Table Of ContentKORİDOR YAYINCILIK - 135
ÖLÜMDEN DAHA DERİN
Tami Hoag
Özgün Adı: Deeper Than The Dead
©2010 Tami Hoag
Çeviren: Ender Nail
1
Kahramanım
Benim kahramanım babam. O harika biri.
Çok çalışır, herkese iyi davranır ve insanlara yardım etmek
için elinden geleni yapar.
Kurban olarak seçtiği kadın, fırsat bulsa çığlık atardı.
Bunun olmayacağını biliyordu. Kadının, ağzını açabilmesine
artık imkan yoktu. Gözlerinde de müthiş bir korku vardı.
Ama onları da bir daha açması mümkün değildi. Onu kör
ve dilsiz yaparak arzu ettiği mükemmel kadın haline
getirmişti. Çok güzel. Kötülüğü gözün görmesin. Ağzın
söylemesin. Kulakların duymasın, itaatkar ol.
Kıpırdayamayacak hale geldiği için kadın ona karşı
koyamıyordu.
Bazen bana ev ödevlerimde yardım eder. Çünkü babam
fen ve matematikte çok başarılıdır. Bazen arka bahçede
oynarız. O zaman çok eğlenirim. Ama babam çok meşgul bir
insan. Çok çalışır.
Kadın kontrol edilemez biçimde titrerken kapıldığı
paniğin etkisiyle yanaklarından terler süzülüyordu. Adam onu
kendi bedeniyle zihninin içine hapsetmişti. Ve buradan kaçış
da yoktu.
Kadın kendini karanlığa doğru her atmak isteyişinde
boynundaki ipler daha bir geriliyor, ter ve kanın oluşturduğu
derecikler küçük, yuvarlak göğüslerine doğru akıyordu.
Babam ne olursa olsun insanlara hep kibar davranmam
gerektiğini söyler, insanlara onların bana nasıl
davranmalarını istiyorsam öyle davranmalıyım.
Kadın artık ona saygı duymak zorundaydı. Başka seçeneği
yoktu. Tüm güç artık adamdaydı. Bu oyunda hep o kazanırdı.
Kadının sahtekarlık dolu sözcükleriyle güzellik maskesini, saf
gerçeği gün yüzüne çıkarmak için ortadan kaldırmıştı. Şimdi
karşısında duran kadın koca bir sıfırdı. Ve o da Tanrı'ydı.
Öldürmeden önce kadının bunu anlaması çok önemliydi.
Babam toplum için çok önemli bir adam
Önemli olan kadının bu gerçeği yansıtacak zamanı
bulabilmesiydi. İşte bu yüzden onu henüz öldürmemişti.
Zaten buna da zamanı yoktu.
Babam bir kahraman
Saat neredeyse üç olmuştu. Gidip çocuğunu okuldan
alması gerekiyordu.
2
Beş Gün Sonra
8 Ekim Salı, 1985
"Salağın tekisin sen, Crane."
Tommy Crane istifini bozmadan, iç çekti.
Tommy'nin tam karşısındaki sırada oturan Dennis Farman
tombul yüzünü büyük bir ihtimalle tam bir külhanbeyi gibi
gözükmesine neden olduğunu düşünerek buruşturuyordu.
Tommy kendini bunun yalnızca aptalca bir bakış
olduğuna ikna etmeye çabaladı. Dingil. Bu haftanın yeni
kelimesi buydu. Dingil: Argo. Zeki davranışlar sergilemede
başarısız olan kişi. Yani kısaca ahmak da denebilirdi tabii.
Ve bu da Dennis'e cuk oturan bir tanımdı.
Dennis Farman'm kendisinden büyük olduğunu
düşünmemeye çalıştı. Dennis ondan tam bir yaş büyüktü ama
bu aslında önemsiz bir ayrıntıydı.
"Sen eşeklerin aletlerini emiyorsun," dedi Farman
söylediği şeyin zekice olduğunu düşünüp, gülerek.
Tommy yeniden iç çekip, kapının üzerindeki saate baktı.
İki dakika daha.
Wendy Morgan dönüp, asabi bir ifadeyle söylendi. "Bir
şey söylesene, Tommy. Ona öküzün tekisin filan desene."
"Bir şey söylesene, Tommy," diye dalga geçti Farman,
kızın sesini taklit ederek. "Ya da izin ver kız arkadaşın senin
yerine konuşsun."
"Onun kız arkadaşı yok," diye söze kanştı Farman'ın sıska
yalakası. "O bir gay. Yanındaki de lezbiyen zaten."
Wendy gözlerini devirerek, "Kapa çeneni,
Hamamböceği," dedi. "Sen daha söylediğinin ne anlama
geldiğini bile bilmiyorsun."
"Evet, biliyorum."
"Çünkü sen öylesin."
Tommy saate baktı, özgürlüğe bir dakika daha
yaklaşmıştı. Bayan Navarre elinde sarı bir defterle masasına
yöneldi.
Biri ona işkence yapsa, ayaklarını ateşe tutup,
parmaklarını bambu dallarıyla ezse, ancak o zaman Bayan
Navarre'ye aşık olduğunu itiraf ederdi. Bayan Navarre akıllı
ve kibar olduğu kadar büyük kahverengi gözleri ve
kulaklarının arkasında topuz yaptığı saçlarıyla oldukça da
güzel bir kadındı.
"Amcık," dedi Hamamböceği, küfrün Bayan Navarre'nin
kulağına zehirli bir ok gibi saplanmasını sağlayacak derecede
yüksek sesle. Kadın da hemen o yöne döndü.
"Bay Roache," dedi kadın, bir bıçak kadar keskin ses
tonuyla. "Tahtaya gelip, arkadaşlarına yarın arada ve yemek
saatinde neden sınıfta beklemek zorunda olduğunu açıklamak
ister misin?"
Roache aşırı büyük gözlüklerinin arkasından en aptal
bakışlarıyla, "Şey, hayır," diyebildi.
Bayan Navarre bir kaşını kaldırdı. Zaten bu kaşıyla çok
şey söyleyebilirdi. Tatlı, nazik biriydi kabul ama kolay kolay
kafaya alınabilen tiplerden de olmadığı açıktı.
Cody Roache zorlukla yutkunup, bir kez daha denedi.
"Şey... Hayır, efendim."
Zil çalınca herkes ayağa fırladı. Ama Bayan Navarre'nin
bir parmak hareketiyle hepsi sanki bir filmin içindeki
animasyon karaktermiş de biri stop düğmesine basmış gibi
olduğu yerde kalakaldı.
"Bay Roache," dedi. Birine Bay ya da Bayan diye
seslenmesi hiç de hayra alamet değildi. "Yarın masamda ilk
senin ödevini görmek istiyorum."
"Peki, efendim."
Sonra elini indirmeden yavaşça Dennis Farman'a doğru
döndü. "Dennis baban arayıp, bugün seni almaya
gelemeyeceğini, eve yürümen gerektiğini söyledi."
Bayan Navarre'nin elini indirdiği saniyede, öğrenciler
serbest kalmış vahşi atlar gibi sınıftan hızla çıktılar.
"Neden ona karşılık vermiyorsun, Tommy?" diye sordu
Wendy, Oak Knoll İlkokulu'ndan çıkıp, parka yöneldikleri
sırada.
Tommy sırt çantasını omzuna atıp, "Çünkü beni bir anda
kırık bir kemik yığını haline getirebilir."
"Sadece konuşuyor o."
"Senin için söylemesi kolay. Geçenlerde yakan top
oynarken bana sertçe vurdu. Tam bir hafta boyunca doğru
dürüst nefes alamadım."
"Kendini savunmalısın," diye ısrar etti Wendy, mavi
gözlerini kırpıştırarak. Kız her zaman Tommy'nin adlarını bile
duymadığı rock yıldızlarına benzettiği uzun sarı saçlarıyla
tam bir denizkızına benziyordu. "Aksi takdirde tam bir adam
olamazsın ki."
"Ben adam değilim zaten. Çocuğum. Ve bir süre daha
böyle kalmaya niyetliyim."
"Peki ya bana bulaşırsa?" diye sordu. "Bana vurmaya ya
da beni kaçırmaya filan kalkarsa?"
Tommy kaşlarını çattı. "O zaman başka. Sen olunca işler
değişir. Elbette seni korumaya çalışırım. Bir erkeğin yapması
gerektiği gibi. Buna şövalyelik denir. Tıpkı Yuvarlak Masa
Şövalyeleri ya da Yıldız Savaşları'ndaki gibi."
Wendy gülümseyip, kulağının üzerinde tarçınlı bir rulo
tatlısı duruyormuş hissi veren saçını arkaya attı. "Yani bu
senin Prenses Leia'n olduğum anlamına mı geliyor?" diye
sordu gözlerini kırpıştırarak.
Tommy gözlerini kaçırdı. Dönüp, Oakwoods Parkı'nm
içinden geçen küçük patikaya yöneldiler.
Oakwoods bir kısmı çocuk oyun alanı bir kısmı da piknik
sahası olarak ayrılmış büyükçe bir parktı. Parkın kullanım
alanı dışında kalan bölümleri, içinden geçen patikalarıyla bir
ormanı andırıyordu ve oldukça da ıssızdı.
Çocukların çoğu ormanın perili olduğuna dair hikayeler
dinledikleri ve parkta yaşayan evsizler olduğunu bildikleri
için buradan geçmezdi. Hatta bir keresinde içlerinden biri
Kocaayağı gördüğünü bile iddia etmişti. Ama en kestirme yol
da burasıydı; bu yüzden de Tommy, Wendy'yle birlikte
üçüncü sınıftan beri bu yolu kullanırdı. Hiç kötü bir şey de
olmamıştı.
"Bu seni Luke Skywalker yapar," dedi Wendy.
Tommy, Luke Skywalker olmak istemiyordu. Bütün
komiklikleri yapan Han Solo idi. Evrende Chewbacca'yla
gezer, kuralları hiçe sayarak canının istediğini yapardı.
Tommy hayatı boyunca bir tek kurala bile karşı
gelmemişti. Yaşamı son derece düzenli ve planlıydı. Yedide
kalkar, yedi buçukta kahvaltıyı bitirir, sekizde de okulda
olurdu. Okuldan
15:10'da çıkardı. 15:45'te de evde olmak zorundaydı.
Bazen okuldan eve yürürdü. Bazen de almaya ya onun ya da
Wendy'nin anne babası gelirdi. Eve gelince bir şeyler atıştırır,
annesine gününü en ince detaylarıyla anlatırdı. 16:00'dan
18:15'e kadar eğer piyano dersi yoksa dışarıda oynayabilirdi.
Fakat temizlenip en geç 18:30'da sofrada olmak zorundaydı.
Han Solo olmak çok eğlenceli olurdu doğrusu.
Wendy başka bir konuya geçmiş, son gözdesi
Madonna'dan bahsediyordu. Ama Tommy bu şarkıcının adını
bile duymamıştı çünkü annesi ancak devlet radyosunu
dinlemesine izin veriyordu. Büyüyünce ya bir konser piyanisti
ve/veya beyin cerrahı olmasını istiyordu. Tommy büyüyünce
beysbol oyuncusu olmak arzusundaydı ama annesine
söylememişti. Bu babasıyla arasındaydı. Birden tam
arkalarından savaş çığlığını andıran bir bağırış işittiler. Sanki
vahşi bir hayvan ormandan fırlamış, üzerlerine geliyordu.
"BOK YİYİCİLER!!!"
"KOŞ!!" diye bağırdı Tommy.
Dennis FarmanTa Cody Roache saklandıkları devrilmiş
kütüğün arkasından fırlamışlar, avazları çıktığı kadar
bağırdıkları için kıpkırmızı kesilmiş suratlarıyla saldırıya
geçmişlerdi.
Tommy, Wendy'nin bileğine yapışıp, kızı peşi sıra
sürükleyerek koşmaya başladı. Dennis'ten daha hızlı
koşabilirdi. Onu daha önce defalarca geçmişti. Wendy de bir
kıza göre hızlı sayılırdı ama Tommy kadar hızlı değildi.
Farman ve Roache gözlerini yuvalarından çıkacak gibi
açmış, . ellerini kollarını hilkat garibeleri gibi sallayarak
yaklaşıyorlardı. Bağırmaya bir an olsun ara vermemişlerdi
ama Tommy o an yalnızca yerinden çıkacakmış gibi atan
kendi kalbinin gürültüsünü ve ormanda yankılanan ayak
seslerini duyabiliyordu.
"Buradan!" diye bağırdı patikadan ayrılırken.
Wendy arkasına dönüp, avazı çıktığı kadar bağırdı.
"OSURUKÇUU"
"ATLA!!" diye bağırdı Tommy.
Tümseğin üzerine çıkıp, kendilerini aşağı bıraktılar.
Farman'la Roache de arkalarından atladı. Havaya fırlatılan bir
avuç çakıl taşının ayna anda düşüşü gibi yere hızla indiler.
Yerde yuvarlanırken ormandaki tüm renkler Tommy'nin
göz leri önünden sanki bir çiçek dürbününden
bakıyormuşçasına geçmişti. Yuvarlandı, yuvarlandı sonra
küçük bir toprak yığınının yanında durdu.
Bir an için Dennis Farman'm üzerine atılmasını
bekleyerek öylece durdu. Ama birden Dennis'in yakınlarda
bir yerde inlediğini işitti.
Description:1985, California. Üç çocuk okullarının arkasındaki parkta koşarken, toprağa kısmen gömülmüş bir kadın cesedi bulurlar. Cesedin gözleri ve ağzı tamamen yapıştırılmıştır. Öğrencilerine son derece yakın olan öğretmenleri Anne Navarre yaşadıklarının çocukların masumiye