Table Of Content1.BÖLÜM
Gri Yıllar
Tesadüfler Karmaşası
Nisan 1937
İlyas kaptan, mavnasını Fındıklı-Kabataş arasında sahile yanaştırıp,
tekneyi bağladığında saat gece yarısına geliyordu. Hava durmuş,
deniz sakinleşmişti, Yarın Kemal Beyin ev eşyasını taaa Maltepe’ye
kadar taşıyacaktı. Nisan ortasında denizin sağı solu hiç belli olmaz.
Başını kaldırdı yıldızlara baktı, hava şimdilik açıktı.
“İnşallah yarında açık olur” diye düşündü.
Tabakasını çıkardı, son sigarasını sarmaya başladı. Miçosu Köksal,
baş üstünden seslendi.
“Kaptan, bir isteğin var mı?”
Köksal öyle bir sormuştu ki “Bugün artık benden bir şey isteme” der
gibiydi.
İlyas kaptan başını salladı. “Hadi sen git yat artık.” dedi
Köksal hem gemicisi idi hem de yeğeni. Bugün epey yorucu
geçmişti. Kemal Beyin yükleme yaptığı İspanyol gemisine kaç sefer
mal çekmişler hatırlamıyordu. Son seferde tek hatırladığı Kemal
Beyin “İlyas kaptan, yarın sabah erkenden yüklemeye başlarız
tekneyi, sülalede kim varsa geliyor haberin ola” sözleriydi.
Sigarasından birkaç nefes daha çekti. Tütünün üstüne elma kabuğu
koyduğundan beri şu mereti daha fazla içiyordu. Karısını düşündü.
Kızlar ne yapıyordu acaba, büyük oğlanda askere yeni gitmişti.
2
Efkarlandı. Sigarayı parmakları arasından denize fırlattı, kalktı, kıyıya
bağladığı halatlara bir göz attı. Bir haftadır eve uğramıyordu.
“Maltepe dönüşü doğru Sarıyer’e eve” diye mırıldandı.
Dönemin en önemli deniz nakliye vasıtası “Mavnalar”
Evdeki telaş, akşam ezanından önce hemen hemen bitmişti. Fikriye,
gidecek eşyaları bir haftadır hazırlıyordu. Binnisa hanım 4 gün, kayın
validesi Şekure hanım da 2 gün önce gelmişlerdi. O gün öğleden
sonrada babası Mustafa efendi, kardeşleri İsmet ve Sevim’le birlikte
eltisi İhsan’ı da alarak Üsküdar’dan geldi. Beyhan da sağ olsun o
kadar yardımcı olmuştu ki. Aslında O, üç ay önce babasının
3
“Maltepe’de bir yazlık aldım.”
Dediği günden beri mutluluktan uçuyor, bu günleri iple çekiyordu.
Her gün
“Anne şunu da yazlığa götürelim, bunu da unutmayalım.”diye
Fikriye’nin biraz da aklını karıştırıyordu. Ama Fikriye kızına hiç
”Hayır” demedi.
Evin küçük erkeği Ayhan, ablası Beyhan’dan 5 yaş küçüktü. Bu sene
ilkokula başlamıştı.
“Anne çok acıktım“ diye mutfağa dalınca,
Fikriye oğlunun yanaklarını avuçlarının içine aldı, başını gövdesine
dayadı
“Acıkmış mı benim oğlum? Derken, çorbayı karıştıran Binnisa hanım,
torununun kıvırcık saçlarını okşayan kızının gözlerindeki mutluluk
pırıltısını “tanrıya şükrederek” izledi. Börek tepsisine, parmağını
hafifçe değdirdi, kabak böreği soğumuştu. İki parça çıkarttı, birer
küçük tabağa koydu, Ayhan’a uzattı.
“Hadi bakalım birini de Sevim’e ver. Bitince de gelin, elinizi ağzınızı
sileyim.” dedi
Ayhan böreğin birini Sevim’e (teyzesine) verdi. Teyzesi kendisinden
1 yaş büyüktü.
Sevim’in ablası İsmet 2. teyze idi. O da Beyhan’dan 1 yaş büyüktü.
Mükerrem ise, en büyük ve 3. teyze. O, bu hengameye katılamadı.
Kocası Hayri Enişte biraz hastaydı. Onun telaşındaydı.
Gün ağardığında kahvaltı sofrası toplanmış, Viyanuş bulaşıkları
yıkıyordu. O sıralarda gelen 3 kişilik taşıma ekibi, hemen işe
koyuldular. Evden at arabasıyla eşyaları sahile, tekneye 5-6 seferde
taşıdılar.
* * *
4
İlyas kaptan,
“Allahtan Fatih de erken geldi” diye düşündü.
Fatih kardeşiydi. Ayvansaray da oturuyordu. İyi denizci, iyi
yelkenciydi. Uzun sefer oldumu muhakkak onu da yanına alırdı.
Maltepe de uzunca sayılırdı. Son eşyalar da yüklendikten sonra
yolcular karşıdan göründüler. Ekip bayağı kalabalıktı.
Tekne yükünü, yolcularını, evin kedisi Tekir ve köpeği “Tayto’yu” da
aldı. Fatih kıç ipini, Köksal baş ipini söküp tekneye atladılar. Fatih,
ana yelkeni açarken koca mavna yavaş yavaş kıyıdan ayrılmaya
başladı.
Birinci ve ikinci nesillerin “cennete” yolculuğu başlamıştı.
Genç kızlığa yeni adım atmış 15,13 ve 12 yaşında üç güzel kız. Büyük
sarışın, ortanca kumral, küçük esmer. Büyük küçüğün halası, ortanca
ise teyzesi. İhsan, İsmet, Beyhan. Bu üç güzel kızı Maltepe’de
bekleyen ortak bir kaderleri vardı ama onlar bundan habersiz.
1937 baharının bir nisan sabahında kırmızı renkli bir mavna, onları
aslında Maltepe’ye değil, iyi ve kötü ama sürprizlerle dolu bir
geleceğe götürüyordu.
Kız kulesini dönüp, Marmara’ya açıldıklarında poyraz hafif hafif
kendini hissettirmeye başladı. İlyas kaptan kadınları başaltına
oturtmuştu, rüzgardan korunsunlar diye. Şimdilik herkes hayatından
memnundu ama Fenerbahçe burnu dönüldükten sonra, “Hele birde
hava patlarsa işimiz zor” dedi içinden.
Rüzgarın arttığını Kemal Bey de hissetmişti.
“Mustafendi, hava ufak ufak başladı ne dersin hanımlar dayanır mı
buna?”
“Ben hanımlardan ziyade çocukları düşünüyorum Kemal” dedi
5
“Ama merak etme, gelirken Kahveci Nuri efendiden kalın kese
kağıtları aldım, hiç olmazsa kendileri de batmaz, etrafı da batırmazlar.
“Hadi gel İlyas kaptanın yanına gidelim, sohbeti çekilir.”
Mustafa Efendi - ki ses uyumundan dolayı herkes Mustafendi derdi –
Kemal’in Kayın pederi idi. Ama çok değil sadece 7 yaş büyüktü
Kemal’den. Dışarıdan bakan biri için bu, oldukça karmaşık bir
durumdu. Birer ikişer yaş aralı, teyze-kuzen, hala-yeğen bağlantısı,
kuzenden 3 yaş küçük bir başka teyze, 7 yaş aralıklı kayınpeder
damat ilişkisi.
Bütün bunların nedeni; bir yandan ta Manastır’a dayanıyordu,
diğerinden de Kıbrıs’a.
* * *
6
Binnisa Hanım 1894 yılında Manastır’da doğdu.1907’de 13 yaşında
iken babasının izni ile ikinci hanımı olarak İzzet Beyle evlendirildi,
İzzet Bey Binnisayı kuma olarak almıştı.1908’de Fikriye doğdu.
1911’de de Mükerrem. Balkanlar kaynıyordu. Harp başladı. Kocası
İzzet Bey 1910’da askere alınmıştı. Üç yıl kocasından hiçbir haber
alınamadı. 16 yaşında iki çocukla baş başa kalmıştı. Üstelik kuma
olmak, bu yaşta ve de bu şartlarda çok daha zordu. İzzet Beyin ilk
karısından da bir oğlu olmuştu.
1912 yazında Sırplar katliama başladı. Çoluk çocuk kadın dinlemiyor,
hatta hamile kadınları karınlarından süngülüyorlardı. Kaçış
başlamıştı. Kaçılacak en güvenli yerde Müslüman oldukları için
İstanbul’du. Aile büyükleri, çocuklarla beraber Binnisa’yı istanbul’a
göndermeye karar verdi. İzzet Beyin ilk hanımı da, 7 yaşındaki oğlunu
Binnisa’ya emanet ederek İstanbul’a göndermeye razı oldu. Ailenin
daha önce İstanbul’a yerleşmiş yakınları vardı. Binnisa onların
yanına gidecekti “Üsküdar’a”
Bir ufak tahta bavul, birde çocuklar için yolluk hazırlandı. Her
Osmanlı ailesinde olduğu gibi birkaç altın bilezik, ziynet eşyası,
verebildikleri kadar para, bir kuşak içinde oğlanın vücuduna sarıldı.
Ekim ayı olduğu için üzerine giydirilen kazak ve palto, iyi bir kamuflaj
görevi görüyordu.
İstasyona geldiklerinde olağanüstü bir kalabalık ve karmaşayla
karşılaştılar. Babası yolcu edecekti Binnisa’yı. Bu trene binecek
başka tanıdıkları vardı ama bu kargaşada kimse kimseyi bulamazdı.
Babası torunu Fikriye’yi bir eliyle kucağına aldı, diğer eline de
bavulu. Binnisa da Mükerrem’i sıkıca göğsüne bastırdı. En arkadan
da yeni analığının çarşafına tutunarak oğlan geliyordu. Baba, kızı ve
torunlarını trene ulaştırabilmek için olağan üstü bir mücadele verdi.
İzdiham o kadar fazlaydı ki, Oğlanın artık arkalarında olmadığını
trenin yanına varınca fark ettiler. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Binlerce
insan vardı. Bağırdılar, seslendiler nafile. Yapacak hiçbir şey yoktu.
7
Babası,
“Kızım gel seni bindireyim. Tren birazdan hareket edecek.
Çocuklarını al siz gidin. Ben tren kalktıktan sonra istasyon boşalır,
oğlanı bulurum merak etme” dedi.
MANASTIR TREN İSTASYONU 1912
Kadınlar ve çocukların kaçış karmaşası
Dedi ama kendide pek inanmadı. Kızını torunlarını bindirdi. İki
çocuklu bu genç kadına hemen yer açtılar. Babası gözyaşlarını
tutamamıştı. Kızına, bu iki çocuklu küçük anneye sarıldı, bağrına son
kez bastı, yanaklarından uzun uzun öptü, kokusunu son kez içine
çekti. Biliyordu ki birbirlerini bir daha hiç göremeyecekler.
“Güzel kızım Allaha emanet ol Allaha” dedi “Şansın açık olsun.”
10 gün sonra Sırplar Manastıra girdi.
* * *
8
Fenerbahçe burnunu döndüklerinde İlyas kaptanın korktuğu başına
geldi. Poyraz sertleşmişti. Kemal
“İlyas kaptan, hava patlıyor galiba ne dersin?”
“Haklısın Kemal Bey”dedi kaptan
“Çoluk çocuk için kötü, bizim için iyi, hızımız artar”
Mustafendi, kese kağıtlarını koyduğu paketten çıkartıp dağıtmak için
aşağıya indi. Torbaları buldu, Binnisa Hanıma verdi.
“Hanım” dedi “Midesi bulanana bunları ver içine kussunlar, sonrada
denize atın, torba bol”
Binnisa Hanım kocasının bunu bile düşündüğüne hiç şaşırmadı.
Mavnanın sallanması gittikçe artmıştı. Herkes bir köşeye çekilmişti.
Fikriye endişeli gözlerle
“Baba daha çok yolumuz var mı?” diye sordu, Çocukları
düşünüyordu
Mustafendi onun endişesini anlamıştı.
“Kızım merak etme biraz sallanacağız, ama daha hızlı gideceğiz sıkın
dişinizi yolu yarıladık.”
İlk kusan Tayto oldu. Ona kese kağıdı tutamadılar.
* * *
9
Binnisa İstanbul’a yaklaştıkça, ya karşılamaya gelmezlerse
endişesiyle kendi kendini yedi bitirdi. Oysaki Babası 15 gün önce
Üsküdar’da ki yakınlarına telgraf çekmiş, geleceği treni bildirmişti.
Kompartımanda beraber olduğu insanlar, ondaki bu endişeyi fark
ettiler. Bu küçük kadın haklıydı. Ya onu kimse karşılamazsa.
Yolculardan yaşlı bir hanım, dayanamadı.
“Bak kızım, merak etme, ben de Kadıköy’e gideceğim. Kadıköy
Üsküdar’a çok yakın. Oğlum da Üsküdar da oturuyor. Yakınlarını
buluruz. Ben seni Üsküdar’a evine kadar gönderirim.”
İçi biraz olsun rahatlamıştı.
Sirkeci garı yakınlarını bekleyen insanlarla doluydu. Tren perona ağır
ağır girdi. İçerde de dışarda da bir telaş ve hareketlenme başladı. Bu,
iki gün süren yolculukta tanışan ve ortak kaderleri, belirsiz bir
gelecek olan insanlar son defa birbirlerine yardımcı olmaya çalıştılar.
Kadının biri Fikriye’yi perona indirdi sonrada Mükerrem’i. Tahta bavul
Binnisa’ya kalmıştı. Üç basamak merdivenden yavaşça indi.
İstanbul’daydı. Telaşlı gözlerle etrafına bakındı, tanıdık bir sima
görebilme umuduyla. Şu andaki karışıklık Manastır’dakinden farklı
değildi. Aklına kaybolan üvey oğlan geldi. Fikriye’yi bacaklarının
arasına sıkıştırdı, önüne de tahta bavulu siper etti, kucağındaki
küçük kızına da daha sıkıca sarıldı. İmdadına yetişen, Kadıköylü
teyze oldu.
“Yakınların seni bulana kadar ben buradayım. Gelen olmazsa beraber
gideceğiz merak etme.”
Bu son dört senede duyduğu en güzel cümleydi. Ağzından
“Allah razı olsun” kelimeleri döküldü.
Geçen zaman asırlar gibi geldi ona. Arap Saime’nin “Binnisa,
Binnisa” diye seslendiğini duyduğunda, boğazı düğümlendi,
yutkundu, bir kez daha yutkundu, tutamadı kendini, hüngür hüngür
ağlamaya başladı.
* * *
Description:Tren perona ağır ağır girdi. İçerde de dışarda da bir telaş ve hareketlenme başladı. Bu, Verginin 15 gün içinde ödeme mecburiyeti muhtemel ceza uygulamaları .. kutlamalarını, Hilton otelinin havai fişek gösterileri altındaki muhteşem .. Kelepçeli Aşık, Şeytan Ruhlu İnsanl