Table Of ContentHÜSNÜ MAHALLİ
Ortadoğu'da
KANLI
BAHAR
ORTADOĞU'DA KANLI BAHAR
HÜSNÜ MAHALLİ
Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk Akşun
Editör: Tansel Mumcu
Son Okuma: Devrim Yalkut
Kapak ve Sayfa Tasarım: İlknur Muştu
© Destek Yayınevi
İnönü Cad. 33/4 Gümüşsuyu Beyoğlu / İstanbul
Tel:(0212) 252 22 42
Fax:(0212) 252 22 43
www.destekyayinlari.com
[email protected]
facebook.com/ DestekYayinevi
twitter.com/destekyayinlari
Destek Yayınları: Ocak 2012
Yayıncı Sertifika No: 13226
DESTEK YAYINEVİ: 209
ARAŞTIRMA - İNCELEME: 72
Her hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı
sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.
Ortadoğu'da Kanlı Bahar
Bu 'Kitap'taki "Batı" ağırlıklı olarak ABD demektir. Bazen
de ABD ile bazı AB ülkeleridir. Arada bir ABD, AB ve
Kanada ile Avustralya gibi "Hıristiyan" ülkeler demektir.
Arada bir bunlara İsrail'i ve ABD yanlısı diğer ülkeleri
ekleyebiliriz.
Bu 'Kitap', genel analizleri içinde Batı'nın kendi dinsel,
etnik, mezhepsel, siyasal, ekonomik ve kültürel çelişkilerini
göz ardı etmez.
Bu 'Kitap', emperyalizmin kendi içindeki ideolojik, politik,
ekonomik, eylemsel çelişki ve çatışmalarını; Hıristiyan
Batı'nın mezhep savaşlarını; Birinci ve İkinci Dünya
savaşlarında 60 milyon insanın öldüğünü unutmaz.
Bu 'Kitap'a göre "Batı"; egemen olan ideolojileri, güç
merkezlerini ve onlarla birlikte geleneksel anlayış ve
mantaliteleri anlatan bir kavramdır.
Bu 'Kitap', Batı'nın dışında Doğu ile Batı blokları arasında
Soğuk Savaş'ı ve bu dünyada geçmişte olduğu gibi bugün de
Batı ve Doğu'nun dışında Rusya, Çin, Hindistan, Latin
Amerika gibi farklı blok ve güçlerin de var olduğunu bilir ve
bunu önemser.
Bu 'Kitap', ayrıca Müslümanların ve İslamcı güçlerin
geçmişte ve yakın gelecekteki tüm çelişki, çatışma ve kanlı
kırımlarını da göz ardı etmez ve Müslümanların içinde
bulunduğu içler acısı durumları öncelikli problem olarak
görür.
Bu 'Kitap', dinleri ne olursa olsun insanların her türlü
bağnazlıktan uzak "insan" gibi birlikte yaşayabileceklerini ve
yaşamaları gerektiğine inanır ve "kötü" Batı'da da çok iyi
insanların varlığını görmemezlikten gelmez ve onları
önemser.
Bu 'Kitap'taki bazı tekrarlamalar, vurgulanması ve belki hiç
unutulmaması gereken yerlerde yapılmıştır.
Bu 'Kitap'taki söylemler aslında genel bir çerçeve
sunmaktadır. Her bir söylemin detaylandırılması için ayrı bir
kitap gerekmektedir.
İşte bu nedenle bu herhangi türden bir kitap değil... Bu
aralıklı olarak bir ayda yazılan tek bir makaledir. Bu makaleyi
yazarken alıntı yapmaya, referans göstermeye ya da olaylarla
ilgili sık sık tarih ve isimler vermeye gerek duyulmadı. Çünkü
bu kitapta okuyacağınız her şey yaşandı. Yaşandığı için de
geri kalanlar da yaşanacak. Yaşayanlar bunu mutlaka
görecektir. Tıpkı bizim kuşağın son 50 yılda yaşanan her şeyi
gördüğü gibi.
Osmanlı ne demiş: "Hafıza-i beşer nisyan ile malûldür…"
Belki de bunun için Mehmet Akif, "Tarihi tekerrür diye
tarif ediyorlar, ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?" demek
zorunda kalmıştı.
Hafıza-i Beşer
Haziran 2004'teki BOP Zirvesi'nden sonra Şubat 2005'te
Lübnan Başbakanı Rafik Hariri'nin öldürülmesiyle birlikte,
buna bağlı olarak bölgede çok ilginç ve anlamlı gelişmeler
yaşanmaya başlandı. Bunun üzerine biraz da bugünleri
anlatan bir yazı dizisini Akşam gazetesi için hazırlamıştım. Bu
yazı dizisi yayımlanmayınca ben de bu diziden iki köşelik
bölümü alarak kendi köşemde yayımladım. Önem kazandığı
ve bu kitabın aslında özünü oluşturduğu için bu iki köşe
yazısını burada hatırlatmak istedim.
Kitabın sonunda ise yine o dönemin farklı gelişme ve
konuları ile ilgili Yeni şafak ve Akşam'da yayınlanan bazı
yazılarımı göreceksiniz. Bu yazıları belki de bugünleri
görerek yazmıştım. Daha önce de belirttiğim gibi bu
coğrafyada 'garip' şeyler oluyordu ve bu şeyler en azından
benim için normal değildi.
ABD, Ilımlı İslam ve Türkiye - 1
Hemen söyleyeyim.
Ilımlı, "light", yumuşak, laik ya da çağdaş İslam.
Bunların hiçbiri Amerika'nın ya da Amerika'daki egemen
güçlerin umurunda bile değil. Müslümanları ilgilendiriyorsa
"demokrasi ve insan hakları" ABD'nin hiç umurunda değil ve
olmayacaktır.
Amerikan egemen güçlerinin tek bir ilgi alanı var, o da
kendi çıkarlarıdır. ABD bu çıkarlar uğruna her şeyi göze alır
ve herkesi ama herkesi feda etmeye hazırdır ve eder.
Amerika'nın 230 yıllık iç ve dış yaşamında bunun çok
örnekleri vardır. Gelin hep birlikte bu karanlık geçmişin bizi
ilgilendiren bölümüne bakalım.
ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İslam ülkelerine ilgi
göstermeye başladığında bakın ne düşünüyordu?
Önce BM'yi kullanarak Filistin toprağında İsrail Devleti'ni
kurdurdu. İngiltere ve genel olarak Hıristiyan Batı'yla birlikte
Yahudilere stratejik hizmette bulunan ABD aynı zamanda iki
temel hedefini gerçekleştirmek peşindeydi:
1- Bölgedeki petrolü ele geçirmek.
2- Bu petrolde gözü olan ideolojik düşman Sovyetler
Birliği'nin bölgeye girmesine izin vermemek.
ABD bunun için de iki temel yola başvurdu: Önce Arap
ülkelerinde kendi yanlısı kral, emir, şeyh ve başkanları
işbaşına getirdi, sonra da bunlara, "İslam'ı silah olarak
kullanın" talimatını verdi.
ABD Suudi petrolünden kazandığı petro-dolarların bir
kısmını hep bu yolda harcadı.
Rahmetli Uğur Mumcu bu konuda çok şey yazdı.
Ama "hafıza-i beşer nisyan ile malûl" olduğu ve insanlar
tarihten ders çıkarma becerisini göstermediği için tarih hep
tekerrür ediyor.
Daha açık ifadeyle ABD; Sovyetler Birliği'ni ve onun
bölgedeki tüm yandaşlarını dağıtmak ve komünizmi ideolojik
olarak yenmek için önce gerici, anti-demokratik ve faşist
iktidarları, sonra da din olarak "İslam'ı" silah olarak çok iyi
kullandı.
Bunun için de ABD, Arap ve İslam ülkelerinde hemen
hemen tüm İslamcı iktidar ve partiler ile örgütlere destek
verdi, veriyor.
"Yeşil Kuşak" teorisini burada hatırlatmaya gerek yok.
Afganistan'da Sovyet işgaline karşı mücadele eden tüm
"İslamcı mücahitlerin" arkasında hep ABD ve onun istihbarat
örgütleri vardı.
Bölgedeki gerici ve işbirlikçi ülkelerin istihbarat örgütleri
de ona yardım ediyordu ama Afganistan kurtulunca bu kez
mücahitler birbirine girdi. Bu durum karşısında Afganistan'da
CIA kamplarında eğitim gören "İslamcı gençler" kendi
ülkelerine dönerek "potansiyel terörist" olarak bekletilmeye
alındı.
Cezayir'deki FIS olayı bunun somut örneğidir.
Ama ABD bununla da yetinmedi.
Sovyetler Birliği dağılmış olmasına ve komünist sistem
ideolojik olarak bitmesine rağmen bu kez Pakistan'da
milyarlarca dolar harcayarak Şii İran'a karşı kullanılmak
üzere Taliban okullarını açtı ve burada yalnız Afganistan'a
değil belki de tüm dünyaya yetecek kadar "radikal İslamcı
terörist" yetiştirdi.
Bununla yetinmeyen ABD, dana sonra Kaide'nin dostu
olacak Taliban'ı, Eylül 1996'da Kâbil'de iktidara getirerek
hem İslam âlemi hem de tüm dünya için yeni bir süreci
başlattı.
Kapitalist dünyanın ve onun askersel kanadının yeni
düşmanı artık komünistler değil, radikal ya da ılımlı olsun
tüm olarak Müslümanlar ve İslam dünyasıdır.
11 Eylül ise bu sürecin en önemli dönemeci.
Afganistan işgal edildi. Ama Taliban ve Kaide eskisinden
daha güçlü. Ülke ise afyon kaçakçısı gerici aşiretlerin
kontrolünde.
Irak'ta ise durum ortada.
İşgalle birlikte Kaide bu kez Irak'a taşınarak tüm bölge için
bir risk oluşturdu.
Irak'ta ise ABD laik ve ılımlı Şiilerle değil tam tersine
bağnaz ve tutucularla işbirliği yapmayı tercih etti.
ABD bununla radikal Sünnileri kışkırtmayı amaçlıyordu.