Table Of ContentİSLÂM ANSİKLOPEDİSİ
İSLÂM ÂLEMİ
TARİH, COĞRAFYA, ETNOGRAFYA
VE BİYOGRAFYA LÜGATİ
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ KARARI ÜZERİNE
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE
I A. ADIVAR v. 1955. R. ARAT v. 1964. A. ATEŞ v. 1966.]
T. YAZICI, S. BULUÇ, F. IŞILTAN, N. M. ÇETİN
A. KARAMAN, O. F. KÖPRÜLÜ
TARAFINDAN
LEYDEN TAB’I ESAS TUTULARAK
TELİF, TÂDİL, İKMÂL ve TERCÜME SÛRETİYLE
NEŞREDİLMİŞTİR
11. OIJLjT
SUĞD — TARİKA
İKİNCİ BASILIŞ
DEVLET KİTAPLARI
İSTANBUL
MİLLÎ EĞİTİM BASIMEVİ
1979
378 ŞECER-Cd-DÜRR - ŞEDD.
al-Manşür adıyla bî ’at ettiler. Şacar al-Durr yim-kuşam ve yer-yer ribat, tekye, zâviye,
teykif edildi ve onun suç ortaktarından 40 hânkah, âsitâne gibi adlarla anılan toplantı ve
kadarı yakalanıp asıldı. Bütün bunlar olup zikir yeri ite halktan ayrılan tarikat erbabına
•biterken Şacar al-Durr çok fena günler ya karşı, bütün bunları reddedip hiç bir suretle
şadı. Aybeg ’in eski karısının ve ondan olan halkdan ayrılmamayı, Tanrı ’ya ulaşmak için
oğlu Nûr al-Din. ‘Ali ’nin kendisinden Sç ala kendini hor görmeyi, herkesi kendinden üstün
cağını tahmin ettiği için mücevherlerini eski saymayı, halka hizmeti, mânen de aşk ve cez
veziri al-Şâ’ib Bahâ’ al-Din ‘Ali ’ye teslim et beyi esas tutan melâmet ehlinin, esnafı kavrayan
ti. Bir kısmını da rakiplerinin eline geçme ve teşkilâtlandıran amelî yönü olan fütüvvet. ilk
mesi için havanda dövdü. Şacar al Durr tah teşekkülünden itibâran şadd ’i bir şiâr ola
minlerinde yanılmamıştı ; yeni sultanın anne rak almış ve Peygamber tarafından ‘Ali’nin
si, 11 rebiülâhirde, onu yanına getirtip câriye belinin bağlandığı, 'Ali ’nin de Peygamberin
ve hademelere teslim etmiş, başına takunyalar emri ile, sahâbeden 17 kişinin belini bağladığı
ve hamam taslariyle vurdurtmak suretiyle öl hakkında bir de an’ane meydana getirmiştir.
dür terek kalenin dibindeki hendeğe yarı çıplak Yine bu an’ane ye göre, Salman Fârisi de ‘Ali
bîr hâide attırmıştır. Bir zamanlar saltanat ’nin emri ile bâzılarımn bellerini bağlamıştır..
tahtında güzelliği, zekâsı, inceliği ve zarâfeti Fütüvvet ehlinin inançlarını, merâsimleıini
ile etrafını hayran bırakan melike Şacar al- bildirdiği kadar, yazıldığı devirlerdeki birfet er
Durr 'ün cesedi günlerce kale dibindeki bu babını da tesbit etmesi bakımından büyük bir
hendekte kaldı ve sonradan Sayyida Nafisa değer taşıyan fütüvvet-nâme ’lere gSre, müşrik
[ b. bk.] yakınındaki Şacar al-Durr câmiinin ve kâfire, münafık kişiye, rem ile, yıldıza kak
içindeki türbeye defnedildi. Bu türbenin kubbe mak, fal v.s. gibi dinin kabûl etmediği ve
kasnağının etrafını çevreliyen kitâbeye göre gaipten haber verme esâsına dayanan bil
melike bunu 648 ( 1250/1251 )’de bizzat yap gilerle uğraşanlara, içki içmeği âdet edinmiş
tırmıştır. Bugün hâlâ eski şekli ile durmakta olana, halkın aybını gördükleri ve göster
dır. Şacar al-Durr ’ün hayatı Mahmud Badavi dikleri için dellâklere, yalan söyleyene, yalan
( Şacarat al-Durr, Kahire, 1933 7tarafından ya- söyledikleri takdirde dellâl ve çulhaya, mer--
ztlmış bir piyeste canlandırıldığı gibi, Circi hametsiz olduklarından avcı, cerrah ve kasaba
Zaydân’ın bir romanına ( Şacarat al-Durr, Ka vâdinde durmayana, hırsız ve zâlim kişiye,< gıy
hire, 1914) da mevzu olmuştur. bet ve iftirâda bulunana, halkm zararında ken
Bibliyografya: Metinde zikredilen- di menfaatini gören ve gözeten madrabaz
terden başka bk. M. J, Marcel, Egypte depuis ve muhtekire şedd bağlanmaz. Fakat bunlar
la Conquête des Arabes Jusqu 'à la domina dan. dellâl ve çulha ile cerrah ve kasap, hile
tion française (Paris, 1872 ); Abu’1-Farac, yapmaz, merhameti elden bırakmazsa fütüvvet
Târik (Beyrut, 1890); Circi Zaydân, Tarih yoluna girebilir. Fütüvvet yoluha girdiği hâlde
Mişr c,l-lıadݧ ( Kahire, 1306); Stanley Lane şerî’atte bildirilen büyük günahlardan birini
-Pooie, Catalogue of Egyptian coins in the yapan kişi fütüvvatten düşer. Fütüvvetten dü
British Museum ( 1879 ), IV ; Abu’l-Fidâ’, şen, fütüvvet ehlinin topluluk yeri olan mah
Recueil des historiens des croisades. Hist, filde, ihvana karşı suçunu İtiraf ederse, ih
Orientaux, I, muhtelif yer; İbn fyäs, Târih vanın rızasiyle ve cezasını çekmek suretiyle
al-Mişr ( Bulak, 1311/1312); Suhayli, Tarih bağışlanır.
Mişr al-kadîm ; Kadriya Kusayn, Muhâia- Fütüvvetin Seyfî koluna mensup olanlara
rât İslâm ( Mısır, 1331 ); Weil, Geschichte şedd yerine kılıç kuşatılırdı ki, bu kol, son
der Chalifen, 111, 483—487, IV, 4—8; C. radan „Rind" ( cem. runüd) adını alarak ve asker
Huart, Histoire des Arabes (Paris, 1913); sınıfına mensup olmadığı halde, silâhla gezen,
Götz Schregle, Die Sultanin von Aegypten ve savaşı iş edinen topluluğu meydana getir-
(Wiesbaden. 1961). — Türbesi için bk. iniştir. Ayyâr da denen bu kol, Safevîler dev
M t F AO, XIX, in v.d., 728, 730. rinde, şâhın fedaîleri olmuşlardı. Anadolu ’da
(BahrIye ÜÇOK.) ise, ilk devirde „Alp-erenler“ denen bu tâife,
ŞEDD. ŞADD, bağ, kemer, bele kuşa sonradan ortadan kalkmış ve muahhar fütüv-
nılan kuşak, yünden veya pamuktan örülen vet-nâmelerde artık Seyfî fütüvvet erbâbma
şedd, fütüvvet ehli tarafından, kendini futüv- rastlanmaz olmuştur.
vet yoluna vermiş olan kişinin, o yola bağ Fütüvvet libası, sonraki fütüvvet-nâmeler-
landığını, hizmete ahd ettiğini, inancına bağ de hırka, tac, hattâ Bektaşîlikten geçtiği, Bek-
lı bulunduğunu bildiren bir şiâr olarak ka taşiiere de daha Önceki' Hayderîlerden kal
bul edilmiştir. Tanrı ’ya ulaşmak için kabûl dığı sanılan „palheng“ gibi şeyler ve merasimde,
ettikleri zikir, riyâzet, halvet, halktan ayrı gi tıraş, olmak da bulunmakla berâber, bütün iü-
ŞEDD. 379
tüvvot-nâmclerde şedd ve şalvar [b.bk.]’dır. rl a va yâ aşhâb al-farika, al-salâm ‘alaykum
Hattâ bazılarında hırka ve tacın tasavvuf eh yâ ahi pl-şadd va ’l-ahd va’l-vafâ’, al sa-,
line üt olduğu, bunlara karşılık şalvar ile lâm 'alaykum yâ ahi al-muruvvat va 'l-ka-
şeddin fütüvvet ehlinin şiârı bulunduğu tas ram va'l-sâhâ’ „gelmekliğimiz Tanrı için,
rih edilmektedir. Fütüvvet ehline göre şedd durmaklığımız Tanrı için, söylenmekliğimiz Tan
ve diğer kisveler, Cabrâ’il vâsıtasiyle Peygam rı için. İşbu karındaşımız, uluların ayağına
bere gelmiş, o, da ‘Ali ’ye giydirmiştir. gelip bu makam-i insafta durmaklıktan murad
Şedd, fütüvvet mahfilinde şu suretle kuşa- oldur ki ihtiyarların silsilesine bağlanıp, kata
tılsrdı: Fütüvvet ehlinin .ulusu olan nakib, rına çekilip, erkânın görüp, sâhib-tarîk olup
ihvanın huzûrunda, kıbleye karşı ayakta du şâh-ı merdan kapısına beli bağlı kul ola ve
rur ve istiâze ve tesmiye ile XVII. sûrenin hânedân âşıklarına hizpıetkâr ola. Bu âşıkın
3*.—39. âyetlerini okurdu. Ondan sonra Pey hakkında ne buyurursunuz“ der. Mahfil ehli, ah
gambere ve Ehl-i beyte setevat verir, halifenin laklı mahalluku; „maslahat görürüz; mübârek
adını anar, ülkenin padişahına duâ eder ve olsun“ deyince nakib, tâlibİ pîr huzuruna gö
„Yüce Tanrı suyu temiz yarattı; tuzu da, her türür. Pir talibin elini tutup bay'a âyetini
şeyi oldurucu halk etti“- deyip „bu, tatlı ve ( XLViII, 10 ) okur; tövbe ettirir; şehâdet ge
içilecek sudur; şu, tuzlu ve. acı su..." âyetini tirtir ; ona ehl-i beyt sevgisini telkin eder. Sonra
(XXV, 53 ) okur, „bunu ahid, bore ve söz ver tâlib, fütüvvet yolunda kendisini yetiştirecek
me alâmeti kıldı; Allah lânet etsin ahdini bo bir yol-atası seçer. Pirinin, yol-atasmın ve iki yol
zana“ sözlerini ilâve, ederek etindeki bir tu -kardeşinin aşkına mahfile bir armağan snnar.
tam tuzu suya atar. Bu esnada, terbiye de Yol-atasmın huzûruna varıp iki diz üstüne
nen ve kendisine şedd kuşatılacak olan kişi, oturur. Bu sırada yoi-kardeşlerinin biri sağın
sol yanında .ve ayaktadır. Sonra meclisdekile- da, biri solunda aynı tarzda oturmuş ve elle
re; „Ey hâzır bulunan ulular, bu tâlib-i râgıb, riyle tâtibin eteğine yapışmışlardır. Ata, sağ
cedde ulaşan fütüvvet şedd ’ini kuşanmak is eliyle manevî oğlunun sağ etini, baş parmakları
ter ve sizinle, ulu Tanrı’ya tevessül eder; filâ düz ve birbirine bitişik bir tarzda tutar. Na
nı şeyh edinmek diler“ der; meclisdekilerin kib talibin atasının ellerinin üstüne bir mendil
rızâsından ve onu rafîlç ’liğe kabûlünden son örter. Ata, istiâze ve besmele ile XXXVI. sû
ra imama niyâbet yoluyla, ona fütüvvet kuşa renin öb, âyetini okur. Bu âyet okunduktan
ğını kuşatır ve şerbeti, yâni tuzlu suyu içirir. sonra yol-kardeşleri, tâli bin eteğini bırakıp
.Fütüvvet yoluna giren, fütüvvet ehlinden bi ata ile oğulun ellerinin üstüne ellerini koyar
risini kendisine kardeş edinmek isterse yine lar. Yol-atası, at-ia’zim li-amri ’ilah va
mahfilde, ikisine de şedd kuşatılır ve nakib, -şaflçati ‘ala halkı ’ilâh va’l-danyâ bi-mu$5-
ikisine de fütüvvet şerbetinden birer yudum mafıâi1'1 va’l-âhira bi şafâ'a sözlerini söyler,
içirir; kıdem sırasiyle meclisdekilere de sunar oğulun yüzüne bakıp ,,Hasbatan li’llâh,vaşlatan
ve sonunda kendisi içer. Bu şer.bete şarbat-i ilâ mariati’llâh“ deyip XXVI. sûrenin 88 /89.
murâza'a denir. Fütüvvetin „kavli" kolunda, âyetlerini okur.
yalnız söz vermek vardır; şerbet içilince „şur- Böyiece, nim-iarilş olan, yâni yola adım
bî“ kola girilmiş ve bir'derece yükseğe varıl atmış bulunan tâlib, şâh,i'a-iarik olmak için,
mış olur. bir müddet hizmetten sonra „pır" de denen
Şedd bağlam a m erasim i. Seyyid şeyh ile halvet bir yerde buluşur. Nakib kıb
Gaybî-oğlu Şeyh Hüseyn ’in, Fâtih zamanın leye karşı yere bir seccâde serer. „Allah, Cab
da (1451—1481) yazdığı Kitiib futuvvat-nâ- râ’il, Muhammed“ diyerek üç adım atıp secca
ma li-arkân al-maşâyih va aşhâb al-şadd adlı deye geçer. İki rek’at bâcet namazı kılar. On
Türkçe fütüvvet-nâmesinde şadd bağlama me dan sonra tâlib de aynı tarzda iki rek’at namaz
rasimi şöyle anlatılmaktadır: edâ eder. Sonra nakib şedd ’i alıp seccâde üs
Fütüvvet ehli, mahfilde yerlerine oturur tünde beş kat olatak dür er, sonra üç kat edip
lar. Nakib, . önce sol elindeki testiden, sağ makamında oturan şeyhe sunar. Şeyh üç İhlâs
elindeki süpürgeye su döküp ıslatır; orta (CXit. sûre) okur ve tâtibin mensup olduğu
lığı hafifçe süpürür, yerine oturur. Herkes “san’atın şeyhine verir. O, ayağa kalkıp şedd ’i
hakkını dileyip birbirinden râzı olduktan son sağ eline alır; Arap alfabesindeki elif gibi düm
ra - nakib tekrar kalkar, sol eline bir tutam düz tutar. Sonra iki, üç, dört, beş nıbâyet on
tuz, sağ eline bir su kabı alır; Tuzu suya dö iki kat olarak katlar; sonra yine elif gibi düz
ker. Sonra bunları yerine bırakıp şedd kuşa tutarak kıbleye karşı seccâde üstüne, serer.
nacak kişiyi yerinden kaldırarak peymançe Sonra Cabrâ’il V işaret olmak üzere J, sonra
yerine (kapı yanına) götürür. Ona tercüman Muhammed ’e, sonra da ‘Ali ’ye ışâret olarak
lık ederek, al-salâm 'alaykum yâ arbâb al-şa- “f„ 've şekline getirir. Bir ucunu seccâde-
nîn bir köşesine götürüp ortasını seccadenin deki tek nüshasında, bağlanış şekilleri,’ resim
eteğine doğru büker, diğer ucunu diğer köşe leriyle tesbit edilmiştir (var. I39 *>— 140a . Di
sine götürüp İ şekiıne sokar. Sağ köşesine eli ğer san’at ve hirfet erbabına, şedd yerine son
ni koyup La ilâha illa'liâh der. Elini kaldır raları yine hususî bir merasimle peştemal ku
madan seccadenin eteğindeki büklüme götü şatıldığı muahhar fütüvvet-nâmelerden öğre
rerek La ilâha illâ hava, diğer ucuna götürerek nilmektedir- İlk fütüvvet-nâmélerdè peştemal.
Lâ ilâha illâ anta der ve H. sûrenin 163. âye şalvar giydirilmeden önce kuşatılmakta, sonra
tini okuyup sağ elini şedd’in ortasına, sol şalvar giydirilmektedir. Zaman geçtikçe peş
elini altına koyduktan sonra 111. sûrenin 103. temal kuşatmadan sonra tıraş da fütüvvet
âyetini okur. Ortası biraz aşağıya sarkmak erkânına girmiş, hattâ peştemal kuşatma me
üzere iki eliyle uçlarından tutar; III. sûrenin rasimi baharın ve yazın mesire yerlerinde ya
18. âyetini, sonra da fütüvvet hutbesini okur. pılmaya başlanmıştır. '
Şedd’in sağ elindeki ucunu talibin başından Fütüvvet ehline göre şedd bağlanırken tâ'*-'
aşırip- atar ; elindeki uç talibin sağ yanına ge libinbeli ve karnı haramdan, dili gıybet ve
lir. „Bu mühür şedd-i ‘A1İ ’nindir kim bizim bühtandan, abes sözlerden, hattâ duyduğunu
elimizden sizin elinize yetişti" deyip şedd ’in söylemekten, eli halkı incitmekten'ayağı Tanri
ortasına bir düğüm atar. „Şedd-i ’Ali’dir kim rizâsına muhalif yerlere gitmekten bağlanmış
üstadın eline yetişti" deyip bir düğüm daha olur ; bunlara karşılık da cömertliği; keremi,
atar, ti imamın [ bk. mad. İSNÂ AşerİYE] ad tevazuu, affı, yokluğu ve gerçek uyanıklığı
ları geçen bir tercüman [b. bk.] okur ve iki açılır. Şunu da söyleyelim Ici, ipeğin, bir çök
yanını birleştirip üstüne iki düğüm daha dü müctehitlerce erkeğe haram sayılması do'ayı-
ğümleyerek „mühr-i ‘Ali ’dir ve mühr-i Mu- siyle, şeddin ipekten olması câiz görülme
hammed ’dir" der; talibin beline, sol tarafı miştir, . ’ '
bir az daha aşağı sarkmak üzere bağlar; -'eli— Şedd, Mevlevi Bektaşi, Rifâi ve Sa’dî ta- ■
ni bir düğümün üstüne koyup on dört masu rîkatlerine de girmiştir, Esâsen 'Mevlevi ve
ma [ b. bk.] selevât verir. Mühür üstüne eği Bektaşi tarîkatleri, erkânını fütüvvet yolundan
lerek : gaddar, nigahdâr, sahidâr, gi rdâr, bi- alsı ak kıirulmuş tarîkat’erdir. Daha Mevlânâ
pSş, bibur, bidih, bistân ( „hatırla, unutma, sıkı zamanından itibaren bir çok ahiler, Mevlânâ ’y«
yapış, sıkı tut, ört, götür, ver, al") der. Bu söz bağlanmış, Suttan Veled ’e intisap etmiş ol
ler, bu ahdi hatırla, unutma, bu şedd’e sıkı ya duğu gibi, Mevlânâ ’nın sohbet arkadaşı ve
pış, sıkı tut, kulların ayıplarını ört, muhtaç ola halîfesi Tebrizli Şams, „Makalât“ indari an
na İhtiyacı olan şeyi götür, yola ve ihvâna canını, laşıldığı veçhile, fütüvvet er 1er indendi; Mevlâ
matını vCr ; hakikat sırrını al, mânalarını tazam- nâ’dan sonra onu temsil eden Çelebi Hüsâ-
mun eder. Şedd bağlanırken talibin elleri, meddin, Konya ahilerinin reisi Ahi Türk oğ
ayaları birbirine yapışık, parmakları açık luydu. Mevlevîlikteki elifî nemed, şeddin“ bîr
olarak başı üstündedir. Nakib, tâlibi bu hâlde başka şeklidir. Bektaşilerdeki tiğ-band ise, tâ-
mahfile götürür; herkesi tebrik eder ve müh mâmiyte şeddin aynıdır. Nasib alacak kişinin
rü ziyaret eyler. adına kesilen kurbanın yününden Örülen bu
Şedd şekilleri. Meddahlara şadd-i ali- uzun yün ipe, nasib alan mücerredliğe ikrâr
fi, gaza ehline şadd-i kavsi, sakalara şadd-i lâ- verecekse, üç düğüm vurulur; evli ise; yahut
malifi, ferraşlara, yâni savaşlarda çadır kurup mücerredliğe ikrar vermiyecekse, iki düğüm
döşeyenlere şadd-i Sulaymânî, dervişlere şadd-i vurulur ; üçüncü düğüm, bağlanırken çÖzSîC-
Yûsufi, seccade sâhioi olan şeyhlere şadd-i mih cek şekildedir ve haramdan beli bağlanmış,
rabı, cerrah ve kasaplarla hamamda hizmet eden çözülerek de belâliné açılmış olur. Ti ğ-band
lere şadd-i ha/i kuşatıhrdı. Elifi şedde şadd-i râ- bağlanırken talibin elleri aynen fütüvvet eh
mlyân, kavsi şedde şadd-i fâhirân, lâmelifi şed lindeki gibidir. Sa ’dî ve Rifâîlerin bî ’af' me
de, şadd-i iştirak, Süiaymânî şedde şadd-i hadi- rasiminde de dervişe şedd kuşatılır ve kemer
mân, Yûsufi şedde şadd-i mişrigân, mihrâbî verilir. Tuzlu su yerini de bu tarikat 1er de şer
şedde şadd-i tâtiyân da denilirdi! Bu şedd şe bet almıştır. ‘
killeri, şedd’i bele bağlamak ve uçlarını bağ 475 ( 1082/1083 )’te, Ziyârîterden emir Kâ*
lanan şedde sokup bir yanından çıkarıp sarkıt*- büs ‘Unsur al-Marâl i tarafından oğlu Gilâtı
maktan meydana gelmektedir. İstanbul ’da, Üs- Şah’a yazılan Kâküs-nâma'de, 44. bâb civan
dar ’da rifâî âsitânesi bânîsi ve şeyhi Şamlı Şayh mertliğe ayrılmıştır. Bu bâbda, civanmertliğin,
Yasin’in halîfesi Hâce-zâde diye mâruf Mu- 1, sözünü tutmak, 2. dediğini yapmak, 3. sa
tjammed Tâbir b. ‘Abd Allâh b. İsmâ'tl tara- bırlı olmak esaslarına dayandığı belirtilmek*
tarafından 18 fasıl olarak te’lif edilen Minhâc te dir. Zerdüştîlikte, on ikişer ipliklt aitıipten
al-mnrtdin ’in kendi elyazısiyie yazılmış, biz- meydana gelen örgü l^kustiu ), muayyen yaş-
ŞEDD — ŞEDDÂD. â8ı
ta' erkek ve kız'çocuğa mobed tarafından ku kalardaki vâlilikleri en az VI. (XII.) asrın
şatılır. Bele üç kere dolanan bu ip, Zerdüştî- sonuna kadar etlerinde bulundurdu.Bünlar muh
liğin esasları olan maniş-i nîk „iyi düşünce“ temelen Kürd asıllı idiler ; bunların Arrân ’da
gnş-i nîk, „iyi söz“, kuniş-i nik' „iyi iş “e en mühim" şehirleri Nahçıvan, Gence, Tiflis,
işarettir. Bu ipe dört düğüm vurulur. Kusti, Demirkapı ve Karabağ idi. Sakinleri veya
sadra denen kotsuz gömlek giydirildikten son Lesgi şeklinde isimlendiriliyorlardı.
ra gömleğin- üstüne bağlanır. BÖylece hırka 337 (948 ) senesinde, Azerbaycan ’daki Mu-
nın sadra ’den geçtiğini, kusti ’nia de şedd hâ safir—oğulları hükümdarı Sallar Marzubân
linde fütüvvet erbabına ve tarîkatlere intikal Muhammed Rey, kapıları önünde esir olunca,
ettiğini söyleyebiliriz; nitekim Bektaşilerdeki memleket büyük karışıklığa sürüklendi. Taraf-
tiğ-band ’in üç düğümü de ele, düe ve bele darı olan her reis kendisini bir şehir veya
işarettir; talibe verilen öğütler atasında da mıntakanın müstakil hâkimi ilan etti. Bunlar
bu üç esas, „elin tek, dilin pek, belin berk arasında Muhammed b. Şaddâd b. ÇarÇü ismin
tut^ tarzında telkin edilir. de birisi de vardı. Bu zat, 340 ( 951 ) tarihlerinde
Bibliyografya: Abdülbâkî Goipı- kendisini, önce Dabi! hâkimi ilân ettikten son
narlı, Islâm ve Türk illerinde fütüvvet teş ra, Azerbaycan ’m hakikî hükümdarı oldu ve
kilâtı ve kaynakları ( îstanbal üniversitesi görünüşe nazaran makamını, 344 (955) yılına
iktisat Fakültesi Mecmuası, teşrin l, 1949— kadar olduğu gibi muhafaza etti. Fakat sonra
temmuz 1950, 11, 3—354 ), bu makalede, iktidarı inhitata başladı ve 360(970) senesinde
NakkâşAhmed b. tlyas al-Hartbarti’nin, Abu oğlu ancak Arrân vilâyetinde onu istiblâf etti.
’1-Haşan 'Ali ’«in eserini ihtisar ederek yaz Aynı tarihlerde Gence ’de, Muhammed b. Şad
dığı Tuhf at al-vaşâyâ ’mh, müellifi meçhul dâd’m kardeşi olması muhtemel olan, Fazlün
Farsça bir Fütüvvet-nâme 'n:n h. VII. asırda adlı birisi hâkimdi. Muhammed b. Şaddâd b.
yaşayan Naem Zarküb ’un, ‘Abd al-Razzâk Kartü ’nun oğlu Abu ’1-Hasan 'Ali b. Ca'far
Kâşâni (ölm. 736—1335/1336)’nin ’Ala’al- Laşkari idi; bu zat sekiz sene saltanat sürdü.
Davla al-Samnâni’nin, 699 {iZ99/i3oo)’da Yerine kardeşi Marzubân geçti; bu zât da ye
Naşiri tarafından tasnif edilen mensur ve di yıllık hükümdarlıktan sonra bir av esna
manzum Farsça Fütüvvet-nâme ’lerinin tıpkı sında, Fazl b. Muhammed adlı kardeşi tarafın
basımları, ve tercümeleri de yer almaktadır ; dan Öldürüldü. Fazl iyi İdarî tedbirleri saye
ayn. mil. Burgâzî ve fütüvvet-nâmesi ( aÿn. sinde kendisini teb ’asına sevdirdi. Aras neh
mecmua, teşrin 1. 1953—temmuz 1954, XV, ri üzerinde muhteşem bir köprü inşâsı onun
76—153 ); ayn. mil., Şeyh Seyyid Caybî-oğlu dikkate şayan icrâatmdandır. 422 (1031) sene
Şeyh Seyyid Hüseyin ’in Fütüvvet-nâmesi ; sinde, 47 yıllık saltanattan sonra öldü. Yerine
ayn. mil. Fütüvvet-nâme-i sultanî ve fütüvvet oğlu Abu ’1-Fath Müsâ geçti ve 3 yıl hüküm
hakkında bâzı notlar ( ayn. mecmua Teşrin I. sürerek yerini Abu ’1-Hasan 'Ali b. Müsâ Laş
195S— temmuz 1956, XVII, 27—1*6; iz?—155) kari ’ye bıraktı. Bunun hükümdarlığı 440 (1048)
ayrıca krş H. Thorning. Beiträge tur Ken senesinde vuku bulan ölümüne kadar devam
ntnis des islamischen Vereinswesens auf ettî. Gence ’de şâir Katran [ b. bfc. ] ’m ha
Grund von „Bast madad et taufiq“ ( Tür milerinden biri bu Abu ’1-Hasau ’dı. Yeri
kische Bibliothek, XVI )Berlin, 1913,3, 1—7, ne oğlu Nûşirvân hükümdar oldu ise de, 3 ay
123—164 ve 197 v. dd. ; V. Kr emer, Culiur- sonra öldü ve kendisine Abu’l-Asvâr Şâvir b.
geschickte, II, 187 ; Elia Kudsi, VI» Con at-Fazl halef oldu. Biz, ona dair, bu hânedâ-
grès des orientalistes, Leiden, 1884, II, I— nın diğer âzası hakkmdakindeu daha fazla
34; Goldziher, Abhandlungen zur arabi malûmata sahibiz; zîra Kaykâ’üs tarafından
schen philologie, 1899, II, s. LXXVII — Kâbüs-nâma adlı eserinde bir çok defalar
LXXX1X; Köprülü-zâde M. Fuad, Türk zikredilir ve tbn al-Aşir, onun, 446 ( 1054) se
edebiyatında ilk mutasavvıflar, Istanbul, nesinde, Tebriz’i e’e geçirdikten sonraGence-
1919, s. 412. (A bdülbâkî Gölpinarli.) ’yi ziyaret eden Tuğrul bey’e bî’at ettiğini
ŞEDDÂD. ŞADDAD, BanI. Hakkında çok anlatır. 459 (1067) tarihinde Abu’l-Asvâr
az malûmata sahip olduğumuz Bani Şaddâd 340 ölünee, oğlu al-Fazl II. Minuçihr hükümdar ol
— 468 (951/952—1075/1076) tarihleri arasında du. Kaykâ’üs 468 (1075 ) senesinde yazdığı ese
Arrân [b.bk, ]‘da hüküm sürmüştür. 468 se rinde (ayn. yer) Fazlün b. Abu’1-Asvâr’dan
nesinde memleketinin büyük bir kısmı Melik- mâzî sıgasİyle bahseder. Anlaşıldığına göre,
şah tarafından zaptolunmuş ve imparatorlu bu Fazlün *un ölümü ve Arrân ’in Malikşah
ğuna katılmıştır. Buna rağmen, bu ailenin âza tarafından zaptı ile Bani Şaddâd hanedanının
sı sonraları da, Selçuklulardan satın almış istiklâli sona ermiştir; bu sebeple bu ta
■Icîukları Gence ve Anı gibi, muhtelif minta- I rihteıı itibaren bu ailenin tarihini tâkip etmek
ŞEMSEDDİN SÂMÎ - ŞEMSÎYE.
{Mehmed Emin, Türkçe şiirler, İstanbul, 1316 TÛrkischen Moderne (Leipzig, 1902), s. 38
„takriz“, s. jo v. d.). v.d.; Abdurrahman Şeref, Tarih musâhabe-
Son yıllarında Ş. Sami !nin faaliyetini eski teri ( İstanbul, 1339 \ s. 336— 341; İbrahim
Türk dili sahasına teksif etmesinde Veled Çe Necmi, Tarih-i edebiyat dersleri (İstanbul,
lebi ve Necib Asım ’m da te ’sir ve yardımı 1341), U,217—221; Bursall Tâhir, Osmanlı
olmuştur. Necib Âsim, Kutadgu bilig ’i Vam- • müellifleri (İstanbul 1342), III, 87 v.d;; Ak-
bery neşri üzerinden tercümeye çalışan müel çuraoğlu Yusuf, Türkçülük ( Türk yılı, İs
life, ondan daha doğru olan Radloff neşrini tanbul, 1928), s. 352—355 ; Necib Âsim, Ş.
ve Thomsen ’in Orhun abidelerine dâir eseri Sami (T T E M, 1930, yeni seri, nr. 2, s. 24
ile, bunlardan sonra Kıpçak diline âit muhtelif —341; J. H. Kramers, Sâmî ( El,), Hikmet
lügatleri ve al-Tuhfat al-zakiya ’yi kendisinin Turhan Dağiıoğlu, Şemseddin Sâmî (İstan
te’min ettiğini kaydetmektedir. 1900 ’de, Ka- bul, 1934); İsmail Habib, Avrupa edebiyatı
mâa-ı Türkî mukaddimesinde, Türk dilinin ya ve biz (İstanbul, 1941 ), II, tür, yer.; Âgâh
zılı vesikalara göre mazisine başlangıç olarak Sırrı LeVend, TÛrk dilinde gelişme ve sâde-
X. asır öncesini almamasına bakılırsa, o de leşme safhaları i Ankara, 1949), tür. yer.;
virde henüz Orhun âbidelerini lâyıkiyle tanı Nihad Sâmî Banarlı, Resimli Türk edebiyatı
madığı anlaşılır. Şemse ddin Sâmî son eseri tarihi, (İstanbul, 1948 ), s. 336—338, .
olan Lehce-i Türkîye-i memâlik-i Mısır ’ı, Abü ( Ömer Faruk AkOn.)
Hayyan ’m Kitüb al-idrâk’i ile, Houtsma’mn ŞEMSİYE. ŞAMSİYA, Abu ’l-Şanâ Şams.
neşrettiği Kitâb-ı mecmû ’-1 iercümârt-ı türkî..., al-DIn Ahmed B. Abî ’l-Barakât Muham
Codex Camanicus ve al-Tuhfat al-zak'ya ’yi med B, ‘ÂRİF Haşan’ın Halvetıye içinde
terkip etmek sûretıyle meydana getirmiştir. kurduğu şÛbeye verilen addır. Halvetîye'nin
Onun neşre hazır olan Kutadgu bilig ve bu şûbesi „Si vâsi ye“ de tesmiye olunmuş
Orhun âbideleri metinlerinin izahlı tercümele fakat sonra bunun içinde, ‘Abd al-Ahad Nü-
ri,df-TVıÂ/af al-zakiya metin ve tercümesi, Kıp ri-i Sivâsi {ölm. 1061 = 1651 ,’nin kurduğu
çak Türkçesinîn umûmî lügati ve diğer bâzı şûbeye „Sıvâsiye“ adı verilmiş, Şams al-Din e
araştırmalarının zamanında neşredilmemesi bir mensup olanlara ise „Şemsîye,, denilmiştir.
talihsizlik olmuştur. Tibyân, Şams al-Din Ahmed’in, 928 1521/
Ş. Sâmî diimâ yeni ve çok defa devrini aşan 1522) ’de Zile ’de doğduğunu yazıyorsa da,
fikirlere sâbip bulunmaktaydı, Onun bu yönü bilhassa Halvetîye meşâyihine âit mevsuk ma
aşağıda zikredilen hususlarda da görülür: lûmatı, Hadi yat al-ihvân adlı mensur Türkçe
dildeki tutumlarını tasvîp etmemekle beraber, eserde toplayan Nainıi Muhammed (1112=
uğradıkları hücumlara karşı Servet-i fünûncu- 1700/1701), onun 926 (1520)’da doğduğunu
ları* kendi nesli, içinde tutan ve müdâfaa bildirmektedir. 1003 (1594 ) ’te yazdığı Nakd-i
eden yine o olmuştur. Lâtin harflerinin ka hâtır ( yahut Nakd al-hâtir} ’da, yaşının
bulüne temayül göstermiş, bizde de, Avrupa’da yetmişi aştığını kaydettiğine göre, doğum yı
ki Şark dilleri mektebi gibi, başta Arapça ve lı olarak bu son tarihi kabul etmek gere
Farsça olmak üzere, çeşitli şark lisanlarını mo kir. 7 yaşında iken babasiyle Amasya ’ya gidip,
dern usullerle tedris edecek bir müessdsenin babasının şeyhi ve Sayyid Yahya-i Şirvâni
kurulması lüzumunu belirtmiştir. Çocuk kitap (862=1458 ) ’nin halifesinin halîfesi Amasyalı
ları mevzuunu başlı-başma 'bir mes’eie olarak Muşlih al-Din ’e ve aynı koldan gelen Şirvanlı
ele almıştır. Edebiyatta yeniliğe taraftar ol Macd al-Din ’e intisap etmiş, tstanbul ’a gelip
duğunu da Recâi-zâde ’nin hücumlara uğrayan tedris hayatına atılmış, sahn müderrisliğine
Ta 'lim-i edebiyat ’mı, avrupâî tarzda bir be- kadar yükselmiş; fakat bir gün kazaskeri zi
lâgat kitabı sıfatı ile müdâfaa etmek gibi yarete gittiği zaman, mevkî ıstiyenlerin . kü
vesilelerle göstermiştir. çülmelerini görüp iğrenmiş ve tasavvuf yolu
Bibliyografya: Metinde gösterilen na sülûküne bu vak’a sebep olmuştur. Zama
lerden başka bk. Ahmed Ihsan, Şemseddin nında büyük bir şöhrete ulaşan Şams al .D in
Sâmî Bey (Servet-i fünân, XI, nr. 275, 6 Ahmed, hacca gitmiş, Zile’ye uğrayıp akraba
haziran 1312, s, 226 v. dd.; burada yer alan ve sını ziyaret eylemiş, sonra tstanbul ’a dönüp,
kendisi tarafından yazılmış bulunan hâl ter tedris ve va'z ile meşgul olmuştu. Her hâlde
cümesinin ikinci neşrinde bâzı kısımları ikin esmer oluşundan dolayı kendisine Kara Şemsi
ci neşrinde çıkarılmıştır: ayn. mecmua, nr. ve Kara Şemseddin denildiğini Peçevî ( Tarih,
687, 10 haziran 1320, s. 163 v.d.); Veled II, 290; ve Nazmî Muhammed {Hadiyat al-ihvân)
Çelebi, Lisanımızın esasları ve Şemseddin kaydetmekte, aynı zamanda bütün kaynaklar,
Sâmî Bey (Resimli kitap, ı eylül 1324, nr. Eğri seferinde bulunduğunu ve savaşa da ka
i, s. 24—29 Paul. Hqrn, Geşchiçhtç dşr tıldığını bildirmektedir. Nakd al-hatir ’1, 1003
ŞEMSÎYE - ŞEMS-Od-DEVLE 4*3
' 1594;—1595 )’te Sivas’ta yazdığına göre, 1560 )’de tasnif edilen Hail maâkid al-kavaid
mezkûr şehre gidip orada yerleştiği anlaşıl {Kaşf al-zunun, I, 124, II, 1825 vl d. ). Âfa-
maktadır. Rebiülevvei 1006 (Teşrin 1-ÎI, 1597) şida-i bur’a metni ve manzum tercümesi
Sivas’ta vefat etmiş, tekkesine gömülmüş, son nin, 986 (mart 1578 ) evâilinde kendi el yazı*
radan medfenine bir türbe yapılmıştır. Hadiyat siyle olan nüshası, Üniv, kütüp., nr. TY 3053
al-thvön, vefatına söylenen üç tarih kaydet ’te kayıtlıdır. Çiçeklerin karşılıklı konuşması
mektedir ki üçü de aynı yılı gösterir. Bu ba na dâir Gülşen-âbâd’mm bir nüshası, Konya
kımdan vefat yılını farktı gösteren kaynakla ’da Mevlânâ müzesi kitapları arasında 1670
rın yanılmış olmaları muhtemeldir ( bk. Sicill-i numarada kayıtlıdır. Abu Hanifa ’nin Manâkib
Osmânî, III, 165). ’ine âit yazdığı kitabın sonunda 1001 hicriye
Şemseddin Sıvâsî’nin 30 ve belki de daha kadar tasnif ettiği kitapların adlarını zikret
fazla eseri vardır. Manzum eserlerinden olup mektedir.
Abu Hanifa ’nin menakıbine âit bulunan ve Şemseddin Sıvâsî ’nin, manzum ve 'mensur
lool ( 1592-1593) 'de te’üfi ikmâl edilen Ki- eserlerinin hemen hepsinden,Hanefî mezhebine
töb al-hiyâz miti şavb ğamâm al-fayyâi adlı pek bağlı bir zât olduğu açıkça anlaşılmakta
' eseri ( bk. Kaşf al-zunûn, İstanbul, 1943, H, dır. Arûza, lisana hâkim olmakla berâber, onda
1839 \ 1291 ’de İstanbul ’da basılmıştır. Mevlidi, üstün ve coşkun bîr şâir ruhu yoktur. „Şemsî"
İstanbul ’da ( 1286, 1936 ve 1949 ) ve Sıvas.( ts.) mahlasını kullanır ve şiirleri zibidinedir. Kur
’ta basılmıştır. Mensur kitaplarından Menâ- duğu şûbenin alâmeti farikası olarak Halveti-
kib-i çahâr yâr-i giizin ’i İstanbul ’da ( 1290, ye ‘de beyaz çuha veya keçe üstüne siyah di
1309, 1312 ) basılmıştır. Sıvâsî, bu eserini, 8 kişli olan tacın, Şemsîye ’de sarı çuhadan ol
cemâzîyelevvel 989 ( 10 Temmuz 1581 )’da bi masıdır. Bunlarda tacın tepesine, en küçüğü
tirmiştir. 1002 ’de istinsah edilmiş bir nüshası, üstte olmak üzere, birbirinden küçük üç dâire,
Ünîv. kutup., nr, TY 6434’te kayıtlıdır. Man en üste de bir düğme ilâve edilmiştir. Zikirde
zum kitapları, Dîvân-ı ilâhiyât, Süleyman de esmâ-i seb ’a deueu La ilâha illa 'ilâh,
-nâme, trşâd al-avam, Manâsik-i hacc, Mir ât AUâh, Hû, ifakk, Hayıj, Kayyüm, Kahhâr ad
al-ahlâk, Ibret-nümâ, Gülşen-âbâd, Heşt be- larına gadir, Kavi, Cabbâr, Mâlik, Vadâd
hift, Mir‘ât al-aşvâlç, al-Şafâyih fi tarcamat adları eklenmiştir ki böylece 12 ’ye çıkan bu
al-lavâyih ve Tarcama-i kaşida-i bur’a ile adların son beşine Furü’ât-i asma denilmiş
Attâr’ın llâhi-nâma ve Pand-nâma’sinden ve Sıvâsî bu 12 adla „sülük“ u esas tutmuş
yaptığı tercümelerdir. Hadiyat al-arifin va tur, Şemsîye şûbesinde riyazet, halvet ve mü-
asma’ al-mu’allifin ( İstanbul 1951, E, 130 câhede pek kuvvetlidir.
v. d.), manzum Mantilf al-tayr tercümesi ile Bu adda bir tarikatın Badaviya ’nin kolu ola
manzum ve mensur Risâlat al-ta’vîl adlı bir rak Mısır ’da da mevcud olduğunu Le Châtelier
risalesi bulunduğunu kaydeder. Mensur kitapları (Confréries, s. 50) kaydetmektedir.
ise şunlardır: Gazali’nin risalelerinden fayda . Bibliyografya: Metinde zikrediien-
lanarak dört bölüm üzerine ve ma ’rifet hak terden başka bk. Müstakîm-.zâde Süleyman
kında, 993 ( 1585 ) ’te te’lif ettiği Manâ zil al- Sa’deddin, Hulâşat al- hadi ya, mecmua .Üniv.
‘arifin; ehl-i sünnet akaidine dâir Durar al- kütüp., nr. TY 9686, var. 1628—1858); Harî-
'akâ'id', 1003 (1594/1595 )’te 70’i aşkın bir yaş rî-zâde Kemâleddin, Tibyân vastî’il al-hakâ-
ta Sivas ’ta tasnif ettiği ve Eshâb-i kehf, Hızır yik (Süleymaniye, Fâtih,43ı, II, 209 — 217)5
ve Musa ile Zu ’1-Karnayn kıssalarına dâir M. Tâhır, Ösmanlt müellifleri ( İstanbul,
Nakd-i hâtır ( yahut Nakd-, al-hâiir ); Emr-i >333 )> i, 95 v. d.; M. Sâdık Vîcdânî Ebû
ilâhî; Şerh-i kelimât-ı Kumayl b. Ziyâd, Dâ- Rıdvan, Tomâr-ı turuk-t alîyeden Halvetîye
‘irat al-uşül; Latâ’if al-âyât va ntıküş al-bay- silsile-n&mesi ( İstanbul, 1338 — I34I)> Naz-
yinSt-, tlcâm al-nufûs, Şerh-i gazeliyât-t Sal mi Muhammed, Hadiyat al-ikvân ( Univ. kür
tan Murâd-i sâlis; Farsça kavâide dâir 'Umdat tüp., nr. TY 1604); Naîmâ, Tarih, İstanbul,
al-adib fi ’l-ta'allum va ’l-ta’dib ; CilS' al- 1281, I, 372 ; d ’Ohsson, Tableau gênerai de
'uyün al-ara’is al-mukaddara ; Hafi? al-Din Pempire Ottoman, IV, 625 ; Hammer, G O R,
Ahmed al-Nasafi ( Ölm. 710=1310 )’nin Manâr IV, 236 ; ayn. mil., Ceschichte der osmanischen
al-anvâr ’inin, İbn Habib al-Halabi nâmiyle Dichtkunst, III, 286, El, mad. Shamsiya.
tanınan Zayn al-Din Abu ’l-'İzz Tâbir b. (AbdölbâkI Gölpinaru.)
Haşan (ölm. 808=1405)’ın meydana getirdiği ŞEMS-ÜD-DEVLE. ŞAMS al-DAVLA, Abu
Muhtasar al-Manâr ’inin şerhi olan Zubdat al- T ÂHİR B. FAHR AL-DavlA, B ü v e y h-o ğ u 1
asrür fi şarj} muhtasar al-Manâr; İbn Hişâm 1 a r 1 n d a n. Fahr al*Davla [ b. bk. ] ’nin ölü
(ölm, 762=1360)’ın Kava'id al-frâb ’inin münden sonra emirler onun 4 yaşındaki
şerhi plan ve gilka’de 967 (feıpmuz-ağustos oğlu Maçd al-Pavla ’yi, apnesi Sayyida ’nip vs-
§ËŸtÎ - ŞEYH ĞAtlfc.
-■» - • 18»-»v—- -1
v« maddi vazifesi için kendisinden emir aldığı Bibliyograf g a : Depont ve Coppo-
zâttır. Şagh al-talkin, her müride okuyacağı lani, Les Confrérie religieuses musulmanes
virdi tevzî eden mânevi öğreticidir. Şagh al- ( Cezayir, 1897 }, s. 193 v. d. ; Fagnan, Addi- -
tarbiya, müptedîlerin terbiyesi ile vazifelen tion aux dictionnaires arabes (Cezâyir, 1923),
dirilen şeyhtir. Saymış olduğumuz bu muhte bk. mad. şagh ; Lammens, Le berceau de
lif vazifeler, bir veya bir çok şahsiyetler ta l'Islam (Roma, 1914}, s. 207, 273 ve orada
rafından yerine getirilebilir. - zikredilmiş olan yerler ; Massîgnon, al-Hallâj
Bir tarikat şeyhinin ikamet ettiği binaya (Paris, 1922), tür, ger,; ayn. mil., Lexique
umumiyette zâvtya [ b.bk ] denir. Şeyhlik vâ. technique de la mystique musulmane ( Paris,
zifesini ifa içİnbu şahsın bir mikdar yardımcı 1922 ) s. 269 ; Rinn, Marabouts et Khouan
veya hizmetçisi de vardır ; hali fa veya naıb ; ( Cezâyir,. 1884 ), tür, ger, ; Weir, The
bir tarikat topluluğunun mahalli idarecisi, ta- Shaikhs of Morocco in the XVltft Century
rİkatİn gerçek naşiri ve cemâatin rehberi olan ( Edinburg ), tür, ger,— îman için mânevi
mugaddim; şeyhin veya mukaddim ’terinin dâ- rehber olarak bir şeyhe sahip olmak lüzumu,
vet-nâmelerini, sözlü veya yazılı talimatını şeyhlerin hususiyetleri, kendirine mülâzemet
taşımakla vazifeli râlşib va ya ; şeyhe edilen şeyhlerin sayısı hakkında bk. al-Gaz-
İntisap etmiş olanların bulunduğu kabileleri zati, ihya' 'ulûm al-Jin ( Kahire tabı \ 111.
yazın dolaşıp, sadakaları toplayan Saggâf; — 244 (ortada); Muhammed al-Fasi, tekabr
bu mansıp sahiplerinin altında, bölgelere veya Mayyara, Muhtasar al-durr al-şamîn ( Ka
tarikatlere güre hv5n, fakir ( cem. fukara’), hire, ts. ', s. 79. . ( A. CouR. '
aşkab, kadım {cem. huddâm ) veya darvîş ŞEYH ADİ. [Bk. ADİ.]
adını taşıyan tarikat mensupları topluluğu. ŞEYH GALÎB. ŞÂYH ĞÂLİB, MehmEd
Şeyhlerin ruhânî ve dünyevi istihlâfına ge Es’AD (17S7—1799), XVIII. asır Türk dîvan
lince, bu hak, şerifi tarîkatlerde, İlâhî kelâmın edebiyatı şâirlerinden . İsmi Meb-
nakli esâsına istinaden, doğrudan-doğruya tari med ’dir. Önceleri „Es ’ad", 1199 ( 1784/1785 )
kat kurucusu şeyhin ahfadına aittir. Şerif ’dan sonra da „Galib" mahlasını kullanmıştır.
olmayan dindar kişiler tarafından te’sia olun Babası Mustafa Reşid Efendi olup, bu zât,
muş tarîkatlerde şeyh, bu tarîkatin belli-başlı muhtelif mevlevî-hinelerde ve bu arada Ha
mansıp sahipleri tarafından tâyin olunmuştur ; lep, Kasımpaşa ve Yenikapı mevlevîhânelerin-
ancak bu çok az rastlanan bir keyfiyettir. Bir de şeyhlik etmiş olan meşhur Safîyullâh Mû-
tarîkatin başında birbirine halef olmuş şeyh sâ Dede (ölm. 1157=1744 }’den sikke giymiş
lerin isim ve sıraları silsila veya tarikat silsile bir mevlevîdir; Mesnevi şârıhi Rusuhî İsmail
namelerinde gösterilmiştir. Dede (Ölm. 1045=1631 )’nin türbesinin arka-
[Şayh kelimesinin bugünkü Fas kaine ’sinde tarafında zevcesi Emine Hâtûn ’un- yanında
arzettiği hususî mânaya burada İşaret etmek, medfundur. Dolama destarlı baş taşındaki ki
yerinde olur. Bu tâbir, aynı şekilde, Cezayir’de tabeden aynı zamanda melâmiye (Hamzaviyye)
Fransız idâre tarzı ile „kabile veya dnoâr reisi" ’den olduğu anlaşılmaktadır. ( Abdülbâkî Got-
mânasını aldı. Tâbir gittikçe kûb'c/’inki ile re pınarlı, Mevlânâ 'dan sonra mevlevîlik, s, 306
kabet sûretiyle, sâdece garpta, şehirlerde veya —3 »o; fotografya f. 2, nr. 29). Mustafa Reşid
köyde bir mûsikî âleti, ekseriya bir ud veya Efendi ’nin babası Mehmed ’de mevlevîdir. Emi
dümbeleğin refakatiyle malfhûn dilinde kaşida ne Hatun ’un baş taşında Galib ’in düşürdüğü
’1er terennüm eden „baş-şarkıcı" yı göstermek tarib hakkedilmiştir (Dîvan, gazeller, tarihler,
tedir. Kelime (halk dilinde şih) bu mânâda, s. 138 v. d. ), Doğum tarihi için Dilâver Ağa
Fas ’ta ve diğer bütün büyük şehirlerde, bütün -zade Vahîd Ömer (ölm. 11751=1758)tarafın- ,
âile şenliklerinde, refakatçileri ( met'allmât ) ile dan düşürülen ¿2« /t terkibine göre Galib
birlikte boy gösteren meslekten şarkıcı kadı 1171 ( 1757/1758 ) ’de doğmuştur ( bk. M. Nâ-
nı ifâde için çok kullanılmış olan bir müen- ci, Muhammed Muzaffer mecmuası’ndan nak
nes şiha şeklini meydana getirmiştir. Bu kadın len Saadettin Nüzhet Ergun, Şeyh Galib, İs
şarkıcı, andalou şarkılarını ve meşhur kaşidat tanbul, 1935, s, 13; krş. gazeller, s. 68, beyit
al-karrâz gibi bâzı halk şarkılarını teganni 18); ayrıca Esrâr Dede (Tezkire) ’de aynı tarihi
eder. Erkek şarkıcı ( şifi ) yalnız, şarkıcı değil veren bir de ¿1 Vi» terkibi vardır. Galib, Esrâr
dir, aynı zamanda bâzan güf temdir de : en meş- Dede ’nin açık bir surette gösterdiği gibi,
bûru Sayyidi Kaddür al-'Alami olmuştur ; krş. Mevlevihane kapısı civarındaki evde doğmuş
E. Aubin, Le Maroc d 'aujourd'hui ( çok güzel tur. Galib, babasından Tuhfa-i Şahidi ’yi oku
bir makale ) ve E. Lèvi-Provençal, Un chant nuş, ilk bilgilerini ondan elde etmiştir.. Ken-
populaire religieux du Djebel -marocain, Revue dsi, bir gazelinde, babasının yolunu tuttuğu
Africain, 1918, — RÉD,] mu duâ ve senalarla söylemekte, onu, „mürşid
ŞEYH ĞALİâ.
-i üstâd-ı kült“ diye övmekte, sağlığını dile gazelinde {Dîvan, gazeller, s. 121 ) açıkladığın,
mekte (s. 108 beyit ıo—12 ) Hüsnü Aşk ’ında bildirir. Galib ’in vefatından 15 yıl Önce doğan
da, baş tarafındaki 18 beyitlik parçada eseri ve ondan 40 yıl sonra vefat eden Süleymar
nin mi ’raç bölümünü, onun teşvikiyle yazdığı Fâik (ölm.1253—1837) ’m, Mecmua (Üniv. kütüp.
nı, „tarz-ı Pîr"’i ondan öğrendiğini belirtmek nr. TY 9577, var. 52i» v. d.)’smda Galib ’in se
tedir ( Hüsn ü Aşk, s. 8 v. d.). Hüsn ü Aşk ’ın sinin güzel olduğundan Mûsikî ve şiirden an
sonunda Mevlânâ ’nm himmetiyle" „bî minnet ladığından bahisle onun hususî hayatına dâiı
-i üstâd-ı ta ’lim" yetiştiğini söyleyerek, daha malûmat da verilmektedir. Ancak burada nak
çocuk denecek bir çağda şiir yazmağa başla ledilenlerin doğruluğundan şüphe edilebilir.
dığını (s, 91, beyit 13 — 16) kaydetmekte ise Galib, gerek babası, gerek intisap ettiği Ali
de, bunu, kendisinin muntazam bir tahsil dev Nutkî Dede dolayisiyle mevlevîlerin rind vf
resi geçirmediğine hamletmek gerekir. Nitekim alevî meşrepti kolunun Dîvâne Mehmed Çelebi
babasından faydalandıktan sonra onun, zama ve Yusuf sineçâk gibi bir mümessilidir (bk
nında Farsça üstadı sayılan ve bir çok şâir Mevlânâ ’dan sonra mevlevîlik, s. 204—24?
lere Farsça okutup mahlaslar veren mevlevî ve bilhassa 227—229). Kasîde ve rubâilerindc
vq nakşî Hoca Neş’et Süleyman (ölm, 1222 dört halifeyi de övmekle beraber, bilhassa
= 1807/1808) ile sıkı münasebeti de bunu Ali’ye olan muhabbetini ve hatta on iki ıma-
tey ’it eder. Esâsen Galib Mehmed ’e „Es’ad" mâ İçten bağlılığını izhar eder ( s. 4 v.d., 142,
mahlasını da bu zat vermiştir (kasideler, s. 148, 136, 163 v. s.). O, meşhur mevlevî. Yusuf
30— 32 ). Dîvân ’ında, üstadına, adını da anarak Sîneçâk (ölm. 933=1546)’« içten bağlıdır
nazireleri olduğu gibi (gazeller, s. 35, 7o, 126 ( bk. Mevlânâ ’dan sonra mevlevîlik, s. 124 v.
v. d.) onun bir matlaını da tercî hâline ge dd,; krş. Dîvân, kaside ve tercî ’1er s. 64 v.d. ;
tirmiş ve bir gazelini de tahmis etmiştir (ka Gazeller, s. 8 v.d., 46 v.d.; rubâîler, s. 150:
sideler bolümü, s. 74 v. d., 95 v. d,), Hüsn ü Aşk, s. 8, beyit 12 ). İleride de bahse
Galib ’in, babasından ve Hoca Neş ’et ’ten tah dileceği gibi Galib, mevlevîlerin şemsî kolun
sil etmekle berâber, kendi kendini yetiştirdiği dan olduğu cihetle yalnız Sîneçâk ’e değil,
muhitinden, o devirlerde edebiyat, musiki ve Sultan-ı Dîvânî denen Dîvane Mehmed Çele
tasavvuf mektebi mâhiyetinde olan mevlevlhâ- bi’ye de gönülden bağlıdır ( bk. Mevlânâ’dar,
nede, mevlevî büyüklerinin sohbetlerinden de sonra mevlevîlik. ş. 101—122; krş, lerciât, s. 62:
faydalanarak, İran ve Türk şâirlerinin dîvan Gazeller, s. 31). Sütlüce ’deki evde, Yusuf Sine
larını okuyup, bilhassa Mevlânâ ’nm Maşnavî çâk’in Cazira-i Maşnavf’sini şerh etmiş, Ko-
’si ile, Divân-i kabir ’i ve diğer tasavvuiî ki sec Abmed Dede ’nin al-Şahhat al-şüfıya ad
taplarla meşgul olarak yetiştiği kabül edilebi- lı arapça risalesine yine arapça bir ta ’likat
bilir { Maşn avî ’yi müteaddit defa okuduğuna yazarak al-Risâlat al-bahîya jl tarikat al
dair bk. Hüsn ü Aşk, Süleymaniye kütüpha ■mavlaviga’yi meydana getirmiştir, 9 şevval
nesi Halet Efendi mülhak kitapları, nr. 171, 1203 (11 haziran 1791 )’de Nu’man Bey ( ölm.
var. 2. deki bir not). 1213=1798; hâl tercümesi için bk. Sicill-i
Fatin ’in Tezkiresine göre, 24 yaşında dîvan-ı asmânî, IV, 572 ) ’in azlinden inhilâl eden Kule-
hümâyun beylikci odasına me’mur olan Ga kapısı mevlevîhânesine, Ebû Bekir Çelebi tara
lib, Esrâr Dede ’nin sarih ifadesine göre 1195 fından şeyh tâyin edilmiştir. Kendisini şeyhli
( 1780/1781 )’de dîvan’mı tertip etmiş, vak’a- ğinden önce de tanıyan ve seven Selim 111.,
nüvis Pertev (Dîvan, Üniv. kütüp., nr. TY Galib’in bu mevkii işgal etmesine pek sevin
5535 ) 4 beyitlik bir tarih kıt’ası ile bunu miş, onun arzı üzerine (Dîvan, kasideler, s.
tesbit etmiştir. Esrâr Dede, Ebû Bekir Çele 15 v, d) harap bir hâlde . bulunan dergâhı ta
bi 11. (ölm. 1198 = 1784) zamanında Galib'İn mir ettirmiş (9 zilhicce 1206=29 temmuz 1792),
Konya ’ya gidip pirini ziyaret ettiğini ve çileye onbeş gün sonra da „mukabele" yapılmıştır.
sokulduğunu, 25 ramazan 1201 (11 temmez Galib, Mevlânâ’nın türbe ve kubbesini tami
U87)’de çilesini tamamlayıp hücre nişin oldu rinden sonra bir de pûşlde gönderen Selim 111.
ğunu bildirmekte ise de, ayrılığına dayanama ’e ayrıca bir tercî ’bend tanzim etmiş ve on»
yan babasının recasiyle Çelebi, çilesinin Yeni- „müceddid" lekabım vermiştir (s. 63 v.d);
kapı mevlevî hanesinde ikmâlini tensip etmiş Galata dergâhının kapısına, "bir semahanedeki
ve Ali Nutkî Dede (ölm. 1219=1804)’nin za mahfil-i hümâyûna ve tekkedeki şadırvana da
manında çilesini itmam etmiştir. Kendisi de birer tarih yazmıştır (s. 63 v. d,), Galib, bir
Dîvan ’ında Ali Nutkî Dede ’yİ „dedem" diye kasidesinde de nizâm-ı cedidi, „n'ev asker*)
anar (kasideler bölümü, s, 1X9, beyit 13—15) rnüretteb-i ş&h-ı cihan" vasfı ile över (s. 12.
Esrâr Dede. Galib’in çile esnâşında hiç bir beyit 4 vSon 9 yılı müstesna, çelebiliği Selim
şiir söylemediğini, bunun sebebini farsça bir İli, zamanına rastlayan Hacı Muhammed Emin
ŞEYH GALİB.
Çelebî (1795—1815 ), nİzâm-ı cedidin ve İslâ van edebiyatındaki mazmuneuinğu bam-başka
hatın şiddetle aleyhinde bulunduğa, batta fi- bir tarza ifrağ etmişlerdi. Bu şâirler, İran ede
’len de bu aleyhdarhğı izhar ettiği hâlde ( bk. biyatını örnek ittihaz ederek meydana gelen
Mevtana 'dan sonra melevîlik s. 170—174) Türk klâsik edebiyatında, aynı asırda, İran’da
Şeyh Galib, Selim 111. ’in bu yeniliklerine pek gelişen ve sabk-i IşfahSnî de denilen sabk-i
taraftardrr. Başta kışlalar olmak üzere bir HindiJyi işlemeye başlamışlardı. İran ’da Tâ-
Çok askerî te’sıslere tarih düşüren Şeyh Galib lib-İ Amulî (ölm. 1035 = 1625/1626), Kalim-i
’in (Dîvan, s. 36-— 41, 48—52 ), ayrıca câmi, Hamadâni ( 1061 î =1650 ?),. Şâ’ib-i Tabrizl
köşk ve çeşmelere ve nihayet pâdişâhın okçu [ b. bk. ], Şavkat-i Buharı (HIl?=l699) gibi
luktaki maharetine dâir de tarihleri vardır şairler tarafından ibdâ edilen bu yeni tarzı
(s. 80 v. d., 35 v. d„ 4«—43, 45—57). benimseyen san ’atkârlar, bu tarzı, yeni ve yeril
Galİb, Kasımpaşa mevlevîhânesinin tamirine unsurlarla da geliştirerek bize mâl etmişlerdi.
de sebep olmuş, Valide Sultan tarafından 1201 ,Mazmunları en ince ve en hayâli ve şâirine bir
i 1795) ’^e bu dergâh tamir ettirilmiştir (Dîvan, tarzda ifâde esasına dayanan, hattâ bâzı kere
s. 45 v. d.). Eskİ mevlevîler arasında Selim 111. ’in beyitleri birer muamma hâline getiren bu.
Galib’i çok sevdiğine'dâir rivayetler yanında tarz’ın Türk edebiyatında en muktedir şâiri
Galib’in pâdişâhın kız kardeşi Beyhan Sultan hiç şüphe yok Şeyh Galib’dir. O bu tarzı,
’a açıklamaktan çekindiği bir aşk beslediği işleyerek yep-yeni bir çığır açmış. Müridi Es
de söylenir. Sultan ’in, Şeyh Galib ’e karşı te- rar Mehmed Dede de aynı tarzı ihtiyar etmiş,
veccühkâr olduğu, Gali b ’in onun hakkında yaz fakat Galib ’e ulaşamamıştır. Galib, dîvan
dığı şiirlerden anlaşılmaktadır (s. 22—25). Dî edebiyatının kalıplaşmış mazmunlarını yep-ye-
van ’mdaki bir terci‘i bendin de bu sultana nı bir tarza sokmağa Hüsn & Aşk ( s. 91, bey t
yazıldığı livayet edilegeîmiştir (s. 71 v. dd.). 3) ’mda belirttiği gibi, yeni bir vâdi açmaya
Aneak, bu zayıf rivayetin Galib’in gördüğü çalışan bir şâirdir. Diline gelince, Galip De
teveccühten doğma bir yakıştırma olması müm de baştan-başa zincirleme isim ye sıfat terkip
kündür. Rivayete göre. Setim 111., Şeyh Galib lerinden ibaret sözleri beğenmez (agn. esr.,
’in Divan ’inin tahrir, tezhip ve ciltlenmesine s, 10 beyit 8—*0). Bununia beraber o da lü
3.000 altın sarfetmiştir (Üniv. kütüp, nr. gat ve terkip bakımlarından dîvan edebiyatı
TY 5531’deki Dîvan . bu nüsha olabilir; bu nın geleneklerine uymuştur. Ancak daha Nâbi
arada şâirin, Beyhan Sultan ’ın da Dîvan ’den başlayan sâde Türkçe yazmak taraftarlığı
’mı yazdırdığına dâir bir kasidesi vardır, s. 24 Şeyh Galib ’in, bilhassa şarkılarında açıkça
v. d.). Galib, 27 recep 1213 (4. ı. *799) cuma görülür (Dîvan, s. toz—108). Hattâ o, XVI.
gecesi 42 yaşında vefat etmiş, ertesi günü yüz yılda Mahremi ve Nazmî ite başlayan „Tür-
mesnevi şârihi Rusûhî İsmail ’in türbesinde kî-i basit"! bile denemiş ve bu tarzda bir gazei
onun ayak ucuna defnedil miştir. Vefatına Sü- yazmıştır ( agn. esr., s, 120).
tûrîvölm.1229=1814 ,Nebîl(Ölm. 1235=1819), //ıvan'mda, kendi çağma yakın olanlarla çağ
suvâri kalemi hulefâsından ve Galib’in mürid- daşlarından Fehim ( Ölm. *058=1648), La’tî
lerinden Hatim ( Şarh-i Cozlra-i Masnavİ, Üniv. (1112=1700), Sâbît (1124=1712), Münif
kütüp., nr. TY 222; tarihler nüshanın kapak (1156=» 1747 ), Hanîf (1189=1775 ), Dervîş Niyaz
yaprağındadır) ve Hakkı Paşa (Süleymaniye (1208=1793', reis-ül-küttâb Râşid (1212=1798),
kütüp., Haşan Hüsnü Paşa kısmı, nr. 1041, var. Hulûs ( 1220=1805), vak’anüvis Pertev ( 1222
2^) tarih’ düşürmüşlerdir. Şeyh Galib’in ölü = 1807 ), Tezkire-i sânî Arif ( 1228=1813 ) gi
münü efsanevî sebeblere bağlayan bir takım bi şâirlere nazireler, tahmisler, takrizler yaz
asılsız rivâyetler de vardır, Galib ’in Ahmed ve mış,onları terci ’1erle övmüş,Râraiz(i2o2«*787)
Mehmed adlı iki oğlu, Zübeyde adlı bir kızı ’in bir mısrâını bir terci’ ile tazmin etmiş (Ka
olmuştur. sideler, s. 23 v. d., 6, 66—97,98 v. dd.), Şâkir
Kudretli bir bestekâr, oldukça iyi bir şâir, (1252=1836)’» adını anarak bir müstezad
ayuı zamanda ok atmakta, binicilikte mâhir yazmıştır (Gazeller, s. 12, 37, 41 v. d,, 50, 57
bir sporcu olan Selim 111. yeniçerilerin Hacı'Bek- v.d„ 91, 100, 106, 109, 125 ); Bunlardan başka
taş ocağına nisbetinî göz önüne alarak, raks, eski ve beğendiği şâirlerden Şâhİdî (957=1550),
müzik ve şiiri, bu üç san’at unsurunu kavra ’ye, FuıÛlî (963=1555 ) ’ye> Hayâlı (964 = 1556
yan ve yeniliğe müsait olan mevlevüîğe girmiş, /*557 )’ye> Nef’î ( 1044 = 1634) ’ye, Fasih Ah
bektaşiliğin yerine mevlevîliği ikameyi düşün med Dede ( 1111= 1699 ) *ye, Nâbî ( 1124=1712}
müştü. Daha XVII. asırda beliren İslâhat te ’ye, Nedim (1142=1730 ¡’e, Nahifi (1151=1738)
şebbüsleri, edebiyatımıza da te’sir etmişti. 'ye, Nevres-i Kadîm ( 1175=1761 )’e ve çağ
Nef’î Men sonra Bahâî, Tıfiî, Nedim-i Kadîm, daşı Mevlevi Sâkıb Dede (1202=1787/1788)
bilhassa NeşâtI ve Nâilî, nihâyet Nedîm, di ’ye nazireleri ve tahmisleri yardır (Kasideler, s.