Table Of ContentHacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İktisat Anabilim Dalı
PLATON’DAN SMITH’E SOSYAL DÜZENİN İNŞASI
Osman İnan Şenses
Doktora Tezi
Ankara, 2017
PLATON’DAN SMITH’E SOSYAL DÜZENİN İNŞASI
Osman İnan Şenses
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
İktisat Anabilim Dalı
Doktora Tezi
Ankara, 2017
v
Kimsesizlere ve Umuda…
vi
TEŞEKKÜR
Biten uç kutuları…
Bir iç döküşle başlamalıyım…
Yaklaşık dört yıl… Zaman bir bakıma her koşulda aynı tempoda akıyor ve nesnel olarak
ölçülebiliyor olsa da, kişinin kendi dünyası içinde ve çevresiyle kurduğu öznel ilişki
düzeyinde hiç de nesnel bir ölçüme konu olamıyor zaman. Aynı zaman, kimi kez
kaskatı kesilip utanmasa neredeyse geriye doğru sayacakken kimi kez de saatler
saniyeye, haftalar güne yakınsıyor kontrolsüz bir şekilde. Uzaktan bakıldığında, bu ileri,
geri salınımlar birbirlerini götürecek ve sonuçta dört yıllık süreye işaret edecektir. Doğal
akıştan bu ileri, geri atılımlar bu akışın kendisini asla farklılaştırmayacaktır. Ama
yakından bakıldığında ve dahası bu sürecin merkezinde konumlanıp, onun öznesi
olunduğunda zamanın akışı sanılanın tersine hiç de kendiliğinde ilerlememektedir.
Zaman geriye kasılır, zaman ileriye hücum eder; okunan bir sayfa saatlere denk
düşerken oylumlu bir kitap huzurlu bir oh çekişin saniyesinde kat edilir. Dakikasında
sıkılırsınız bazen, saatlerce okuyup daha çok daha çok diye tutturursunuz çoğu zaman.
Zaman her ne kadar sizden bağışık işler görünse de sizinle eğilip, bükülür, sizinle
yoğrulur… Yaklaşık dört yıl… Yaşamınızın bundan sonrasında yüzünüzün çizgilerinde,
bakışınızın heyecanlı ve biraz yorgun küçücük bir anında içten içe okunabilecektir bu
dört yıl. Nicel oluşunun ötesinde nitel bir dört yıl içerilmiştir bundan böyle. Evet,
benim, olumlu bir şekilde sonuçlanan bir dört yılım var artık…
Nasıl bir dört yıl? Sislerle örülü, boğuk, sıkıntıların hem özel ama daha çok genel
düzeyde peş peşe biriktiği, umudun, neşenin, o pek doğal kahkahanın neredeyse
unutulmaya yüz tuttuğu ve devam edeceğe benzer çıldırtası belirsizliğin yerinden hiç de
oynamayacakmışcasına temiz yüreklerimize çöreklendiği yıllar… Böylesi bir sisler
evreninde yazmak, bir ürün ortaya koymak ne ola ki? Çarpık yaşam, iç gıcıklayıcı o
boğuk sesiyle suratımıza tükürürcesine bağırırken, sizin, bir bilgi inşası ürünü olan
yapıntı bir tez ile bu çarpık yaşama yanıt üretebilmeniz, onu çarpıklığından
sıyırabilmeniz çok zor. Hadi biraz daha gerçekçi olalım, olanaksız… Aması yok mu?
Var, olmalı… Eğer yazma sürecini, onun özünü oluşturan o en mükemmel iş görüşü,
vii
yani bilginin peşinden koşmayı, o heyecanlı iz sürüşü, akademik gerekliliklerin ötesinde
anlamlandırıyorsanız, bilgi/yaşam bağlantısına, öğrenilenin toplumsal pratikler
üzerinden değerlenmesi gerektiğine, aydınlanan bireyin ışık saçmadıkça, birilerine
dokunmadıkça, fantezi evreninin üyesi olduğuna inanıyorsanız, bilgilenmenin
gerilimlerle yüklü olsa da o içsel şölenini yaşamla buluşturabilecek kimi ilişki ağalarını
yakalayabiliyorsanız biraz biraz olanaksızlık sarsılacaktır. Ne mutlu, öğrendiklerini,
daha çok öğrenilecek şey, kat edilecek yol var biçiminde içselleştirene. Ne mutlu,
bilgiyi, insanlara, yaşama taşıyabilene. Bir akademik iş görüş biçiminde değil de,
okuduklarıyla çoğalabilene, dönüşebilene, dönüştürebilene, ne mutlu… Böyle
olmalıyım, böyle olmalıyım…
Okyanusta damla olmak. Kibri unutmuş bir bilgi işçisi olmak. Yaşamla kaynaşabilen bir
bilgi işçiliği… Altı çizilen metinlerin o sonsuz çeşitliliği altında, çekilen o çizgilerin
yaşama dokunması… Sayısız metnin altı çizildikçe biten uç kutularının anlamı, ancak
ve ancak yaşamın altı çizildiğinde değer bulacak. Öyle ki, çizgi, kahkahayla
buluşacak…
Kaybolduğum dört yıl… Sonunda kaybolduğum için mi yoksa bilgilenmenin, bunu yeni
bir düzlemde kurgulamanın kendisini özünde bir kayboluş olarak değerlendirdiğimden
mi bilemiyorum ama bu tez uğraşına bir kayboluş diyebiliriz sanırım. Sonuçta,
kaybolmamdan hareketle bu kayboluşa övgü düzersem durumu meşrulaştırmak ve
olumlamak söz konusu olacak ama bu, tutarlılık ve doğruluk adına hiç hoş olmayacak.
Tersinden, bilgi edinmeyi, inşayı bir kaybolma cüreti biçiminde görüp bunda
diretiliyorsa ve her buluş bir kayboluşa ve bunun tersine kapı aralıyorsa huzurluca
kayboluş övülebilir, hiç sakınılmadan…
Açık bir itiraf. Kaybolduğumu hissettiğim, kavramların birbirini bütünlemek yerine
çelişir olduğu, adım atamadığım, duvara tosladığım anlar olmadı desem ne büyük bir
yalan söylemiş olurum. Yolumu yitirdiğimi ve bunun tam da birikimimdeki uzun
dönemli eksikliklerden türediğini hissettiğim acılı zamanlar o kadar yakıcıydı ki,
ifadeye zor gelir onlar. Amasız değil tabii… Bir ölçüde yılmadım. Büyük düşünürlerin
daveti boyunca belki çocukça ama cesaretimi hep taze tuttum. Kışkırtıcı davetlere ihanet
etmemeye çalıştım. Sabırla, inatla okuyup bu bilgi okyanusunda kulaç atmaya çalıştım.
Bu durumda, okyanusun varlığını teslim ediyorsak kayboluş göze alınmak zorunda.
viii
Ürkek adımları değil, sığ sularda ayakları yere basar olmayı değil, derinlerde boy
vermeye cüret ediyorsak bence kaybolmak, sarsılmak işin en doğal yanı olsa gerek.
Kaybolduğunu bile bile yol almak, kendini suya koşulsuz teslim etmek, hem fırtınaya,
hem dinginliğe eşit durabilmek, bu belirsizliğin, derinliğin aslında içten içe bir hattı
ördüğünü zamanla sezinlemek ne tatlı bir kıpırtı, ne büyük bir kendinden geçme, söze
sığamaz bence… Kayboluşun böylesine selam dursak yeri değil mi gerçekten?
Böylesi bir durumda jürime kayboluşumu anlamlı görmesi, kabından taşan inatçılığımı
desteklemesi nedeniyle, sadece bu nedenle bile sunacağım teşekkür benim için o kadar
kritik ki! Dedim ya, kayboluş okyanusun varlığı altında kaçınılmazdır. Böyleyse, sığ
sularda yüz demeyip yolun açık olsun denmesi evet sadece bu, tek başına, teşekkürlerin
en değerlisini hak ediyor inancındayım. Boğulabilir miydim, belki, ama buna varsın
olsun demek, tez yazımı için ne büyük bir özgürlük…
Hadi bakalım okyanus seni bekler diyenlerin başını tez danışmanım Prof. Dr. Hüseyin
Özel çekiyor kuşkusuz. 2004 yılından bu yana süren iletişimin, karşılıklı güvenin tarafı
olan ve o kışkırtıcı kitaplığın mimarı Hüseyin Özel. O kitaplık ki içten içe hep oku diye
fısıldadı durdu bana. O mimar ki, bak bunlar okunabilir, bilgi genişledikçe,
çatallandıkça tat kazanır dedi usulca. Sanırım duyma yetim zamanla biraz biraz daha iyi
işitir oldu o büyülü sesi. Bilgilenme çapraşıktır, dikenlidir ve bu nedenle tartışma,
gerilim kaçınılmazdır ilişkilerde. Hocamla ilişkim dikensiz gül bahçesi değil de dikenli
bir gül bahçesi. Tam da bu nedenle sahici, pek berrak. Daha ne olsun! Dikenli gül
demeti eşliğinde teşekkürler Hüseyin Özel.
Karşımda, ne olmam, nasıl olmam gerektiğine dönük sıcak bir örneğin, bilgi işçiliği
böyle olunsa gerek diyebildiğim bir kimsenin varlığı büyük bir enerji benim için. Bu
kimse kuşkusuz Doç. Dr. Muammer Kaymak. Kendisine pek fark ettirmedim ama
kışkırtıcı sohbetlerimizin gerisinde bilgiye dönük o kadar çok enerji parçacığı, cesaret
tomurcuğu saklıydı ki anlatmam zor. Tüm enerjimle teşekkürler Muammer Kaymak.
Her şey felsefeden köklendi ve her şey yoruma göre onda sonlanacak. Felsefesiz olmaz.
Onsuz olursa sadece olur ama kolay kolay güzel, yetkin, sağlam olma iddiası taşıyamaz.
Kavramların gücü adına felsefe, felsefe diyorum. Tüm yapıcı rolüyle, felsefece
soğukkanlılığıyla yol açıcı olan Doç. Dr. Çetin Türkyılmaz’a felsefi teşekkürlerimle.
Description:düzeyde peş peşe biriktiği, umudun, neşenin, o pek doğal kahkahanın neredeyse unutulmaya yüz .. zorlandığı dev bir işletim düzeneğiyle karşı karşıyayız. Düşünce . varsayımı altında, biraz zor ilerliyor, bazen ana eğilimden sapan çıkarımlarla yolun Kimi şu işe, kimi b