Table Of ContentEVLİYA ÇELEBİ
SEYAHATNAM ES
ALTINCI CİLT
١١٠.»؛،
«AV.
1966
Ankara Cad. No: 46
SİRKECİ — İSTANBUL
Tel: 5 26 49 84 ٠ 5 27 83 32
٠
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAM٠ESİ Meh-
med Zıllioğlu EVLİYA ÇELEBİ Tertip, tan
z٠im. tashih ve sadeleş٠tirme : ٠Mümin Çevik
Cop. Üçdal Neşriyat Dizgi Baskı: Tas
vir Matbaası/lstanbul, 1984
ŞEÇEVAR KALESİ
Erdel’e bağlıdır. Ama Avusturya İmparatoru da beşyüz asker koy
muştur. Sahibi Şeydi - Ahmed Paşa’nm katlettiği Rakoçi’dir. O öldükten
sonra anasına kaldı. Kale Şeçe deresi ağzında geniş bir yerde yuvarlak
ve taş bina güzel bir kaledir. Hendeğinin içinden Seçe nehri akar. Gece
kalenin duvarlarım aydınlattıkları vakit, hendeğin içi de aydınlanır. İşte
yine böyle aydınlıkta bütün düşman hisar içinden (Pajorj Pajorj) diye
bekçilik edip, kale beklerlerdi. Biz de o sırada ânî olarak kale dibine düş
tük. Kurtuluştan ümit keserek perişan olduk. O an içinde arabalar için
de ve dışarda bulunan esirlerimiz bir ağızdan bağırmaya başladılar. O
anda aklımız başımıza geldi ve neye uğradığımızı anladık. Ganimetten
vaz geçip, bağıran esirlere derhal birer satır vurup, bizi o yere getiren
lerin hepsinin kellelerini kestik. Bağırma da kesildi. Halimiz nice olur?
diye düşünürken esirin biri «îşte sizin askeriniz buraya yakındır. Beni
bırakın, sizi selâmetle götüreyim. Götürmezsem beni de bunlar gibi öl
dürün» dedi. Fakat «Bu benim götüreceğim yoldan bu arabalar geçmez,
ama çok çabuk götürürüm» diye yemin etti. Onu kılavuz edip, onaltı
arabanın içlerindeki ganimet mallarını, kız ve oğlanları arabaların atla
rına yükleyip, bazılarını da Tatar atlarına bindirdik. Koyunları ve sığır
ları bıraktık. Şeçe deresi içinde yarım saat gidip, kıble tarafına, bir yal
çın kaya üzerine çıkıp, üstü sarp ağaçlıktan geçerek o gece yarısında gi
de gide, büyük bir ateş gördük. «Acaba bu nedir?» diye esirden sordu
ğumuzda «Sasvaroş şehridir. Sizin asker bu şehri de vurmuş, ama o şeh
re iki günde varılır» dedi. Bizim de canımız rahat oldu. Geride kalan
Şeçevar kalesi de bizim esirleri kırdığımızı duyup, o gece sabaha kadar
bin pâre toptan fazla top atarak yeri göğü inim inim inletti. Velhasıl
dört tarafımız bize cehennem deresi oldu. O gece Keşt nehri kıyısına var
dık. Bu nehir Lipan dağlarından çıkıp, adı geçen Şeçevar kalesinin hen
değinin içinden geçen Şeçe nehrine karışın Oradan da aşağı Maroş neh
rine karışır. O gece bu nehri yüzbin güçlükle geçip, sabaha kadar yürü
yerek Allah’a hamdolsun İslâm askerinin yolu üzerine çıktık. Bazı çeteci
askerine rast geldik. Ve Deve kalesi dibinde İslâm askerine ulaştık. Daha
önce üçbin aded sığır ve koyunları orduya göndermiştik. Onlar doğru yol
lar ile bir günde orduya ulaşmış. Ve bin kuruşa satmışlar. Geldiğimizde
parasını hazır bulduk. Sonra bizim getirdiğimiz esirleri ve ganimet mal
larını ordu pazarında sattık. Tamamı yedi kese oldu. Arkadaşlarımız ve
Tatar kardeşlerimizle paylaştık. Bana kırk kuruş ve bir köle düştü.
428 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
Devevar hisan:
Varad kalesi fethine giderken Kaçatlı Ali Ağa kardeşliği Lâfi-zâdeyi
esirlikten kurtarmağa Deve kalesine gelmiş ve bir gece kapudanında mi
safir kalmıştık. Kaleyi o bahisde anlattık. Şimdi Serdâr Ali Paşa’ya ka-
pudanı itaat edip, hediyeler getirdi. İslâm askeri ile bol bol alış veriş ya
parak kurtuldu. Oradan kalkıp kuzeye bir saat giderek, (Sazvaroş) kale
sine geldik.
Sazvaroş kalesi:
Erdel kralına tâbi ise de Saz Macarlannın idaresindedir. İçinde Avus
turya İmparatorunun askeri olduğundan itaat etmeyerek kaleyi boş bı
rakıp gitmiş. Bu sebeble şehir yakıldı. Ama kalesi bir dağ dibinde meyilli
ve yuvarlaktır. Hendeği ağzına kadar su dolu idi. Büyük bir varoşu var.
Çeşit çeşit saraylar, han ve kiliselerle süslü bağ, bahçe, çarşı ve pazar ile
donatılmış şirin bir şehirdir. Yakılırken o kadar ganimet malı ve zahire
bulundu ki, İslâm askeri zengin oldular. Burada da dağlarda ve bağlarda
üçyüz yiğit ile esir ve ganimet malı çıkarıp, îslâm ordusunda satarak üç-
yüz kuruş hisse aldık. Çektiğimiz sıkıntıları unuttuk. Ertesi gün bu ka
leden kalkıp kuzeye altı saat gidip (Vinçezvar) kalesine geldik.
٠
Vinçazvar kalesi:
Erdel kralına tâbidir. Ama ölen mel’un Rakoçi’nin mülkü olduğun
dan ve içindeki bin kadar AvusturyalI asker asla itaat etmeyip, beşyüz
kadar top attılar. Yanına yaklaşmak imkânı olmadı. Ne çare serasker Er-
del’de kale kuşatıp topa tutmağa memur değil. Ancak bir kral tâyin edip,
üç yıllık hazine tahsiliyle görevlidir. Vinçazvar kalesi ise Maroş nehri
nin karşı tarafında beraber topraklı bir dağ sırtında, taştan yapılmış,
sağlam bir yapıdır. Dört yanı dereli, tepeli ufacık dağlardır. Maroş neh
rinin beri tarafında, köprü başında büyük bir varoşu vardır. Büyük ki
liseleri, evleri, han, çarşı ve pazarı ile gelişmiş şehir iken bir gece rüz
gâr sür’atli Tatar askeri bu şehrin bütün adamlarını esir eder, mal ve
erzaklarım yağma edip şehri de ateşe vererek harâb eder. Bu şehir Ma-
carlarca dedelerinin mezarları gibi kıymetlidir. Ama Tatar, kıymet ve
saygı bilir .takımından olmadığı için halk çaresiz kalıp Tatar’a itaat ede
rek canlarını kurtardı.
Buradan kalkıp kuzeye doğru giderken Tatar askeri, kral Keminyanoş
ile tabur cengi edip onbin esir ile İslâm ordusuna katılır. İslâm askerle
rinde bir sevinç ve şenlik oldu ki anlatılamaz!... Oradan kalkıp köyleri
yaka, yıka Maroş nehri kenarına vardık. Sağlam bir köprüden İslâm or
dusu geçip, kat, kat, alay ile yürüyüp Belgrad’dan bir top menzili uzak
lıkta konuldu.
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 429
Erdel Belgrad’ı : Tuna’daki Belgrad’ın fethinden sonra bu kale yapı
lıp adına Belgrad denmiş. Bütün Erdel krallarının kaldığı yerdir. Kalesi,
Maroş nehri kenarında geniş bir sahradadır. Dört köşe, metin ve daya
nıklıdır. Beş adad tuğladan yapılmış, sağlam tabyası var, sanki Varat ka
lesidir. İki kapısı var: Biri kıble tarafına, diğeri batıya bakar. Kalenin içi
satranç işli caddeler ile süslü, san’at eseri kiliseleri ile bezenmiş idi ki
anlatılması imkânsız!... Han ve imâretleri, medrese, patrik ve keşiş hâ-
neleri, çarşı, pazar ve bedestanı ile gayet güzel idi. Kalenin kıble tarafın
daki duvarının üzerinde sahraya bakan, krallara ait, ibret verici, yük
sek bir saray var idi ki, bütün duvarları ve kapıları işli ve rengârenk na
kışlı, sütunlu somaki mermerden idi. Pencereleri prinç kafesli, billûr, ne-
cef ve moron camlar ile süslenmiş tabanı Hind işi gibi mermer ve taş
larla döşenmiş idi. Çeşitli altlı ve üstlü köşklerinde fıskiye, havuz ve şa
dırvanlarından sular fışkırırdı. Lâkin Osmanlı askerine karşı koyamıya-
cağını anladığından böyle sağlam, güzel, sevilen ve rağbet edilen şehri
bırakıp, bütün halkı dağlara kaçarlar. Her tarafa dağılan yağmacı Tatar
askerini toplamak mümkün olamdı. Önce kiliselerin çnlarını çıkardılar.
Diğer para hâzinelerini bulup, hesapsız ganimet malı aldılar. Sonra böyle
güzel bir şehri ateşe verdiler. Garip şehir ateşler içinde kalıp, hiç bir imâ-
reti kalmadı.
Daha önce Yanova savaşma giderken Mehmet Giray Han bu şehre
uğrayıp, Bağdad kalesine sarılarak altı gün, yedi gece cenk edip, sonunda
kaleyi dövmekten vaz geçmiş ve Hân hazretleri şehrin dışını ateşe vurup
gitmişlerdi. O zamandan beri Erdelliler, varoşu tâmir edip geliştirdilerse
de, o da şimdi ateşe vurulup berbât oldu. Ama bu kale halkı hile ile hazır
olsalardı hayli analar ağlatıp, cenk ederlerdi. Zira kalenin kıble tarafı ta
mamen batak ve çıtaktır. Bilmeden oraya giren kurtulamayıp boğulurdu.
Bu şehrin havası ve suyu, bağ ve bahçesi hoştur. İslâm askeri burada
iki gün konakladı. Tatar askerine yine çapula yani sefere gitmesi ferman
olundu. Onikibin asker, Kral Keminyanoş’un arkasına düşüp gittiler.
Oradan kalkıp beş saat giderek Maroş nehri kenarında menzil aldık.
Geçtiğimiz köylerin bütün malları alınıp, köyler ateşe verildi. Oradan ku
zeye doğru üç saat giderek (Antvar) kalesine geldik. Yapıcısı Yezdban
imiş. Burası da Erdel krallarının idâresinde olup Rodi îşvanoğlu elinde
idi. Maroş nehri kenarından uzakça bir ovada, güzel bir kale imiş. Manas
tırlar, saraylar, çarşı ve pazarlar, hanlar, diğer imâretleri varmış. Öncü
İsmail Paşa ile Tatar askeri ileri gidip, bütün mal ve erzakını alıp şehri
yakıp yıkmışlar. Ancak bazı yerlerde mal ve para, bağ ve bahçe kalıp,
sonradan gelen askerlere ganimet oldu.
Buradan yine kuzey tarafa gidip, dört saatte bir kule, ırmak ve bunca
otlukları geçip (Ponçap) menziline geldik. Gayet güzel bir nahiye idi. Ta-
430 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
tar askeri, Keminyanoş taburunun ardı sıra giderken bu nahiyeyi berbât
edip, yirmibin aded esir alarak orduya dönmüşlerdi. Bir esir, bir kuruşa
satılmağa başladı. Oradan sonra üç saat daha giderek (Torde) ye geldik.
Torde şehri: Erdel kralına bağlıdır. Ama ayrı bir emânettir ki bir Mı
sır hâzinesi geliri olur. Bütün serhadlere ve vilâyetlere tuz bu şehirden
gider. Ehâlisinin hepsi tuzcudur. Burada tuz çıkarılan mağaraları görme
yen, dünyada görülecek şeyleri görmüş değildir. Zira son derece korkunç,
yerin dibine varmış, her bir mâdeni cehennem kuyusuna benzeyen ma
ğaralar var ki Allah korusun esirleri bu tuz madeninde çalıştırırla'. Kur
tulmak imkânsızdır. Burada tuz kayaları dağlar gibi ^ığılmış olduğun
dan askerlerin atları, katır ve develeri, sığır ve koyunları bu tuzları ye
yip, yalayıp safâlar ettiler. Bu dünya evinde bu şekilde tuz madeni iki
yerdedir: Biri bu Erdel Torde’sidir, biri de Eflâk’tadır. Başka ülkelerde
tuz göllerde ve deniz kenarında olur. Ama Hacı Bektaş Veli tuzu gibi
taştır. Eflâk ve Torde tuzları ise fil cüssesi kadar kayalardır. Bu Erdel’in
Torde madeni yakınında büyük bir şehir vardı. Bağ, bahçe, imâret ve
diğerleri ile sanki bir İrem bağı idi. Burada bir gün kalındı. Bu şehir de
ateş ile öyle berbâd edildi ki yerinde ateşin külünden başka birşey kal
madı. Ben hakir, Melek - Ahmed Paşa’dan izin alıp bu Torde şehrinden
batıya doğru, silâhlı yiğitler ile, bir gün, bir gece dağlar içinde seğirtip
(Şolomkovar) kalesine geldik.
Bu kaleyi uzaktan görünce düşman kalesi zannedip, daha ileri var
dık. Mimarlar yeni bir minare yapıyorlardı. Meğer bu kale, bizim başku
mandanımız Ali Paşa, Varat kalesini fethedince bu da aman ile fetholu-
nup İslâm diyarı olmuş. Varat Paşasının Padişah hâssından voyvodalığı
ve nahiye merkezi yapılmış. Varat Paşası Sinan Paşa’nm adamları bizi
görünce merak edip «acaba bunlar kimlerdir?» diye birbirlerine sormaya
başlayıp bildiler ki bir alay çeteci gâzîleri:
«Bre gâzîler, hoş geldiniz, safâ geldiniz! Bre, bir aydır İslâm aske
rinden haber yok, siz nereden geldiniz, nereye gidersiniz ve İslâm askeri
nerededir?»
Diye sorduklarında :
«Vallahi, biz orduyu tuz çıkan Torde şehrinde bıraktık. Bir gün, bir
gecede ılgar ile gezip, bu kaleyi düşman kalesi zannedip geldik. Allah’a
şükür İslâm diyarına ayak bastık.»
Dediğimizde:
«Bre canım, o tuz çıkan şehir bu kalemize altı konaktır; siz bu kâfi-
ristanı bu kırk, elli yiğit ile nasıl geçtiniz?»
Diye hayret ettiler. Son derece saygı gösterip, ikram edip, ziyâfetler
vererek:
«Sakının kardaşlar, bu nahiyeden esir almayın, köy yakmayın, siz
bilirsiz.»
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ 43l
Diye bize bolca hediyeler verdiler. Ben hemen:
«Bakın a gâzîler! Bizler at sırtına geldikten sonra can ve baş oynatır
bir alay garipleriz. Biz bu diyara gelmedik, köylerini görmedik ve kasaba
larını bilmedik. Ordumuza boş gitmemek için aç kurt koyuna saldırır gibi
saldırıp elbette av alırız. Ey, şimdi öyle ise sizlerden ricamız odur ki; bu
kadar gâzîlerimizden bizimle beşer, onar tane yiğit atlanıp bize av olacak
düşman köylerini göstersin ve sınırlarınızdan yine geri dönüp gelsinler.»
Dedim. Bazı yiğitleri: «Vallahi doğru» deyip, on aded yiğit bizimle
gelmek için hazırlandılar. Ama bu Şalomkovar kalesi ağaç ve rıhtımdan
yapılmış palangadır. Çok sağlam ve dayanıklıdır. İçinde bin aded seçkin
bahadır erleri, bir câmii, yeterince cephânesi, şâhâne Macar topları var.
Kale, bir yayla dibine yapılmış olup biraz engeli var. Bağları dağdadır.
Çarşısı, pazarı ve diğer imaretleri daha yeni yapılmakta idi.
Sonra bu kaleden arkadaşlar geldi. Buradan eli boş döndük. O gün
doğuya doğru yürüdük. Kerş nehrini geçtik. Kerş’in karşı tarafında on
katana ile düşman eline henüz esir olmuş altı İslâm askeri vardı. Hemen
hepimiz dalsatır olup, bir anda onbeşini de aktarıp, yakalayıp esir ettik.
Altı İslâm askeri de zincirlerini alıp, kendilerine Hızır gibi yetişmiş olduk.
Hepsini düşmanın atlarına bindirdik. Düşmanı yaya bırakıp yürüterek
dört yanımızı yakıp, yıktık. Kırkaltı aded seçkin esir alıp, İslâm ordusu
na döndük. Esirleri satarak onar kuruş paylaştık.
Oradan da kalkıp yine kuzey tarafında geniş bir ova içinde etrafı ha-
râb ederek altı saat gidip (Samoş Oyvar) kalesine geldik.
Samoş Oyvar kalesi: Doğrusu (Onvar) dır. Erdel krallarına bağlıdır.
Lâkin Süleyman Han zamanından önce bütün Macaristan’ın ticâret yeri
idi. Kalesi bir büyük gölün kenarında altı kenar şeklinde, sağlam, güzel
bir kaledir. Yedi aded tabyası vardır. Cephâneliği ve topları ile, altıbin
aded cengâver Nemse askeri var. Hemen zafer kazanmış, mutlu İslâm or
dumuz kalenin altına varıp konakladık. Bütün asker kalenin etrafına üşüş
tü. Kaleden kâfir ancak bir yaylım top ateşi edip, sadece bir yaylım da
kurşun atmağa güçleri yetti, başka tâkatları kalmadı. Bütün papazları
kale duvarları üzerine aman bayrakları serip: «Elamân, elamân!» diye
feryad ve figâna başladılar. Kalenin batı taı atından, Melek-Ahmet Paşa
kolundan Rumeli askeri merdiven ve kementlerle kalenin duvarları üze
rine tırmandılar. Nice serdengeçtiler burç ve barolarda savaşıp, gâziler
kale duvarlarının ve bedenlerinin üzerini doldurdu. Düşmanın çoğu çu
kura düşer gibi kale hendeğine kararsızca atılıp, boğulup, öldüler. İslâm
askerleri kale kapılarını açtılar. Bütün gâziler içeriye doldular. Metris ve
lâğımsız ve tüfeksiz bu şekilde kale alındığı görülmemiştir. Ama ne sağ
lam ve dayandık kale idi! Hemen, hemen Osmanlı korkusundan çaresiz
432 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ
kalıp, aman dilediler. Ama diledikleri kabul edilmeyip, binlercesi esir
edildi. Malları fakirlere ganimet oldu. Kale bedenleri üzerinde ben ve
yedi adamım ezan okuyup, zafer alâmetlerini yerleştirdik. Bütün kilise
lerindeki putlar kırıldı. Yüksek yapılı, san’at eseri kiliseleri vardı ki; her
biri göğe yükselmiş, üzerleri mavi kurşun ile örtülü idi. Kiliselerin yedi
sinde mihrâb, minber, müezzin yeri, kürsiler yapılması ferman olundu.
Müslüman gâzilere ve İslâm toplumuna ibâdet yeri olması uygun görül
düğünde efendimiz Melek-Ahmet Paşa doğru bulmadı. Bütün devle؛• ■> yâ
nı, ileri gelenleri, iş erleri ve yaşlı gâzîler bir yere toplanıp görü1.1 ؛er.
Melek - Ahmet Paşa :
— «Eğer bu Erdel memleketini İslâm diyarına kattık derseniz bunu,
Yıldırım Bayezid Han ve Sarı - Gâzi Süleyman Han dahi yapamamışlar
dır. Onlar, Tuna’yı hudud edip, bu tarafa bakmamış ve yakmamış; Mekke
ve Medine vakfı olsun deyip gitmişlerdir. Bu kale, tâ kâfir ülkesi orta-
sındadır ki yirmi gündür İslâm tarafından bu yere güçlükle geldik. Ka
leyi imar edip, içine bu kadar insanı koyup gidersiniz, sonra nasıl korur
sunuz. Etrafında İslâm kalelerinden nâm ve nişan bile yoktur. Şeydi -
Ahmet Paşa rahmetli, bu anda sağ olsa idi buraya adam koyabilirdi. Çün
kü düşmanın gözünü yıldırmıştı. Binlercesini kırmıştı. O ele geçirip bütün
Erdel diyarım İslâm ülkesine katabilirdi.»
Deyip sustu. Bütün gâziler ve orada bulunanlar :
«Doğru görüştür. Bu kale, krallara mahsus, eski bir taht merkezi ka
ledir. Bunu İslâm ülkesine katsak bile her an düşman gelip, sarılarak alır.
Nice kere sefer dertleri çekeriz. Câmi, tekke, mescid yapmak mümkün
ama, koruması mümkün değildir.»
Deyip vazgeçildi. Bütün evlerden, kiliselerden ve hâzinelerden nice
değerli mallar alındı. Şehri yakıp, yıktılar. Gâziler, krallara mahsus büyük
saraylar şeklinde kilisenin içinde nice kralların ölülerini buldular. Ceset
lerden biri, son derece kıymetli mücevherler ile süslü gümüş bir tahtın
üzerinde oturmuş, emreder şekilde idi. Başında mücevherli taç ve sorgu
cu, önünde kıymetli ipek örtüler; kılıç, kemer, belinde, mücevherli asâsı
da belinde idi. Dört yanı altın ve mücevheı içinde çeşitli altın ve cam
sürahiler ile, sağında ve solunda yüz kese dinar bulunmakta idi. Gâziler
bunları yağmada birbirlerine düşüp, yetmiş yiğit bu çatışmada şehit ol
du. Şehitleri ordu içinde kuyular kazarak defnedip, üstünde ateşler ya
karak, yerlerini belli etmedik.
Ertesi gün bu Samuş Oy var kalesinden kalkıp, kuzey tarafına gider
ken o gün serdârdan casuslarımız gelip haber verdiler ki: «Hâlâ kral Ke-
minyanoş Acetvar nahiyesinde bütün hersekleri ve beyleri ile yüzbin as
ker toplayıp ya bugün, yahut yarın üzerinize gelmek üzeredir. Zira Şeydi -
Ahmet Paşa öldü diye düşman ayaklanmıştır. Askerimizi tâ kâfir ülke-
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNÂMESİ 433
sinin ortasına çekinceye kadar kendini göstermedi. Gâfil olmıyasın.» Di
ye serdârı haberdâr edip, ihsanlar alarak yine casusluğa gittiler. Artık
bu ağırlıkları ileri bırakmayıp, çetecileri göndermiyerek tuğların ve ağır
lıkların bir arada gitmesi ferman olundu.
Budin eyâletiyle İsmail Paşa öncü, Hacı - Kâsım Paşa ardcı, Melek -
Ahmet Paşa sağda, Çavuş - zâde solda, özengi, özengiye bütün İslâm as
keri tam silâhlı, hazır halde, ağır, ağır gitmekte idi. Bu kötü haberden
serdâr Ali Paşa hoşlanmadı. Burada Şeydi - Ahmet Paşa’yı öldürttüğüne
pişman olup, üzüntü ile tütün içip giderdi. Zira rahmetli Şeydi Paşa, as
kerin kuvvet kalbi ve düşmanın azraili idi. Oradan beş saat gidip, yüz-
binlerce demet buğday yığınları içinde, verimli bir ovayı geçtik. Samoş
nehri kenarında, yeşillik bir sahada konakladık. Burada serdâr, onbin aded
Tatar askerini düşman avı, yağma, talan ve Keminyanoş’tan haber ge
tirmeleri için gönderdi. Ben de beraber gittim. Tatar o gün, o gece çapul
sardı. Satmar nâhiyeleri adlı yerde binlerce düşman askeri batak göle ar
ka verip, bir tabur kazıp içine girmişlerdi.
Etrafına sur hendeği gibi çukurlar yarmışlar. Etraf duvarlarını büyük
ağaçlar ile örtüp içine girmişler. Yanlarında hesapsız mal ile gizlendikleri
haberini alan Tatar askeri ve tüfekçi serhad gâzilerinden ikibin seçkin
atlı ve yaya asker düşman taburu üzerine vardılar. Kâfirlerin hepsi ba
taktan dışarı çıktılar. Tam üç saat savaşıldı. Tatar askeri sonunda yan
verdi. Düşman bunları kaçtı zannedip askeri kovalamak için hepsi batak
lıktan çıkıp sahraya düştüler. Tatar askerine bayram olup, bir anda yine
dönerek düşmanı serhad gâzileri ile ortaya alarak topa tutulmuş maymu
na döndürdüler. Nicelerini kılıçtan geçirdiler. Mallarını, çoluk, çocukla
rını esir aldılar. Yedinci günde yirmibin esir ile orduya gelirken kaba,
saba elbiseyi bırakıp, bütün esirleri alıp İslâm pazarına girince askeri
miz sevinçle doldu. Hattâ benim adamlarım üç aded Macar okur, yazarı
getirdiler. Birisi gayet güzel târih bilirdi. Dünyayı gezip, görmüştü. Ama
bu esnada gelen esirlerin çokluğundan ordu içinde korkuya düşüldü. Ku
mandanın emri ile delikanlılar, kızlar ve kadınlar alıkonulup eli kılıç tu
tar, iş bilirlerden dokuzbin kadarını Samoş nehri kenarında öldürdüler.
Ben burada hayrette kaldım. «Ey Tanrım, hikmetinden sual olunamaz!
Ama bu nç gizli sırdır ki; dokuzbin adamın canı ve kanı çıkıp gitti» de
dim. Şaşırdım kaldım!... Bunları hep, Keminyanoş geldiğinde ordu için
de binlerce düşmanın olması şaşkınlık verir diye kırdılar. Bu esnada ca
suslar gelip: «Keminyanoş yirmi konak içeri, Tise nehrini geçip gitti»
diye haber verdiler. Asker sevinip, dokuzbin esiri kılıçtan geçirdikleri
ne pişman oldular ve son derece üzüldüler. Sonra Samuş nehri kenarın
dan kalktık. Yine kuzeye doğru, Kral Keminyanoş’un ardı sıra diye niyet
F : 28
434 EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİ
edip, beş saat yol aldık. Yine Sarmış nehri kenarında konakladık. Bura
da, Kral Rakoçi, evvelce Şeydi - Ahmet Paşa’dan korkusundan büyük bir
tabur kazmış idi ki. bir günde zor dolaşılır. Hendek çok derin olup, için
den Samuş nehri geçer. Hendeğin bir tarafı Samuş nehri ve doğu tarafı
da sazlık ve bataklık idi. Kral Rakoçi bu taburda da duramayıp gitmişti.
Buradan kalkıp (Küçük Torda) menziline geldik. Burası da Erdel
krallarına bağlı şenlikli bir şehir idi. Burada da büyük bir tuz madeni
vardı. Bir Mısır hâzinesi değerinde geliri olur. Ayrı bir herseklidir. Bu şe
hir de boş bulundu. Bütün mallar alınarak şehir yakılıp, yıkıldı. Samuş
nehri bu bölgede ağır, ağır akar. îki tarafındaki verimli bayırları geçip
(Kolojvar) kalesine geldik.
Kolojvar kalesi: Layoş adlı kral yaptırmıştır. Milâdi 1503 senesinde
dünyaya gelmiştir. Kırkıncı yılında bu kaleyi Süleyman Han’dan korku
suna yaptırmıştır. Şimdi Erdel krallarına bağlıdır. İçinde Nemse çâsârı
tarafından üçbin aded asker vardır. Kumandanı itaat etmediğinden bü
yük varoşunun vurulup, kalenin meydanda kaldığını gören Macarlar «el
aman» deyip kalenin burç ve barolarına vire bayrakları çektiler. (Hereko)
adlı kumandanı, serdârımıza hediyelerle gelip bağlılığım bildirdi.
Kale bağlı bir bayır dibinde, dört köşeli, sağlam bir yapı olup, çevre
uzunluğu bin adımdır. Yalın kat duvarlı, kırk kuleli, dört kapılı, hendekli
bir kaledir. Engeli batı tarafındadır ve bu yana bakan bir kapısı vardır.
Bu kapı tarafında değirmeni var. Doğu tarafındaki varoş kapısı, kıbleye
bakan meşatlık kapısıdır. Bu tarafındaki hendeği alçaktır. Bu kaleye her
kes girip, gezip görüp, alış verişler yapıldı. Ben de içeri girip, gezip, gör
düm. Onbir manastırı vardı. Her birinin servi gibi yüksek çanlıkları var.
Üstleri gümüş gibi kalaylı pirinç ve teneke örtülüydü. Her kilisenin kub
besi üzerinde insan boyu kadar, altın yaldızlı haçları var. Her kilisenin
yanında da medrese gibi papaz evleri, tüccar hanları, çarşı ve pazarları
bulunuyordu. Bütün kadınları alış veriş yapıp, kocaları da. bir iş yapar
lardı. İslâm askerinin korkusundan etraftaki köy halkı gelip kaleye gir
diklerinden hisar öyle kalabalık olmuştu ki ayak basacak bir yer yoktu.
Dörtbin aded askeri de burada hazır idi. Suyu ve havası gayet hoştur.
Buraları gezip, görüp orduya döndük. Oradan ayrılıp dört saat yol aldık
tan sonra (Febz) menziline geldik. Çimenlik bir yerdir. Buradan da üç
saatte (Şebeş Uyvar) kalesine geldik.
Şebeş Uyvar kalesi: (Mihadi Laslo) adındaki kral yaptırmıştır. Nem
se çâşârı idaresinde olan kalesinde yatar. «Bunun oğlu olan İrşek, ünlü
bir kraldı» diye Macar tarihlerinde yazılıdır. Bu kale de Erdel krallarına
bağlıdır. Ama Deşvan adlı kral-zâdenin miras mülküdür. Kale dışındaki
varoşu yakılıp içindeki düşman da aman dileyip kaleyi vire ile verdiler,
îçindeki iş erleri ve diğer görevlileri kaleden çıkıp hediyeleri ile serdâra