Table Of Content"ÖZEL BİR DlLlN" OLAB1LlRL1G1 SORUNU VE
KUR'AN'A ANLAM VERMEYE ÇALlŞMAK
Recep Alpyağıl
Nesnede onayaçıkan yabancı sözelikle bu karşılık
Lı konumlanıştan gerçekten, baştan sona kaçınabi
lecek tek insan, el degmemiş ve lırnıtz dil yoluyla rıi
ıelerınıenıiş bir danyaya illı siltcıılıle yalılaşan mitik
Ademdir. Somut tarihsel insan söylemi bu ayncalı
ga sahip degildir (Bahtin, 2001: 55-56).
Bu makalede ele alacağımız temel sorunlar şunlardır: Yazının başlığından da
anlaşılacagı üzere öncelikli sorunumuz, özel bir dilin imkanıdır. Ozel bir dil
ile, ancak onu kullanan kişinin anlayabildigi dolayısıyla diğer insanlara anlama
bakımından kapalı olan bir dil nosyonunu kastetmekteyiz. Bu soruna açıklık
kavuşturmadaki amacımlZ, bir dilin iletişim aracı olabilmesinin asgari koşulla
rını beürleyebilmektir. Makalede ele alacağım ız bir diğer sorun da, Kur'an'ı an
lamlandırmaya çalışma (lrying to make sense) gayretleridir. Bu her iki sorun
şu şekilde birbiriyle bağlantılıdır: Eğer bir dilin iletişim aracı olması için birta
kım koşullar zorunlu ise, yine benzer bir biçimde, bir dil içinde mesaj sunan
Kur'an'a anlam vermenin de birtakım koşullara bağlı olması bir zorunluluktur.
Aksi bir varsayımın ileri sürülmesi, bizim doğru ve yanlış hakkında konuşama
marruz anlamına gelecektir. Bu noktada şu varsayım ile hareket etmekteyiz:
Özel bir dilin olabilirtiğini sa~nanlar ile Kur'an'a anlam verme noktasında
kendilerini herhangi bir kayda bağlı hissetmeyen, diğer bir deyişle, herhangi
bir temelden yoksun bir şekilde yorumlama faaliyetinde bulunan kişiler arasın
da, Içine düştükleri sorunlar bakımından bir benzerlik söz konusudur. Şimdi
bu iddiaları ve buna kaynaklık eden sorunlan ele alabiliriz.
tez k i re , daşancc, siyastı, sosyal bilim dtJXisi, yıl ll, sayı27-28, temmuıl tlıim 2002, s. 135-155
.
)
_1 36 . t e z k i r e
Dilln
ı-ö~el Bir Olabilirligi
özel bir dilin imkanı soruı;ıuna dikkatlerimizi çeken ve bu yöndeki varsayım
ları oldukça derinlemesine tartışan kişi Wittgenstein olduğu için, ilgili sor,unu
onun bu yöndeki düşünceleri baglamında ele almayı düşünüyoruz. Onun bu
so,runu ele aldığı konteks, duyumlar ve söz arasıııdaki bağlanudır. Wittgenste
in, özel dil bağiamındaki sorunları, bizzat bu teori üze,rinde yoğunlaşarak de
ğil de daha çol<. ilgili teori rı in mantı~al sonuçlarını dikkate alarak değerlendi-
' rir. Bu anlamda onun yöntemi, bir tür saçmaya indirgeme (reductio absurdum)
mantığına dayanır; diğer bir deyişle, eğer ö~el dilin mantıksal sonuçları çeli.şki
içindeyse ya da geçersiz' ise, özel dilin kendisi de geçersiz demektir. Şimdi bu
sorunu ele almaya geçebiliriz. ·
Ilk bakışta ko~uyla ilgilisiz görünse bile, insanın özel bir dilin olabilirliği
ne ayaruldıgı en zayıf noktanın duyurnlar olduğu görülmektedir. Örnegin, ço
ğu_muz 'çektiğimiz acıların biricik olduğunu; dolayısıyla o acıları ancak çeken
kişinin bilebileceğini' düşünürüz. l,lk· bakışta, oldukça doğal görünen bu dü
şünce, ozelli~le duyurnların .söze aktarılması bağlamında bir ço~ sorun içer
mektedir: Örneğin, bir kişi, ·herhangi bir dilden bağımsız olarak kendi 9uyu
munu illı defa adlandırabilir mi? Açarsak, bir adiandırma ediminde bulunabil
mek için, ne (ler) gerelılidir? Özel dil, herhangi bir şey gerekli değildir gibi bir
varsayım üzerine temeHen~iş görü~Oyor:
. .
Eger insaİ)lar agnrun dı$ belirtiler!nl görmeselerdi (inlemeseler, yüzlerini
.r
buru$ıurrnasalar vbı) ne olurdu? O halde bir çocuğa 'diş-ağ~ı· sözcugünll
kullanmayı öğretmek olanaksızdır. Evet, şiindi gelin, çocuğun bir dahi ol
duğunu, duyum için bir adı lıerıdirıirı lıeşfeıtiğini farz ~deliJll. Ancak o halde,
şllpheslz, sözcüğü kullandıgı zaman kendisini anlamış kı lamaz. -Öyleyse o,
' adı, onun imiarnını herhangi birine açıklarnaksızın' mı anlar? -Ancak,' o lıerı·
di 'lıendi ağnsuıa anlam verdi: demelı ne demelıtir?r O, bu ağnyı adlandırma
yı nasıl gerçe~leşıirdi?LVe ne yapmış olu~sa olsun onun amacı neydi? '0,
kendi duyumuna bir ad verdi' denildiğinde, eğer salt adiandırma edi'mi 'an
lam taŞıyacaksa dildeili bir çolı sQhııe dehonıııuıı gt:rehli oldugu ııııuttılıtr. Biri·
nin bir agnya bir ad verdiğinden söz eltiğimizde, önceden varsayılan şey 'ag
n' sözcüğünun dilbilgisinin varlıgıdır; o, yeni sözcüğün yerleştirlldiği kazı
gı gösterir (Wiugensıein; 1996: 257):1
Yukarıdaki· ahnı:ıda dil olgusuna yönelik iki temel düşünce ifade edilmektedir:
(i) Uetişim, (ii) adiandırma edimini önc~leyen dil sistemi. Buna gqre, özel bir
dil inşa euneye çalıŞan kişi, bu dil içinde iletişim sağlayamaz; hatta Wiugens
·tein'a göre, böylesi bir dil içinde o kişi kendisi içi~ bile bir anlam elde edemez ..
. · 'ı Bu ki~b:t yapıLın göndermeler paragrar numa~ına'dır.
.
.•
Rece~ A1pyagıl 1"0ze1 Bir Dilin" Olabilirliği Sorunu... 137
O, bize şunu söylemektedir: Ege~. bir şeye siz tek başınız~ anlam verdiyseniz,
bu acilandumanın anlamlı olabilmesi, onun bir başkası tarafından da bilmebil
mesine baglıdır; fakat, özel dil bu olanakt.2n yoksundur. Çünkü bu ~amada
adlandırmada bulı.ınan ki$inin ayniifadeyi bir zaman sqnra ayiıı biçimde kul
lan~bileceginin bir ölçütü bulunmamaktadır: Neye göre bir adlandirmada bu
lundunuz ve bu noktadaki sürekliliği neye göre saglıyorsunuz? Yok eğer bir
kritere dayanmıyorsanız, bu gün X'le bir şey yarın başka bir şey kast etmiş ola
bilirsiniz. Burada. bir yanlış anlamaya sebebiyet vermemek için şunu ifade ede
lim ki Wittgenstein 'kendi-içini-gözlernleme'nin imkansız oldu~unu düşünme
mektedir. O, yalnızca bu yöntemle duyguların, düşüncelerin ve·imgelerin, bir
insan topluluğunu yaranığı dil ôlmadan ne olduklannı anlayamayaca~ımızı
söylüyor (Baç, 2001: 50). (ii) Wittgenstein'a göre, adlandırma ile adl~ruı:ılan
şey arasındaki süreklilik dil içinde ve dili yönlendiren kuraHarca saglanır. Eger
yanlış anlamıyorsak, Wittgenstein'ın dildeki sahne dekoruyla kastettiği şey de
budur. Bu sahne dekoru, adiandırma faaliyetini önceler ve adlandırmayı an
lamlı. kılar. Bu açıdan bakıldığında öz~! bir dilin olabilirliğu;i düşünen kişi, aci
landırma ediminde bulunmadan önce zaten bir dile ait olduğunu unutmuş gö
rünmektedir. Kısa~a bir kimse, dildeki hazırlayıcı koşullar olmaksızın (kelime
nin yerl~tiği işaret k~ığı) 'nesneyi vaftiz edercesine' .bir adlandırmada·buluna-
•
ma z:
Sözü edilen hazırlayıcı koşullar, sadece dil için değil bütün anlamlı davra
nışlar için zorunludur: "Biz belki de sütten kesilmemiş bir bebegiı:ı gülüşünün
bir aldatma olmadığı talıminimizde aceleci miyiz? -Ve bizim tahminimiz hangi
deneyjm üzerine temellenir? (Yalan .söyleme, upkı herhangi b~ka bir şey gibi
ögtenilıoiş olması gereken bir dil oyı.ınudur.)" (Wittgenstein, 1996: 249). Kişi
nin yapm~cı~ bir davranışt~ bulımabilmesi de onun bir dil oyununa girmiş ol
masıni gerekli kılar; çiinkil. yalan söyleme ya da yapmaı::ık davranma bir oyun
daki hatalı hareketlerdir; dolayısıyla hatalı bir hareketin yapılabilmesi doğru ve
yanlış hareketin ne anlama geldiğini bilmekle olur. Bu anlamda yeni doğmuş
bir çocugun sahici olmayan bir davranış ta bulunabilmesj o davranışın hazırla
1
yıcı koşulları olmadığı için mümkün değildir. Kişi gerçek dı.ıyularını saklamak
için, önce mimik davranışlarını 6grenir,ardından da onlara niyet edebili!. Ör
neğin, bir çocuga heSap yapabilme kapasitesi atfedilrıiedikçe onun hesaplama
·da ha~a yaptığını söyleyemeyiz. Wittgenstein'ın bu noktadaki sorusu· (Biz bun
ların bir çocukta olmayacağını nereden biliriz?) bu tür deneyimlerin oldukça
komple~s bir davranış bekraundunu (sahne dekoru nu) gerektirdiğipe d.ikkat
lerimizi çektTieye yöneliktir (Hacker, 1985: 71-72; krş Savigny, 1993: 105-118).
Benzerbi'r biçimde, bir boşluk içinde adiandırma faaliyetinde bulunabileceğini'
dü~nen kişi, adlandırmayı öneeleyen ve kendlsinin de ait oldugu bir çok s~ h:
ne d~korunun varlığını unutm4Ş olur. · ·
138 tezkir e
özel dil ve iletişim (anlamın aktanlabilirliği) arasmdaki bağıntlyı şu şekil
de açmamız mO.mkundür. Eğer bir tanımlama, ancak benim özel tanımlarnam
sonucu anlam kazanıyorsa, denebilir ki, bu iddianın başarısı, bu özel tanımla
mayı gelecekte de doğru kullanabilme gücüne baglıdır. Burada dogru kullan
ma, sureklilik anlamındadır; bu süreklilik ise, kişinin her yeni durumda bir ön
cekiyle özdeşlik kurabilmesi sayesinde gerç~kleşir (Malcolm, 1963: 99). An
cak, duyum özelinde söylersek, kişi, bir öncekiyle ayııı duyumu yaşadığını na
sıl bilebilir? Şayet kişi, sözcukleri özgul kurallı bir yoldan bir araya getirmeyi
öğrenmemiş ise; o, şu anda sahip oldugu duyurnun geçen Çarşamba sahip ol
duğu duyurola aynı olduğunu nasıl bilebilir? Acaba o kişi, kendi başına adlar
uydurabilir ve aym deneyimleri yaşadıkça aym adları kullanabilir mi? Bu soru
lar bizi özdeşii k sorununa götO.rur. Şöyle bir durum dO.Şünelim:
Ben belirli bir duyurnun ortaya çıkışı hakkında bir gıinlük ıuımak istiyo
rum. Bu amaçla ona '5' işaretini veriyorum ve o duyumasahip olduğum her
gıin için bir ıakvime bu işareti yazıyorum. Ben heqeyden önce bu işaretin bir
ıaııınıırıııı fonnıile edilemeyecegiııi soyleyecegim. -Ama yine de belli bir ı ür ta
nım verebilirim.- Nasıl? Duyuma işaret edebilir miyim? Sıradan anlamda
değil. Ancak bu işareti söyler ya da yazanm ve aynı zamanda dikkatimi du
yum üzerinde yo·ğunlaşunnm ve böylece, sanki ona içerden işaret ederim .•
Ama bu töreıı ne içindir? Her şey oldugu gibi göründüğüne gôrel Şüphesiz,
bir tanım bir işaretin anlamını saptamaya hizmet eder. -Imdi, bu tamamen
benim dikkati~in yogunlaşunlm~sıyla yapılır; zira bu şekilde ben, işaret ve
duyum arasındaki baglanuyı kendi üzerime zorla alınm. -Ancak, 'onu ken
d! üzerime zorla alınm', yalnızca şu demektir: Bu süreç, gelecekte bu bağ
lanuyı doğru haurlamama neden olur. Ama şimdilıi dunmıdcı bir dogrıılulı lll
çıittiııe salıip değilim. Şöyle söylenebilir: bancı doğnı gibi goninecelı olan, doğ
rudur. Ve bıı yalııı~ca bi~im burada 'doğııı ı~eriııe lıoııuşaınamaını~ demelıcir.
(Witıgenstein, 1996: 2.58 -iuılikler biıe alı)
Yukarıdaki alıntıda, özel bir dilin olabileceğini savunan rnuhatap, duyum ile ad
arasındaki özdeşligin zihinsel bir edirole gerçekleşebileceğini ileri surer. Diğer
bir deyişle, kişi, adı kullanır ve duyum u uzerine odaklanır ve bu şekilde de bu
tü n durumlar için duyurola ad arasındaki bağıntıyı kurduğunu duşunur. An
cak burada şöyle bir sorun söz konusudur: Eğer duyum ile 'S' arasındaki bağ
lantı sadece zihin içinde olup biten bir hadise ise, bu bağlantının doğru haur
lanmasmm ölçutı:ı nedir? Yani, doğru gibi gorüııenle gerçekten doğru olan ara
sındaki ayrım neye göre yapılacakur? Burada mubatabın zihinsel etkinliğe baş
vurması anlamsızdır. ÇunkO. bir sözcuğün tanımını eğer kişi kendisi veriyorsa
o sözcüğu filan tarzda kullanmayı içten yalıleniyor demektir; ancak bu nasıl
olur? Bu durumda kişinin, sözcuğü kullanma tekniğini keşfettiğini ya da onu
hazır bulduğunu varsaymış olması gerekmez mi? (Wittgenstein, 1996: 262)
Kaldı ki zihnin kendisi doğrulanmaya muhtaçtır. Yani sözcükle nesnesi arasın-
Recep Alpyağli 1 "Özel Bir Dilin" Olabilirligi Sonmu... 139
daki bağlanuyı kuranın da doğrulamayı yapanın da zihin olduğunu iddia et
mek, 'söylediği şeyin doğruluğuna kendisini ikna etmek için sabah gazetesin
den birkaç kopya saun alan' kişinin durumuna benzer (Wiugenstein, 1996:
265). Oysa doğrulamanın bağımsız bir şeye başvurmaklayerine getirilmesi ge
rekir: "Özel dilin kuralları, kuralların izlenimleri midir? Üzerinde izlenimlerin
tanıldığı Lerazi bir Lerazinin izlenimi değildir" (Wittgenstein, 1996: 259). Di
ğer bir deyişle, benim izlenimlerimin doğruluğunu ispatlayacak bir şey yoksa,
bu, benim herhangi bir kurala uymadığım anlamına gelir; bu aşamada bir baş
ka izlenime baş vurmak sadece, kişinin içine düştüğü açmazı artırır. Kısaca,
eğer 'S' ile duyum arasındaki bağınuyı doğru ya da hatalı bir biçimde hatırladı
ğımızın bir ölçütü yoksa, yukarıdaki turden bir tören boştur. Çünkü burada,
doğru gibi görünen le (zanna dayananla) gerçekten doğru olan arasında bir ay
rım yapamamaktaytz, bu ise hiçbir şeyin doğru anlamına gelmemesi ile eş de
ğerdir (Hacker, 1985: 118-120; krş. McGinn, 1997: 116-117). Dilin doğru ya
da yanlış kullanımı arasında ayrım yapabileceğimiz kurallar olmaksızın bir an.
lamın elde edileceği düşüncesi de illüzyondur (Hacker, 1985: 21). "Bir duyum
işaretine 'S' dememiz için hangi nedenlere sahibiz? Zira 'duyum' yalnızca be
nim için anlaşılabilir olan dilin değil ortak dilimizin bir sözcüğüdılr. Oyleyse
bu sözcüğün kullanımı herkesin anladığı bir doğrulamaya gereksinim duyar"
(Wittgenstein, 1996: 261).
Burada özel dili savunan muhatabın karşı bir eleştiride bulunması müm
kılndür: Zaman zaman bir şeyin doğruluğunu teyit etmek için, insanlar sadece
i ıngeleme (hafızaya) başvurmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında, özel bir adlan
dırmada bulunan kişi, basitçe, d uyumu hatırladığını ve bu şekilde bir adın dil
zerıli kullanımını sağladığmı iddia edebilir: Örneğin, trenin kalkış saatini doğ
ru baurlayıp haurlamadığını bilmeyen birisi, zihninde zaman tablosunun bir
sayfasına nasıl bakıldığını hatıriayabilir ve bu şekilde bir doğrulama yapabilir.
Wittgenstein bu karşı ilirazı bir örnekle tartışır: Sadece zihinde var olan bir
tablo, sözlüğe benzer bir şey düşünülebilir. Bu imgeleme sahip olan kişi, X söz
cüğünün Y sözcüğüne çevrilmesini doğrulamak için bu sözlüğü kullanabilir.
'Ancak eğer böyle bir tabloya yalntzca imgelernde bakılması gerekiyorsa bizim
ona da bir doğrulama dememiz gerekir mi?' Buna bir doğrulama diyemeyiz,
çünkü bu doğrulama öznel bir ~oğrulamadır; halbuki doğrulamanın bağımsız
bir şeye başvurularak yapılması gerekir. Ilk örnekte şu nokta gözden kaçmak
tadır: 'lmgelemdeki bir tabloya bakmak, bir deneyimin sonucuna imgelenen
bir deneyimin sonucunun imajı olarak bakmaktan fazla bir şey değildir.' Wiu
genstein bu sofistike türnce ile şunu kastetmektedir: 'Eğer zaman tablosunun
zihinsel imgesinin kendisinin doğrulı.cğu test edilmezse o ilk anın doğruluğu
nasıl tespit edilecektir?' (Wittgenstein, 1996: 265). Yani özel dilin varlığını sa
vunanlar bir şeyin doğrulamasını zihinde yapmak ile harici bir doğuluk ölçü-
,. .· .. /
140 '•':.
tüne başvwarak yapm!lyı bi~birinden ayıramamaktadırlar (Hacker, 1985: 132-
. 133). Tren örneginde, her ne kadar. doğrulama zihinde ~apılıyor gözü~se· de,
gerÇekte bu dogrulamarun hariçte bir karşılığı vardır. Sözlük örneğinde ise ~ü
tı1n her şey kapalı bir kutuyu andıran zih~nde olup biLmektedir. Diger bir de
yişle kelimenin.başka bir dildeki karşılığına sadece zihinde olan bir sözlüğe ha
kılmaktadır; bu durumda ilgili kelimenin her türlü çevirisi mümkündür. Oysa
çeviri dediğimiz şeyin kontrol edilebilir, başka sözlüidere bakmak suretiyle de-
. nedenebilir bir faaliyet olması gerekir. Özel dilde tam da b!)ylesi Çir olanakt~n
yoks~n olduğumuz için doğru ve. yanlış hakkında konuşamayız. : · ·
Ö~ede-, özel bir dili savunanlar, her şeyi ~ir tÇır öznelliğe iterek, s~hih bir
' doğrulama talebine yönelik herhangi bir temel bırakmamış görünmektedirler.
Peki, buraya kadar yaptığımız tartışmanın manuksal.sonuçlan nelerdir? Birfn-
, ci olarak, dil bütünüy,le kişinin öznelliğine hapsedileıpeyecek kadar kompleks
bir yapıya sahiptir. Bu yapı, anlamını qzneyi a$an ve hatta onu belirleyen bir
toplu'Inşali ık içinde kazanır. Yani bir kişi binakım hokkabazlıklar yoluyla keli-
~e ile·onun nesnesi arasında bir bağ kuramaz:'· . ·.
Birisinin bir agn işaretiyle yanagına işaret eıtigini ve:a'dra)<adabra!' dediginl
düşfınlih. -'Ne demek istiyorsun?' diye soruyoruz. Ve o 'diş agnsını kast edi
yorum' diye yanıtlıyor. -Siz hemen kendi kendinize şunu dllşılnüyorsunuz:
Bu sözcilkle insan 'diş agrtSif!l' nasıl 'kaşıedebilir' ya da bıl sözelikle agnyı •
luıstttmtlıııt deınelıtir? (Wiugensıeln) 1996: 665).
.
1
•,
.Anlamın.oluŞturulması süreci yukandakl Fürden yalıtılmış zihinsel y_a da bili~
sel süreçle.~n sonucu değil, ağulıklı o.larak toplumsal süreçlerin sonucudur.
Ikinci olarak, dilin bu toplumsallığı temelde insaniann zııiıni. uzlaŞımına
dayanır ve·b u uzlaşım yine l!Zlaşıya daya):lap bi!takım K,urallarca denetlenir. Bu
ayni il!manda, 'i~arederi anlıyorsak ha~gi nede~le anlıyoruz?' (Wittgeostein,
1996: 133) sorusunarı da yanıtıdır. Yani ap.laınlı olmayı, kelimelenn özdeş kul
lanımını, uzlaşıma dayanan bu-kurallar sağlar ve yine yanlış kullam ml ar bu ku
rallara müracaat etmekle belirlenir. Özel'dilde ise, k~rallar kişinin kendisi .. ta
rafından konulduğu için, onlara uyulup uyulmadığının denedenebilmesi
mornkün değildir; hangi kelim~ye ne zall}an ve niçin o anlamın. verildiğinin bir
o,IÇüt? yoJtsa orada iİetişimj sağlayan bir d'ilin varlığından söz etmek mümkün
· değil demektir. Kısaca, (izel bir dil bütünüyle subjektiviz~ içindedir ve bu bi
zim b~~da savunduğumuz argümanlar açısından kabul e4ilebilir değildir. Şu
ana kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, anlam:vermede kurl!l nosyonu
. na bir Öncelik tanımakıayıi. Bizim.buraqa_e lnldığıiı?.ız sorun.(Kur'ah'a arrlam
vermefe çalışmak) açısından daha da ôzel,de 'oluştuı:ucu kuı'~llar' öncelik. arz
etrriektecİir. Şimdi bu_k 'on'uyu ~le almayı düşünüyoruz. '
·. ı'
. 1.
Recep Alpyag;ı !"'Özel Bir Dilin" 01ab_ilirliği Sorunu... 141
2-Uetişimin lmkanı: Insaniann Uzlaşımından Dili Beli.rleyen Kurallar~
Yapısalcıgın bütün varsayımiarına katılmasak da; bu düşünce oku.lu11un "ilk si~
ması olan Saussure özelinde k~nuşursak, onun göstergelerin nedensiz olduğu
şeklindeki savL bizim için önemlidir. Bu, gösterge ile gösterilen arasında keyfi
bir biçimde bağlantı kurulabileceği anlamında değil; dalia çok, bize, gösterge
ile gösterilen arasında bir bağ kurabilme olanağı tanıyan şeyi~ (nedens~ey-
fi) bir uzlaşım olması anlamındadır.2 Buradaki uzlaşım, kelimelerin anlamı
üzerinde olduğu kadar o kelimelerin kullanımını belirleyen lıural!aı: üzerind.e
de bir u~laşmadır: Bir gösterge ne türden olursa olsun onu anlamak için uzla
şim zorunludur. 'J3ir fotografı ya ~a hatta balmumundan yapılm·a gerçekboyuh_ •
takibirinsan heyketini nasıl anlayacağımw öğrenmeye gereksinimimiz vardır.'
Kısaca uzlaşım, göstergelerin topl.umsal boyutudur ve bu bir göstergenin uy:
gun kullarul~ııia ya da ona verilen yanı ta ilişkin kullanıcılar aiası~dak\ bir an
laşmaya karşılık gelir. 'Uzlaşırnsal boyutu olmayan göstergeler tümüyle özel
dirler ve bu nedenle de iletişim değerleri yoktur' (Fiske, 1996: 81).
Eğer bir dilin iletişim aracı olması gerekiyorsa yalnızca tanımlarda değil ay-
nı zamanda yargılarda da-u,zlaşma qlmalıdır (Wiugenstein, 1996: 242). Bu an
lamda, 'uzlaşmalaggrement' sözcüğü ile 'kural' sözcüğıl b~birleriyle ilintilitlir
ler, onlar bir bakıma kuzendirler (Wittgenstein, 1996: 224). Bu ilişkiden ne.an
ladığımızı açarsak, ilk olarak, nasıl ki bir kişinin yalnızca kendi kullanımı için
ilk defa olarak özel bir dil inşa etmesi olası Begıfse benzer bir biçimde sadece
bir kişinin ilk defaliğına uyduğıı kurallardan söz edemeyiz. Eğer hiçbir buy~
ga·.hiçbir zaman uyulmamış olsaydı, buyruk kavramı anlarrunryitirıniş olacak- 1
tı,(Wiugenstein, 1996: 345).
Bir kurala tabi olma dedigirniz şey, yalnızC:a bir ıelı in_.sanın, yaşamında yal
nız bir kez yapmasının olanaklı olacagı bir şey midir? Bu şüphesiz 'bir ku
rala tabi olma' if'!deslnin grameri üzerine bir işarettir. Birisinin bir kurala ta
bl oldugu yalnızca tek bir fırsaun olmuş olması gerektigı olası degildir. Üze
rine bir raporun verildigi, bir buyrugun verildigi veya anlaşıldıgı vbg. yal
nıica ıek bir fırsatın olmuş olması gerektigi olası degildir. -Bir kurala tabı
olmak, bir rapor vermek, bir satranç oyunu oynamak, alışlıaıılılılardır (Kul-·
lammlardır, yerleşik kuralla.rdırlkurumlardır -instirutions) (Wiııgenstein,
1996: 199).3.
Ikinci olarak, kuralların uygulaması toplumsal uylaşıma bağlı oldugu gibi dile
anlam vermenin, onu uyg.u lamanın kuralları da toplumsal .u zlaşıma day,anır.
ne
ı 'Birey onu l<lililtek basına yaratabilir ne de de~iştırebuır. m1 varııtını yaınuca, topluluk iıye
len arasında yapılmış bir uirsozleşmeye borçludur· bkz. Saussure, 1985: 17 ; Saussure ve Wiııgens-
ıein'ın bir karşılasıırrnası jçin bkz. Harris, 1988. · · ·
3 . Wiugenstein'ın kUrum kavramını ku Uanımı için bkz. Bloor, 1996: 60-74_
142 tezkir e
Ornegin, dili bize tamamen yabancı olan bilmedigimiz bir ulkeye bir kaşif ola
rak giısek; oradaki insanların buyruklar verdiklerini, onları anladıkları nı, on
ları yerine getirdiklerini, onlara karşı geldiklerini vbg. hangi durumlarda söy
lerdik? (Wittgenstein, 1996: 206).
Bu Ol kedeki insa.nlann bildik insan etkinliklerini sOrdurdOklerini. bu sırada
açıkça yapay bir dil kullandıklannı di,işiinelim. E&er onlann davr.ııııslannı
izlersek on lan anlaşılır buluruz, 'manuksal' gibi gôrOnurler. Ancak. aniann
dilini O&renmeye kalkı$D&Jmızda bunun olanaksız oldugunu bulgulanz. ZI
ra soyledlkleri, çıkarıuklan sesler ile eylemleri arasında dOzenli bir baglan
u yoktur; ama yine de bu sesler gereksiz de&ildirler, zira bu insanlardan bi
rin a&zını kapaorsak bunun bizimkilerle aynı sonuçlan olur; sesler olmak
sızın aniann eylemleri kan$ıkh&a di,işer -göstermek istedi&im gibi. Bu In
saniann bir dile; buyruklara, raporlara ve geri kalanlara sahip olduklarını
sôylememiz gerekir mi? Ona 'dil' dememiz için yeıerli dOzen yoktur (Wltt
gensteln, 1996: 207).
Yukarıdaki duruma benzer brr biçimde bir topluluğun üyesi olan insanlar ku
rallara belli bir tarzda karşilik vermek üzere egitilirler. Ancak, eğer bir buyru
ga birisi bir şekilde, diğeri de başka bir karşılık verirse; burada bir kurala uyu!-
'
duğundan söz edebilir miyiz? Ya da bu karşılıklardan hangisi dogru olur? El-
bette arayacağımız ilk şey bir düzenliliktir; ancak bir düzenlilik olması halin-
'
de bu dOzenliliğin ardındaki bir ku'raldan ve uylaşımdan söz edebiliriz. Kural-
lara ilişkin bu kısa analizin daha temeldeki nedeni birazdan daha iyi anlaşıla
bilecektir.
Wittgesntein'a göre, bir sözeOğun anlamı onun dildeki kullanımıdır (Wiu
genstein, 1996: 43). "Bir sözü anlamak, onun nasıl lıullaıııldığıııı bilmek"
(Wittgenstein, 1990: 10) demektir. Onun bir benzetmesiyle söylersek, cümle
nin kendisi bir alet anlam da onun gôrdtlğtl iştir, aletin kullanımıdır (Wiugens
tein, 1996: 421). Satranç örneği tlzerinde konuşursak "bir taşın anlamı onun
oyundaki rolıldılr" (Wiugenstein, 1996: 563). Peki, anlam ve kullanım arasın
da ne ttlrden bir ilişki olabilir? Bir kere kullanımı öncelemek, bizi bir bağlam
düşüncesine göttlrür; diger bir deyişle, bir sözu anlamak aslında onun bağla
mını bilmek demektir. Kendi lıeııdisine Olu gibi görünen işaretiere yaşam veren
şey kullarumdır,(Wiugenstein. 1996: 432) yani işaretler bir bağlam içinde an
lam kazanırlar:
Bu ok yalnızca, uygulamada. bir canlı varlı&ın onu yapu&Jna Işaret eder. Bu
i$3ret eane yalnızca ruh ıarafından sergilenebiten bir hakkabazlık degildir
(Wiııgenstein, 1996: 454).
Dile arılam verme çabası söz konusu oldugunda bazı kurallar vardır ki orıları
bilmek anlamı bilmekle eş değerdir:
Recep Alpyağıli "Özel Bir Dilin" Olabilirliği Sorunu... 143
f
Bir kimse birisine saı.rançıaki şahı gösterdiginde ve 'Bu şahıır' dediginde bu,
ona bu taşın lıullaımnmı anlaonaz -0 önceden bu son noktaya kadar: şahın
şeklini, oyunun kurallannı bilmedikçe. ( ... ) Su başka durumu düşünün:
Satrancı birisine açıklıyorum; ve bir saı.ranç ıaşını göstererek diyorum ki:
'Bu şahur; şöyle hareket edebilir, ... vbg.' -bu durumda şöyle diyeceğiz: 'Bu
şahur' (ya da 'buna şah denir') sözeiıkleri yalnızca, eğer öğrenen, 'bir oywı
da bir taşın ne oldugunu :zaıen biliyorsa' bir taııımdır. Yani, o önceden başka
oyunlar oynadıysa ya da başkalannın oyunlannı izlediy.r 've anladıysa' ol:ı
naklıdır. Aynca o yalnızca bu hoşııllar altında oyunu ögrenme sırasında uy
gun olarak "buna -yani bir oyundaki bu ıaşa-ne ad veriyorsunuz?" diye so
rabilccektir. Diyebiliriz ki: Ancak onunla nasıl bir şey yapacagını önceden
bilen birisi anlamlı olarak bir adı sorabilir (Wiııgenstein, 1996: 31 -vurgu
lar bize ait).
Bu alınu bize, bazı kurallann birtakım kurumların varlı~ma bağlı olduğunu ve
onların anlamlannı ancak bu kurumlar içinde kazanabilece~ini ifade etmekte
dir. Buradan ayrıca şu anlaşılmaktadır: Insanlar kelimelerin kullanımlarını salt
mantıksal bir biçimde ya da tahmin yoluyla bilemezler, bazen kelimenin nasıl
kullanıldığının bilgisi ancak bazı kurumların içinde öğrenilebilir. Örneğin:
Eğer ölçme kurumunu ve onun bu çubukla bağlantısını bilmeseydik, sadece
Paris'teki ölçek-metreyi görmekle ölçek-metre kavramını bildiğimizi söyleyebi
lir miydik? (Wittgenstein, 1998: III: 36). Ya da satranç oyununun tekniği va
rolmak.sızın bir satranç oyunu oynamaya niyet edebiJir miyiz? (Wiugenstein,
1996: 337). Bu açıdan baktığımızda, Wittgenstein'a göre, bir insan sözcüğün
nasıl işievde bulunduğunu giderek hangi anlama geldiğini salt zihinsel bir
edirole tahmin edemez. Kısaca onun kullanımına bakmak ve onu oradan öğ
renmek gerekir.
Wittgenstein'ın şu ana kadar kullanımla ilgili söylediklerini, kendisini
Wiitgenstein'a eklemleyen (Magge, 1985: 222; Thompson, 1990: 18-21). john
Searle 'oluşturucu/kurucu kurallar' terimiyle gayet güzel bir biçimde açmakta
dır. Ona göre, bir dilin anlam yapısı, altta yatan bir dizi oluşturucu kural kü
mesinin uylaşımsal gerçekleşmesi biçiminde görülebilir; bu anlamda onun özel
ilgisi olan ve bizi burada bir yönüyle ilgilendiren söz ediroleri de, başka edim
lerden farklı olarak, anlatımların bu oluşturucu kural kümelerine uygun ola
rak sözcelenmesiyle yerine getirilen edimlerdir (Searle, 2000: 108).
Searl, oluşturucu kurallar ile ne ;ın taelığını belirginleştirmek amacıyla, oluş
turucu kurallar ile düzenleyici kurallar arasında bir ayrım yapar: Ona göre, dü
zenleyici kurallar, onların varolmasına bağımlı olmayan bir etkinligi düzenler.
Oluşturucu kurallar ise, varolması mantıksal bakımdan kuralların varolmasına
bağlı olan bir etkinliği oluşturur ve düzenler (Searle, 2000: 105). Tanım olduk
ça sofistike olmakla birlikte, Searl'ün bize anlatmak istediği gerçek şudur. Dü
zenleyici kurallar'ın geçerli olduğu bir durumda, bir cümle kurmak zorunlu
olarak fiili bağlamla kayıtlı değildir. Oluşturucu kurallarda ise, durum bunun
144 tezkir e
Lam aksinedir. Örnegin düzenleyici kurallar emir cUınlesi formu alabilirken,
'Meyve keserken bıçagı sağ elinizle tutun'· gibi; oluşturucu kurıı:Uar ise daha
farklı bir biçim alır., örneğin, 'Rakip taşların hamlesi karşısında şah kıpırdaya
maz duruıpa dü~tüğünde, mat olunmuş olur'"gibi. Kısa bir biçimde söylersek,
düzenleyici kurallar, öteki kurallardan farklı olarak, 'X yap' ya da 'Y ise X yap'
biçimindedir ya da bu biçimlerde dile getirilebilir. Oluşturucu kural dizgelerin- .
de ise, bazıları bu biçimde o!makla birilikte, genel biçim şu Larzdadır: 'X, Y sa
yılır' ya da_'B bağlamında·x. Y sayılıf' (Searle, 2000: 106).4 '
Searl yukarıdaki' açıklamanın daha iyi anlaşılması amacıyla şu iki durumu 1
karşıl~şurmamızı önerir: Bulunduğumuz toplumsal çevrede toplann dal(etiye
lerinin en .~z iki hafta önceden gönderilmesi gerektiği biçiminde bir görgü ku
ralı olduğunu kabul edelim. Bu kural olsa da olmasa da, kişinin eylemi 'Dave
tiyeleri en az iki hafta önceden gönderdi' biçiminde dile getirilebilir. Bir de,
spor yapuğuİıız çevrede futbollın şu kurallara göre oynanan bir. oyun olduğU
nu düşünelim ..B u"durumda, söz konusu kurallar olmasaydı, 'Futbol oynadılar'
betimlemesi yapılamazdı. Yiııııi ilıi adam, bir futbol oyıuııuıda ilıi ta/ımı tarafın- ,
dan gerçelıleştirilen fızilısel davranışların ayııısı!ıı gerçelıleştirebilir; arıcalı, orta-
da futbol lıuralı denilen hiçbir lıural yolısa, bu adamiann davraııışlanıım futbol
aynadılılan biçiminde \betimlenmesi için bir neden yalıtur (Searle, 2000: 107,
124). Ya da şu iki durum arasındaki farkı düşOnelim: Acaba, söz vermek ile,
söz gelişi, balık tutmak arasındaki fark nedir? Burada ilk akla gelen şey, 'ill!Jni
bir dil içinde yapmak ancak bit dilin Öğeleriyle ilgili oluşturucu kuralları~ var
lığıyla ol;ınaklı olduğu halde, ikincisini yapmanın benzer hiçbiikural kümesi-
ni gerektinnediğidir'. Bu anlamda bir kişinin şu ·koşullarda balık tutması bir
uylaşım işi değ"ıldir, buna karşılık söz edimleri, beÜi koşull~r altında şu anla
·nmların sözeelenmesinin söz vermek sayılması bir uylaşım konusudur (Searle,
2000: 109, 110-113). .
Özetle söylersek, oyun kuralı gibi oluşturucu kurallar, davranışın betimlen
mesi için, o kurallar olmadığında söz konusu olmayacak bir temel sağlar. Ör
neğin siz; 'X'e oy verdi' hetimlemesini oluşturucu kurallar olmadan yapamaz
sınız. Kısaca Sear'le göre 'bir dili konuşmak, oluşturucu kurallara uygı.in dav
ranışlarda bulunmak demektir' (Se~le, 2000: 125). Kurallar bize düzenlilikle
rj açıklarlar; eğer kuraUar yoksa ortada açıklana~ düzenlilikler de yok de
mektir (Searle, 2000: 127). "Bir diÜ konuşmak demek: kurala dayalı bir davra.:"
nış girişiminde bulunmak demektir. Daha anlaşılır bir .biçiı:nde ~e getirmek
gerekirse, konuşmak, kurallara uygun davranışlarda bulunmakur" (Searle,
2000: 91). . .
ŞimcÜ burada şöyle bir sorunu ele almak durumundayız: Ac~ba.kişi kendi
sini,. dile anlam vermede· geçerli olan oluşturucu kurallarla kayıclamak zorun·
i • Benzer ı< leğerlendimieler için bkz. Seorle, 1982: 189-191, 193-196.
Description:de bir u~laşmadır: Bir gösterge ne türden olursa olsun onu anlamak için .. murda yankılandıgını keşfeıniek ~e.h~Y.ecan verici (Sitchin, 2000: 117).',.