpman, Peter
Gourevitch, Peter Lindert, Karl Ove Moene Dani Rodrik ve Barry
Weingast’e teşekkür ederiz.
Özellikle iki isim görüşlerimizin şekillenmesinde çok belirleyici bir rol
oynadılar ve bizi cesaretlendirdiler; Joel Mokyr’e ve ne yazık ki bu kitap
yazılmadan aramızdan ayrılan Ken Sokoloff’a olan entelektüel
borcumuzu ve en derin minnettarlığımızı ifade etme fırsatı bulduğumuz
için mutluyuz. İkimiz de Ken’i çok özlüyoruz.
Ayrıca 2010 Şubatı’nda Harvard’daki Institute for Quantitative Social
Science’da düzenlediğimiz, bir konferansa katılan bilim insanlarına
minnettarız. Özellikle bu konferansı bizimle birlikte düzenleyen Jim Alt
ve Ken Shepsle’a ve konferansa konuşmacı olarak katılan Robert Allen,
Abhijit Banerjee, Robert Bates, Stanley Engerman, Claudia Goldin,
Elhanan Helpman, Joel Mokyr, Ian Morris, Şevket Pamuk, Steve Pincus
ve Peter Temin’e teşekkür ederiz. Ayrıca Melissa Dell, Jesús Fernández-
Villaverde, Suresh Naidu, Roger Owen, Dan Trefler, Michael Walton’a
ve konferans sırasında ve başka pek çok vesileyle kapsamlı yorumlarda
bulunan Noam Yuchtman’a minnettarız.
Ayrıca Charles Mann, Leandro Prados de la Escosura ve David
Webster’a uzman tavsiyeleri için minnettarız.
Bu kitabın araştırma ve yazma sürecinin büyük kısmında her ikimiz de
Kanada İleri Araştırma Enstitüsü’nün (CIFAR) Kurumlar,
Organizasyonlar ve Büyüme programına üyeydik. CIFAR toplantılarında
pek çok kez bu kitapla ilgili araştırma sunduk ve bu harikulade
organizasyonun desteğinden ve bir araya getirdiği bilim insanlarından
çok yararlandık.
Ayrıca bu kitapta geliştirilen malzemeyle ilgili çeşitli seminer ve
konferanslarda hakikaten yüzlerce insandan yorum aldık; bu sunum ve
tartışmalardan edindiğimiz ve gerektiği gibi atıfta bulunamadığımız tüm
öneri, fikir ya da bilgiler için özür dileriz.
Ayrıca araştırmalardaki müthiş yardımlarından ötürü María Angélica
Bautista, Melissa Dell ve Leander Heldring’e minnettarız.
Ve son olarak, John Mahaney gibi anlayışını ve desteğini hiç
esirgemeyen muhteşem bir editöre sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
John’un öneri ve yorumları kitabımızın gelişimine büyük katkı sağladı ve
bu proje konusundaki şevk ve desteği son bir buçuk yılı hem çok daha
tatminkâr hem de çok daha az külfetli hale getirdi.
Önsöz
Bu kitap Birleşik Devletler, Büyük Britanya ve Almanya gibi
dünyanın zengin ülkelerini, Sahra-altı Afrika’dan, Orta Amerika’dan ve
Güney Asya’daki yoksul ülkelerden ayıran gelir ve yaşam
standartlarındaki büyük farklılıklar hakkında.
Biz bu önsözü yazarken Kuzey Afrika ve Ortadoğu, fitili 17 Aralık
2010’da Muhammed Buazizi adındaki bir sokak satıcısının canına
kıymasıyla ateşlenen Yasemin Devrimi’nin başlattığı “Arap Baharı”yla
sarsılıyordu. 1987’den beri Tunus’u yöneten Zeynel Abidin Bin Ali 14
Ocak 2011’de istifa etti. Ancak Tunus’ta ayrıcalıklı elite karşı alevlenen
devrim ateşi yatışmak şöyle dursun daha da güçleniyordu ve çoktan
Ortadoğu’yu sarmıştı. Yaklaşık 30 yıl Mısır’ı sıkı denetim altında
yöneten Hüsnü Mübarek 11 Şubat 2011’de devrildi. Biz bu önsözü
bitirirken Bahreyn, Libya, Suriye ve Yemen’deki rejimlerin kaderi
belirsizliğini koruyordu.
Bu ülkelerdeki hoşnutsuzluğun kökeni yoksulluğa dayanıyor.
Ortalama bir Mısır yurttaşının gelir düzeyi, ortalama bir Birleşik
Devletler yurttaşının gelir düzeyinin yaklaşık yüzde 12’si kadar ve
ortalama yaşam süresi de 10 yıl daha az. Nüfusun yüzde 20’si ise büyük
bir yoksul içinde. Bunlar kayda değer farklılıklar olsalar da, Birleşik
Devletler ile nüfusun yarısının yoksulluk içinde yaşadığı Kuzey Kore,
Sierra Leone ve Zimbabve gibi en yoksul ülkeler arasındaki farklılıklarla
kıyaslandığında aslında gayet küçük kalırlar.
Neden Mısır, Birleşik Devletler’e kıyasla bu denli yoksuldur? Mısır’ı
daha müreffeh bir ülke olmaktan alıkoyan nedir? Mısır’ın yoksulluğu
kalıcı mıdır yoksa üstesinden gelinebilir mi? Bu konu hakkında
düşünmeye başlamanın en doğal yollarından biri Mısırlıların yüzleştikleri
sorunlara ilişkin kendi söylediklerine ve neden Mübarek rejimine karşı
ayaklandıklarına bakmaktır. Kahire’deki bir reklam ajansında çalışan 24
yaşındaki Noha Hamed, Tahrir Meydanı’ndaki protestolar sırasında
görüşlerini açıkça ortaya koyuyordu: “Yozlaşma, baskı ve kötü
eğitimden mustaribiz. Değişmek zorunda olan yozlaşmış bir sistemde
yaşıyoruz.” Meydandaki bir başka protestocu, 20 yaşındaki eczacılık
öğrencisi Mosaab El Shami de onunla aynı fikirdeydi: “Umarım yıl
sonuna kadar seçimle gelen bir hükümetimiz olur, evrensel hak ve
özgürlükler yürürlüğe konur ve ülkeyi saran yozlaşmaya bir son veririz.”
Tahrir Meydanı’ndaki protestocular hükümet yolsuzlukları, kamu
hizmetlerinin yetersizliği ve fırsat eşitliği konusundaki adaletsizlik
hakkında aynı görüşteler. Özellikle baskıdan ve siyasal hakların
yokluğundan şikâyetçiler. Eski Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu
Direktörü Muhammed El Baradey’in 13 Ocak 2011’deki twitter mesajı
“Tunus: Baskı + sosyal adaletin yokluğu + barışçıl değişim yollarının
görmezden gelinmesi = bir saatli bomba” şeklindeydi. Hem Mısırlılar
hem de Tunuslular ekonomik sorunlarının temel nedeninin siyasal
haklarının yokluğu olduğunu gördüler. Protestocular taleplerini daha
sistematik bir biçimde formüle etmeye başladıklarında, Mısır direniş
hareketinin liderlerinden birine dönüşen yazılım mühendisi ve blogcu
Wael Khalil’in öne sürdüğü ilk 12 acil talebin hepsi de siyasal değişime
vurgu yapıyordu. Asgari ücretin artırılması gibi meseleler yalnızca daha
sonra uygulamaya konulması gereken geçici talepler arasında yer
alıyordu.
Mısırlılara göre geri kalmışlıklarının başlıca nedenleri arasında etkisiz
ve yozlaşmış bir devlet; hırs, yetenek ve becerilerini kullanamadıkları bir
toplum ve aldıkları eğitim yer alıyor. Ama aynı zamanda bu sorunların
kökeninde siyasal nedenlerin yattığının da farkındalar. Karşılaştıkları tüm
ekonomik engeller, siyasal gücün küçük bir elit tarafından tekelleştirilip
tatbik edilmesinden kaynaklanıyor. Bu, onların da anladığı gibi,
değişmek zorunda olan ilk şey.
Tahrir Meydanı’ndaki protestocular buna inandıkları için, konuya
ilişkin yaygın kanıdan kesin bir biçimde ayrılıyorlar. Oysa Mısır gibi bir
ülkenin neden fakir olduğu konusunda akıl yürüten akademisyen ve
yorumcuların çoğu, bütünüyle farklı etkenlere vurgu yapıyorlar. Bazıları
ülkenin büyük kısmının çöl olmasından, yeterli miktarda yağış
almamasından, toprak ve iklimin verimli tarıma izin vermemesinden
ötürü, Mısır’ın yoksulluğunu, öncelikle coğrafyanın koşulladığını ileri
sürüyor. Diğerleri ise güya ekonomik gelişime ve zenginliğe uygun
olmayan kültürel özelliklere işaret ediyor. Mısırlıların diğer ülkeleri
refaha kavuşturan iş ahlakı ve kültürel özelliklerden yoksun olduğunu,
bunun yerine ekonomik başarıyla uyuşmayan İslami inançları kabul
ettiklerini savunuyorlar. İktisatçılar ve siyaset uzmanları arasında yaygın
olan üçüncü bir yaklaşım ise Mısırlı yöneticilerin ülkelerini refaha
kavuşturmak için ne yapılması gerektiğini bilmedikleri ve geçmişte
yanlış politikalar ve stratejiler izledikleri görüşüne dayanıyor. Bu görüşe
göre, eğer bu yöneticiler doğru danışmanlardan doğru tavsiyeler almış
olsalardı refaha kavuşacaklardı. Bu akademisyen ve siyaset uzmanları
için, Mısır’ın toplumun sırtından küpünü dolduran dar bir elit tarafından
yönetilmesinin ülkenin ekonomik problemlerini anlayabilmekle ilgisi yok
gibi görünüyor.
Biz bu kitapta çoğu akademisyen ve yorumcunun değil, Tahrir
Meydanı’ndaki Mısırlıların doğru görüşte olduğunu savunacağız. Aslında
Mısır, halkın büyük çoğunluğunu hiçe sayarak toplumu kendi çıkarları
için örgütleyen küçük bir elit tarafından idare edilmiş olduğu için fakir.
Siyasal güç dar bir çevrede yoğunlaştırıldı ve eski devlet başkanı
Mübarek’in 70 milyar dolarlık serveti örneğinde olduğu gibi, bu güç ona
sahip olanlara büyük bir servet kazandırmak için kullanıldı. Kaybeden
ise, şimdi bu gerçeği çok iyi anlayan Mısır halkı oldu.
Biz Mısır’ın yoksulluğuna dair bu yorumun; halkın yorumunun,
yoksul ülkelerin neden yoksul olduğuna dair genel bir açıklama
sunduğunu göstereceğiz. İster Kuzey Kore olsun, ister Sierra Leone ya da
Zimbabve; yoksul ülkelerin Mısır’la aynı nedenden ötürü yoksul
olduklarını göstereceğiz. Büyük Britanya ya da Birleşik Devletler gibi
ülkeler, yurttaşları gücü ellerinde tutan elitleri devirdikleri ve siyasal
hakların çok daha yaygınlaştırıldığı; hükümetin yurttaşlara karşı sorumlu
ve duyarlı olduğu; geniş halk kitlelerinin ekonomik fırsatlardan
yararlanabildiği bir toplum yarattıkları için zengindirler. Günümüzde
dünyada neden böyle bir eşitsizliğin hüküm sürdüğünü anlayabilmek için
geçmişi araştırmak ve toplumların tarihsel dinamiklerini incelemek
zorunda olduğumuzu göstereceğiz. Britanya’nın Mısır’dan daha zengin
olmasının nedeninin, Britanya’nın (ya da daha net söylemek gerekirse,
İngiltere’nin) 1688’de ülkenin siyasetini ve dolayısıyla ekonomisini
dönüştüren bir devrim geçirmiş olmasına dayandığını göreceğiz. İnsanlar
daha fazla siyasal hak için mücadele edip kazandılar ve bu hakları
ekonomik fırsatlarını genişletmek için kullandılar. Sonuç, Sanayi
Devrimi’yle doruğa ulaşan temelden farklı bir siyasal ve ekonomik rota
oldu.
Endüstri Devrimi ve beraberinde getirdiği teknolojik yenilikler Mısır’a
girip yayılmadı; çünkü Mısır bu ülkeye daha sonraları Mübarek ailesinin
yapacağıyla az çok aynı biçimde muamele eden Osmanlı
İmparatorluğu’nun kontrolündeydi. Mısır’daki Osmanlı yönetimine
1798’de Napoleon Bonaparte tarafından son verildi. Fakat ülke bu kez de
Mısır’ın refah seviyesini yükseltme konusunda en az Osmanlılar kadar
isteksiz olan İngiltere sömürgeciliğinin kontrolüne geçti. Mısırlılar
Osmanlı ve İngiliz imparatorluklarından kurtulup 1952’de ülkelerindeki
monarşiye son verseler de, bunlar 1688 İngiltere’sindekilere benzer
devrimler değillerdi ve siyasi yapıyı temelden değiştirmek yerine, sıradan
Mısırlıları refaha kavuşturma konusuna en az Osmanlılar ve İngilizler
kadar ilgisiz başka bir eliti iktidara getirdiler. Sonuç itibarıyla, toplumun
temel yapısı değişmedi ve Mısır yoksul kaldı.
Kitabımızda bu örüntülerin zaman içinde kendilerini nasıl yeniden
ürettiklerini ve 1688’de İngiltere’de ve 1789 Devrimi’yle Fransa’da
olduğu gibi, neden bazen değiştirildiklerini inceleyeceğiz. Bu sayede
bugün Mısır’da durumun değişip değişmediğini ve Mübarek’i deviren
devrimin ülkeyi sıradan Mısırlılara zenginlik getirebilecek yeterlikteki
yeni kurumlara kavuşturup kavuşturmayacağını daha iyi anlayacağız.
Mısır geçmişte hiçbir şey değiştirmeyen devrimlere sahne oldu; çünkü bu
devrimlerin başını çekenler yalnızca kendilerinden öncekilerin ellerinden
dizginleri aldılar ve yeniden benzer bir sistem inşa ettiler. Sıradan
yurttaşlar için gerçek siyasal güce ulaşmak ve toplumun işleyiş biçimini
değiştirmek hakikaten güç. Fakat imkânsız değil; bunun İngiltere’de,
Fransa’da ve Birleşik Devletler’de ve ayrıca Japonya, Botsvana ve
Brezilya’da nasıl gerçekleştiğini göreceğiz. Temelde, yoksul bir
toplumun zengin bir toplum haline gelmesi için gereken, bu tür bir
siyasal dönüşümdür. Bunun Mısır’da gerçekleşiyor olabileceğine dair
kanıtlar mevcut. Tahrir Meydanı’ndaki başka bir protestocu olan Reda
Metwaly, “İşte Müslüman ve Hıristiyan yan yana, işte genç ve yaşlı yan
yana; hepsi aynı şeyi istiyor” diyor. Toplumdaki bu tür geniş tabanlı
hareketlerin yukarıda saydığımız ülkelerdeki siyasal dönüşümlerde kilit