Table Of ContentGİRİŞ
MİTOLOJİDEN ROMANA ANLATIMA
DAYALI TÜRLERE GENEL BAKIŞ
Sanat ve edebiyatın kaynağının, dinî törenler, olgular
olduğuna dair açıklamalar benimsenmiştir. Ayrıca,
insanın oluşturduğu ilk edebî tür şiir, edebî şekil de
destandır. Destanda, tarih, tiyatro ve romanın olay
hikâyesi şeklinde bile olsa ilk unsurlarına rastlanır.1
İnsanlığın edebî faaliyetleri ana hatlarıyla mitoloji,
masal, efsane, destan, halk hikâyesi, roman
aşamalarından geçmiştir. Belgelerle bir ölçüde
aydınlatılabilen tarihî bir olay veya şahsiyet, eğer
toplumu derinden etkilemişse, halk âşıkları tarafından
destanî bir dille anlatılmıştır. O metin, işlene işlene
çeşitlenmiş, varyantlar oluşmuştur. Yüzyıllar sonra o
tarihî olay veya şahsiyet idealize edilmiş ve bazen yazıya
geçebilmiştir. Tarihî bir hakikate dayanan destan, efsane
ve menkıbe de romanın gelişmesinde rol oynamıştır.
Romanı kısaca tarif edersek, şunları söyleyebiliriz: “Bir
hikâyenin, yani belli bir başlangıçtan belli bir sona kadar,
belli bir zaman içerisinde ardarda sıralanan olayların
anlatımına bağlı olarak yazılmış şekline roman denir.”2 Ama
destan ile romanın anlatım tarzları, insana ve topluma bakışları
farklıdır. Destanlar ya bir destancı-âşığın ya da olayları uzaktan
seyreden bir anlatıcının bakış açısıyla anlatılmıştır.
Romanlarda ise başlangıçta bu tarz hâkim olmakla birlikte
günümüz romanında bilinç akımından, montaja kadar pek çok
anlatım tekniği kullanılmıştır. Destanlarda kahraman
1 Mustafa Nihat Özön, Türkçe’de Roman, İletişim Yay., 2. bs., İst., 1985, s. 17.
2 Roland Bourneur, Réal Quellet, Roman Dünyası ve İncelemesi, çev. Hüseyin
Gümüş, K. B. Yay., Ank., 1989, s. 21.
18
ve kahramanlık ön planda tutulduğu için kahramanın bir
fert olarak dünyası ele alınmamış, psikolojik tahlili
yapılmamıştır. Destan kahramanı yaptıklarıyla kahraman
olmuştur. Romanlarda ise bizzat roman kahramanının iç
dünyasındaki tezatlar konu edilip işlenebilmektedir.
Destanlar toplum adına hareket eden kahramanın,
toplum dışındaki düşmana karşı savaşını anlattığı hâlde,
romanlar toplum içindeki çatışmaları da konu edinirler.3
Anlatıma (tahkiye, narration) dayalı türlerin gelişimine ve
aralarındaki farklara geçmeden önce Pertev Naili Boratav’ın
“ileri kültür” eserlerinin halk edebiyatının biraz daha
gelişmişinden başka bir şey olmadığını belirten şu cümlelerine
dikkat çekmek isteriz: “Esasen, cemiyetin iptidaî
merhalelerinde halk edebiyatı vasıflarını haiz eserlerin
dışında eser mevcut değildir; bu itibarla halk edebiyatı
eserleri bir taraftan iptidaî bir halde yüksek kültür
edebiyatlarının nümunelerini verirler. Bu edebiyatların birçok
nevileri nihayet halk edebiyatlarının tekâmülünden başka bir
şey değildir. Nihayet ileri kültür hayatının icap ettirdiği bazı
yeni neviler edebiyatı zenginleştirmiştir.”4
Boratav, 1938 yılında yazdığı “Folklor, Halk Edebiyatı ve
Âşık Edebiyatı” adlı makalesinde de halk edebiyatı türlerini
beşe ayırır: “... halk edebiyatında: 1. Halk destanları epik; 2.
Darbımeseller, atalar sözü didaktik; 3. Halk temaşası
dramatik; 4. Masallar, hikâyeler, fıkralar narratif; 5.
Türküler, mâniler, ağıtlar, ilâhiler lirik nevine girer.”5
Bu kitabın konusu itibariyle bu bölümde destandan
romana kadar mitoloji, destan, masal, efsane, halk
hikâyesi, meddah metinleri bir gelişim zinciri oluşturacak
şekilde ele alınarak
3 Pertev Naili Boratav, “Folklor, Halk Edebiyatı, Âşık Edebiyatı”, Folklor ve
Edebiyat (1982) 1, Adam Yay., 2. bs., İst., 1991, s. 27.
4 a.y., s. 27.
5 a.y., s. 27.
19
bunların birbirleriyle münasebetleri incelenmiştir. Zaten
Türk edebiyatında romanın gelişmesine bakıldığında, her
ne kadar örnek alınan batı romanlarının etkisi belirleyici
olsa da gelenekteki anlatıma dayalı türlerin etkisi de
kendisini hissettirmiştir. Gerek halk edebiyatının halk
hikâyesi, masal, destan ve meddah metinleri, gerekse
divan edebiyatının manzûm ve mensûr hikâyeleri, Türk
romanının ilk örneklerinden başlayarak yapı, şahıs, konu,
üslûp üzerinde etkili olmuştur. Bu etkilenmeler hem yeni
denenen türlerin gelenekteki kalıplara uydurulması hem
de özellikle yirminci yüzyılın başından itibaren Ziya Gökalp’in
yönlendirmesiyle Türkçü yazarların, modern kalıplarla halk
kültürü malzemelerini işlemeleri şeklinde kendini göstermiştir.
Destan ve roman türleri göz önünde bulundurulduğunda
bunların nasıl ortaya çıktıklarını ve gelişimini de belirtmek
gerekir. Zira tip ve motiflerin kaynaklarının anlaşılmasında
yararı olacaktır. Bu sebeple bütün bunların kaynağı olan
mitoloji öncelikle ele alınmıştır.
Mitos ve Mitoloji
Eski Yunan dilinde söz kavramını karşılamak için mythos,
epos ve logos kelimeleri kullanılmıştır. Fakat bunların
anlamlarında farklılıklar vardır. Mythos, söylenen veya duyulan
sözdür; masal, efsane, hikâye anlamına gelir. İnsanlar
duyduklarını, gördüklerini yalanlarla süsledikleri için mythos’a
güvenilmez. Tarihçi Herodot, mythos’a tarih değeri olmayan
güvenilmez söz der; filozof Platon ise mythos’a gerçeklerle
ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal anlamı verir. Epos,
belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür. Şâirin
sözünü belirten epos, şiir, destan, ezgi anlamında kullanılmış
ve Batı dillerine epik ve epope şeklinde geçmiştir. Mythos
söylenen sözün, anlatının
20
mahiyeti, epos ise onun aldığı ölçülü, süslü düzendir.
Başta Herakleitos olmak üzere İonya düşünürlerine göre
logos, gerçeğin insan sözüyle dile getirilmesidir. Logos,
insanda düşünce, tabiatta kanundur; her şeyde bulunur,
ortaklaşadır, ilahîdir. Logos’un sırlarını insan sözüyle
açıklamak ise düşünürün görevidir. Logos kavramıyla
açılan bu yolda bilimsel bilginin temelleri
oluşturulmuştur. Logos, logia, bugün bile bir bilim ve
araştırma dalını belirtmek için kullanılan bir ek olmuştur.
Mythos ve epos arasında bir birleşme söz konusu iken
bunlarla logos arasında karşıtlık meydana gelmiştir.
Yunan düşünürleri, mythos’un uydurduğu, epos’un dile
getirdiği tanrı masallarını hor görür, evreni ve insanı
anlatmakta bunların yalana ve zararlı yollara saptığını ileri
sürerler. Mythologia kelimesinde bu iki zıt anlamlı kavram
birleşir, böylelikle mitleri, efsaneleri inceleyen bilim anlamı
kazanır. Erken ilkçağda kullanılan mythologein diye bir fiil
vardır; masal anlatmak demektir. Ayrıca sözlü gelenekte
efsanelerin, mitlerin dilden dile aktarılmasını da ifade eder.
Mythologia kavramı hem mit, masal ve efsanelerin toplandığı
kitap hem de ilkçağın sonlarında mythographos (mythos
yazarı) denilen derleyicilerin yaptığı iş için kullanılır.6
Mitolojinin kapsamı ve metodunun ne olduğu sorusu
üzerine değişik cevaplar almak mümkündür. Almanların
Brockhaus adlı ansiklopedisinde tarihte adı geçmeyen, artık
unutulmuş büyük kahramanlara ait efsaneler, mitolojinin
kadrosuna girer. Tarihte yaşadığı bilinen kişilere ait hikâyeler
ise destandır, efsanedir. Mitoloji araştırmaları sadece
kahramanlık destanları ile sınırlı değildir. E. A. Gardner,
Encyclopaedia of Religion and Ethics’de, mitolojinin, tabiat
varlıkları ve olaylarına, kişilik verme sureti ile anlatma şekli
olduğunu belirtir. Mitolojiden, araştırmacılar, yalnızca
bir milletin veya akraba toplumlara ait mitlerin bir bütün
olarak incelenmesini anlamışlardır. Bahaeddin Ögel,
6 Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst., 1989, s. 5-7.
21
dünya mitolojileri arasında benzer noktaları bulmanın
inceleme olarak kabul görmediğini belirtir. Şunu da
belirtmek gerekir ki mitoloji araştırmaları din
incelemeleri ile ilgilidir fakat din tarihi değildir.7
Batıdaki düşünce tarihine bakıldığında mitik düşünce
ile bilim arasındaki farklılığın on yedinci, on sekizinci
yüzyılda başladığı görülür. Bu durum mitolojinin ne
derecede etkin olduğunun bir göstergesidir. Zira mit, Batı
için kendi düşüncesinin temelidir. Mesela, Freud,
Oedipus ve Elektra kompleksleri gibi en önemli
teorilerini mitolojiye dayandırır ve adlandırır. Bir kısım
televizyon programı, sinema, bilim-kurgu edebiyatı,
günümüzde de mitolojiye dayanmaktadır. Mit, âdeta,
yaratıcı temel gücü temsil eder.
İlkel (primitif, arkaik) düşünce ve toplum aşamasındaki insan için
mit kutsaldır ve gerçektir. İşlevi bu derece önemli olan mitin tanımını
yapmak da bu yüzden güçleşir. Son dönem mitoloji
araştırmacılarından Mircea Eliade, miti şu şekilde tanımlar: “Mit
kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda, ‘başlangıçtaki’
masallara özgü zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka
deyişle mit, Doğaüstü Varlıkların başarıları sayesinde, ister eksiksiz
olarak bütün gerçeklik, yani Kozmos olsun, isterse onun yalnızca bir
parçası (sözgelimi bir ada, bir tür bitki türü, bir insan davranışı, bir
kurum) olsun, bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini anlatır. Demek
ki mit, her zaman bir ‘yaratılış’ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl
yaratıldığı, nasıl varolmaya başladığı anlatılır. Mit ancak
gerçekten olup bitmiş, tam anlamıyla ortaya çıkmış olan şeyden
söz eder.”8 Bu yüzden insanla ilgili her anlamlı hareketin örnek
tiplerini içinde barındırır. Mitlerdeki kişiler olağanüstü
varlıklardır. Bunların “başlangıç” öncesi yaptıkları
tanınmalarını sağlar. Bir bakıma mitler
onların yaratıcılıklarını, kutsallıklarını ifade eder.
“Dünyayı gerçek anlamda kuran ve onu bugün içinde
7 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. 1, Türk Tarih Kurumu Yay., 2. bs., Ank., 1993,
s. V-VI.
8 Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, çev. Sema Rifat, Simavi Yay., İst., 1993, s. 13.
22
bulunduğu duruma getiren de kutsalın bu akınıdır.
Dahası, insan bugünkü durumunu, ölümlü, cinsiyetli ve
kültür sahibi bir varlık olma özelliğini Doğaüstü
Varlıklar’ın müdahalelerinden sonra edinmiştir.”9 Eğer
insan miti bilirse nesnelerin kökenini de bilir; böylelikle
nesneye hâkim olur. Burada kastedilen bilgi soyut bir
bilgi değildir. Aksine mit, tören eşliğinde anlatılması veya
bilginin kanıtı niteliğindeki törenin tekrarlanması ile
törensel şekilde yaşanan bilgidir. Böylelikle törenlerle
gerçekleştirilen uygulamaların verdiği kutsallığın gücüne
kavuşulmuş olur.10
Mitoloji, ilkel insan topluluklarının, evrenin, dünyanın ve tabiat
olaylarının arkasındaki sırrı kişileştirerek hikâyeleştirmesi ise akla
ilkel insanın inanç dünyasının nasıl bir gelişim zinciri izlediği gelir.
Zira bu konu alt kültür ve üst kültür eserlerinde görülen motiflerin de
inançlarla olan bağlarına ışık tutacaktır.11 Ayrıca destan, efsane ve
menkıbe arasındaki ayrımların Ziya Gökalp tarafından nasıl isabetli
bir şekilde yapıldığı da görülecektir.
Etnologlar bu konuda pek çok teori ileri sürmüşlerse de animizm,
dinamizm ve ur-monoteizm bunların arasında en önemlilerindendir.
Animizme göre ilkel insan rüya, hastalık, bayılma,
ölüm vb. psikolojik ve fizyolojik yaşantılardan dolayı
bedeni terk edip dolaşan, bedenden ayrı ve canlı bir
ruhun varlığına inanmıştır.
Buradan bir adım ileri giderek tabiattaki nesnelerin de
canlı olduğuna inanılmış; insanların“öldükten sonra da
ruhları aracılığıyla hayatlarını sürdürmeleri inancı
9 a.e., s. 13.
10 Mitolojiye içeriden bakan birinin onu tanımlaması böyleyken onu dışarıdan
tanımlayan biri ise şunları belirtir: “Mitoloji, Evreni ve Evren karşısındaki insanı
kavrama ve açıklama gereksinimlerinden doğan, ilkel ve yoksul bir bilinçle,
gelişmiş, zengin (...) bilinçaltının (düşgücünün) ürünüdür.” Erdoğan Alkan, “Şiir
ve Mitoloji”, Varlık, S. 1015, Nisan 1992, s. 17.
11 Bu konuda Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi, T.T.K. Yay., C. 1 ve 2’de yeterli
bilgi vardır.
23
atalar ve ölüler ibadetini (manizm) doğurmuş; bu
inançtan cin, peri, dev inancına geçilmiş; birtakım iyi ya
da kötü, başka bir söyleyişle yararlı ve zararlı ruhların
belli yerleri, ağaçları, kovukları ve nesneleri
tuttuklarına inanılarak fetişizme varılmıştır. Doğal
öğelerin (su, deniz, ay, güneş, yıldız, orman vb.)
yukardaki basamakları aşarak önem kazanmaları
politeizm’i (Çok Tanrıcılık) doğurmuş, bu dönemden de
giderek animizmin son durağı olan monoteizm’e (Tek
Tanrıcılık) varılmıştır.”12
İngiliz etnoloğu Edward B. Tylor’ın ortaya attığı animizme
karşılık, Fransız folklorcusu A. Van Gennep tarafından ilk kez
kullanılan dinamizm teorisi de ilkel dünya görüşünü açıklamayı
amaçlamaktadır. Dinamizm “doğada varolduğuna inanılan; özellikle
belli nesnelerde, bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda daha belirgin
olan, dinamik ve mistik kuvvetle yüklü bulunma inancı”dır.13 R. R.
Maret de dinamizmin insanları büyüyle ilgili törenlere sevkettiğini, bu
sırada söylenen sözlerden duanın meydana geldiğini belirtmiştir.
P. W. Schmidt tarafından ileri sürülen ur-monotezime (en eski tek
tanrıcılık) göre ise bazı ilkel insan topluluklarında ilk yaratıcı inancı
vardır. Fakat sonra bu inanç bozulmuş, büyüyle ilgili pratikler ve
politeizm oluşmuştur.14
Türk kavimleri arasında yaygın olan şamanizm “trans durumuna
geçebilme yeteneğindeki kimselerin, yani şamanların, doğaüstü
varlıklarla ilişkiler kurarak onların güçlerine sahip olmalarından;
12 Sedat Veyis Örnek, İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, Gerçek Yay., 2. bs., İst.,
1988, s. 24, 127.
13 a.e. s. 29.
14 a.e., s. 128.
24
bunları toplum adına kullanmalarından ve bu amaçla
yapılan dinsel-büyüsel pratik ve törenlerden ibarettir.”15
Mançu-Tunguz dilinde kullanılan şaman kelimesi
yerine Kırgız ve Kazaklar bakşı, Yakutlar oyun derler.
Oğuz Türkleri ise ozan kelimesini kullanırlar. Ama
Türkler arasında kam daha yaygındır.16 Şamanlar dinî
törenleri, şaman âyinlerini yönetirler; kötü ruhları kovup
iyi ruhları insan bedenine çağırmak için büyü; otları ve
bitki köklerini kullanarak hekimlik de yaparlar.
Hükümdara danışman olur; ad almayı hak eden çocuğa ad koyar.
Ölen bir yiğit için düzenlenen yuğ törenini yönetir. Fakat toplumun
ilerlemesi ve işbölümünün artmasıyla bu kişiler âşıklık geleneğinin de
oluşmasını sağlarlar. Anadolu’da on altıncı yüzyıldan sonra hikâye
anlatma geleneği âşıklarla devam eder.
Mitoloji, Destan, Efsane, Masal, Halk Hikâyesi ve
Meddah Hikâyesi Arasındaki Farklar
Bu kavramlar konuşma dilinde, hatta bazı araştırmalarda bile
birbirlerinin yerine kullanıldığından bir karışıklık ve belirsizlik
doğmuştur. Bunun sebebi bu türlerin hepsindeki ortak yönler ve
unsurlardır.
Mitolojinin tabiatüstü ve fizikötesi kuvvetlerin yanı sıra, tabiat
kuvvetleriyle savaşan yiğitleri belirtmesi, destanları oluşturur.17
Mitolojide, tabiat kuvvetleri, canlı varlıklar veya ölümsüz tanrılar
şeklinde belirtilir. Destanlar, tarih öncesi insan topluluklarının
tarihleri olması bakımından mitolojiyle ortaklık gösterir.
Zira destan kahramanları mitolojideki tanrılarla,
dünyadaki insanlar arasında bağlar kuranlardır.
Mitolojiye göre destanlarda
15 a.e., s. 48. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi Abdülkadir İnan’ın Tarihte ve Bugün
Şamanizm adlı eserinde bulunur.
16 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, 3. bs., T.T.K. Yay., Ank., 1986, s.
75.
17 Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yay., 3. bs., İst., 1978, s. 7.
25
gökle ilgili olaylar ve motifler azalmış, insanî özellikler
artmıştır.18
Destanlarda halkın bütününü ilgilendiren meseleler
konu edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında destan, onu
meydana getiren zümreler için tarihtir, günümüz insanı
içinse romanın eski devirlerdeki işlevini görmektedir.
Antropolojik okulun temsilcilerinden Arnold Van Gennep
ve Hans Nauman halk masallarının kökenini mitlere ve
destanlara dayandırır. “Arnold Van Gennep bilhassa totem
devri yaşayan kabileler üzerinde incelemeler yapmış ve bu
kabilelerde hayvan masallarının ehemmiyetini belirtmiştir.
Totem hayatında totem hayvanlarının ve merasimlerin yeri
büyüktür. İlkel ve eski cemiyetlerde dinî merâsim esnasında
mitlerin ve lejandların okunması vazgeçilmez bir âdettir. Van
Gennep’e göre bu mitler, masal ve lejandları meydana getirir.
Bu suretle meydana gelen masallar her zaman mahalli ve
hususidir. (...) Lejand ve mitlerden meydana gelen masallar
merasimlerde yardımcı olur, lejandlar vazife telkin eder,
hayvan masalları ders verir.
Van Gennep’in görüşlerini benimseyen Hans Nauman’a
göre, halk masallarının çeşitli şekilleri mit, lejand,
kahramanlık masalları geniş bir açıdan bakılınca hep aynıdır.
Fakat her bakımdan ilk devirlere ait değillerdir. Yalnız
narratif malzemeyi teşkil eden motifler eskidir. Bunlar
birbirlerinden yer, zaman, insanların tarihi ve dinî
şahsiyetlerine göre ayrılır.”19
Franz Boas, Amerika’nın güneybatı kıyılarındaki
yerliler üzerindeki araştırmalarının sonucunda mit ve
masal arasında hiçbir fark olmadığı düşüncesine
varmıştır.
18 Pertev Naili Boratav, “Türk Destanları Tetkikinin Bugünkü Vaziyeti ve Vardığı
Neticeler”, Folklor ve Edebiyat (1982) 2, Adam Yay., 2. bs., İst., 1991, s. 73.
19 Bilge Seyidoğlu, Erzurum Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar, Atatürk
Üniversitesi Yay., Ank., 1975, s. XXXIII.
26
Alman folklorcusu Friedrich Von Der Leyen gibi
Ludwig Laistner de masalların, destanların, geleneklerin
kökenini rüyalarda, özellikle korkulu, sıkıntılı rüyalarda
arar. İnsan ruhunda kollektif genetik eleman teorisini
geliştiren Jung ise ilkel düşüncenin mit yaratmadığını
tersine mitleri kullandığını belirtir. 20
Kültürümüzde hem mitoloji hem de efsane yerine
esâtir, üstûre kelimeleri kullanılmıştır. Bunlardan başka
menkıbe kelimesiyle de karşılanan efsanenin, batı
dillerindeki karşılığı Latince legendus kelimesinden gelir.
“Efsanenin en belirgin niteliği inanış konusu olmasıdır.
Efsanenin anlattıkları tabiatüstü şeyler olsa bile gerçekten olmuş
diye kabul edilir. Bu niteliği ile efsane masaldan ayrılır, destan ve
hikâyeye yaklaşır. Efsanenin -tabii ona burada verdiğimiz
anlamıyla- sözlü anlatım geleneğinin bir türü olarak bir diğer
özelliği de onun kısa, nesirle, üslup endişelerinden uzak, günlük
olağan konuşma diliyle anlatılmış, özel kalıplaşmış sözler taşımayan
bir anlatı olmasıdır. Karmaşık anlatım bütününden kopan destansı
anlatı parçaları, kısılıp destana özgü üslûp öğelerinden kurtulunca
efsane haline gelir. Efsanenin anlattığı tema, bir kahramanlık ya da
bir kimsenin hayat hikâyesinden basit bir çizgi, bir kişinin, bir
hayvanın, hatta cansız bir varlığın olağanüstü macerası olabilir.
Olağanüstülük efsane için vazgeçilmez bir gereklilik değildir. Tarihi
bir olay, gerçekte olduğu gibi değil de, inanıldığı gibi, istenildiği ya
da hayal edildiği biçimde bozularak, yorumlanarak anlatıldığı
andan itibaren bir efsane haline gelir.”21
Efsane ile mit arasındaki bağ konusunda şunlar
söylenebilir:
İkisi de inançlara dayalı olması bakımından
benzerdirler; anlatanlar ve dinleyenler tarafından gerçek
olduklarına inanılır.
20 a.e., s. XXXV.
21 Pertev Naili Boratav, “Türk Efsaneleri”, Folklora Doğru, S. 35, Mayıs-Haziran
1974, s. 12.
27