Table Of ContentMetis Yayınları
İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: [email protected]
www.metiskitap.com
Liberalizmden Sonra
Immanuel Wallerstein
İngilizce Basımı:
After Liberalism
The New Press, New York, 1995
© Immanuel Wallerstein, 1995
The New Press, New York ile yapılan
anlaşma ile yayımlanmıştır.
© Metis Yayınları, 1998
İlk Basım: Eylül 1998
Üçüncü Basım: Nisan 2009
Yayıma Hazırlayanlar:
Bülent Somay, Semih Sökmen
Kapak Tasarımı: Semih Sökmen
Kapak Fotoğrafı: Robert Frank, Şehrin Babaları,
New Jersey, 1956
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd.
Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd.
Fatih Sanayi Sitesi No. 12/197-203
Topkapı, İstanbul, Tel: 212 5678003
ISBN-13: 978-975-342-199-7
Dünyanın geleceği için zihin açıcı
bir tartışmayı mümkün kılmaya çalışan
Clemens Heller için,
Teşekkür
Bu kitapta yer alan makaleleri ilk kez yayımlayan, aşağıda
belirttiğim yayıncılara, burada tekrar yayımlanması için verdikleri
izin ve nazik yardımları için teşekkür ediyorum.
"Soğuk Savaş ve Üçüncü Dünya: Eski Güzel Günler mi?",
Economic and Political Weekly, 27 Nisan 1991; "Barış, İstikrar ve
Meşruiyet, 1990-2023/2050", der. G. Lundestad, The Fall of Great
Powers (Oslo: Scandinavian University Press, 1994); "Afrika'nın
Umudu Ne? Dünyanın Umudu Ne?", der. A. O. Olukoshi ve L.
Wohlgemuth, A Road to Development: Africa in the 21st Century
(Uppsala: Nordiska Afrikainstitutet, 1995); "Liberalizm ve Ulus-
Devletlerin Meşrulaştırılması: Tarihsel Bir Yorum", Social Justice,
c. 19, no. 1, Bahar 1992; "Ulusal Kalkınma Kavramı, 1917-1989:
Ağıt ve Cenaze Duası", American Behavioral Scientist, c. 35, no.
4/5, Mart/Haziran 1992, Sage Publications, Inc. izniyle yeniden
basım; "Hangi Modernliğin Sonu?", Theory and Society, c. 24,
1995; "Liberalizmin Aşılamaz Çelişkileri: Modern Dünya Sistemi
Jeo-kültüründe İnsan Hakları ve Halkların Hakları", South Atlantic
Quarterly, c. 9, no. 4, Sonbahar 1995; "Kalkınma Jeokültürü mü,
Jeokültürü-müzün Dönüşümü mü?", Asian Perspective, c. 17, no. 2,
Sonbahar-Kış 1993; "Amerika ve Dünya: Bugün, Dün ve Yarın",
Theory and Society, c. 21,1, Şubat 1992; "Dönüşüm Stratejisi ve
Taktikleri Olarak Devrim", der. A. Callari vd., Marxism in the
Postmodern Age (New York: Guilford Press, 1994);
"Komünizmler'in Çöküşünden Sonra Marksizm", Economic
Review, Economic and Political Weekly, Şubat-Mart 1992;
"Liberalizmin Çöküşü", der. R. Miliband ve L. Panitch, Socialist
Register 1992 (Londra: Merlin Press, 1992); "Liberalizmin
Sancıları: İlerlemeden Umulan Ne?", New Left Review, no. 204,
Mart-Nisan 1994.
Giriş
LİBERALİZMDEN SONRA MI?
BERLİN DUVARI'nın yıkılışı ve sonrasında SSCB'nin
dağılışı, Komünizmler'in ve modern dünyada ideolojik bir
güç olarak Marksizm-Leninizm'in çöküşü olarak kutlandı.
Kuşkusuz bu doğru. Bu olaylar, bir ideoloji olarak
liberalizmin nihai zaferi olarak da kutlandı. Bu, gerçekliğin
tamamen yanlış algılanmasıdır. Tam aksine, aynı olaylar daha
da büyük ölçüde liberalizmin çöküşünü ve "liberalizm
sonrası" dünyaya kesin olarak girişimizi göstermekteydi.
Bu kitap, bu tezin açımlanmasına hasredilmiştir. 1990 ile
1993 arasında yazılmış makalelerden oluşmaktadır. Bu
makaleler, yaygın, erken, naif bir iyimserliğin yerini, ortaya
çıkmakta olan yeni dünya düzensizliğine dair yoğun, yaygın
bir korku ve endişenin almaya başladığı büyük bir ideolojik
karmaşa döneminde yazılmıştır.
1989 yılı genellikle 1945-1989 döneminin sonu olarak,
başka bir deyişle soğuk savaşta SSCB'nin yenildiğini gösteren
yıl olarak değerlendirilmiştir. Kitapta söz konusu yılı 1789-
1989 döneminin, yani modern dünya sisteminin küresel
ideolojisi, benim deyimimle jeokültürü olarak liberalizmin
zaferi ve çöküşü, yükselişi ve giderek ölüşü döneminin sonu
olarak değerlendirmenin daha yararlı olduğu savunulacaktır.
Böylece 1989 yılı, çoğu insanın Fransız Devrimi sloganlarının
bugün ya da yakın gelecekte gerçekleşecek olan tartışmasız
tarihsel gerçekliği yansıttıklarına inandığı bir siyasi-kültürel
dönemin -göz alıcı bir teknolojik başarı döneminin- sonunu
gösterecektir.
Liberalizm asla bir Sol doktrin olmadı; daima tipik
merkezci doktrin olageldi. Liberalizmin savunucuları ölçülü,
bilge ve insancıl olduklarından emindiler. Kendilerini aynı
anda hem (muhafazakâr ideoloji tarafından temsil edildiğini
düşündükleri) gayri meşru ayrıcalıklarla dolu uzun bir
geçmişe karşı, hem de (sosyalist/radikal ideoloji tarafından
temsil edildiğini düşündükleri) yetenek ya da erdemin dikkate
alınmadığı umursamaz bir eşitlemeye karşı
konumlandırmaktaydılar. Liberaller siyasi manzaranın geri
kalanını daima kendilerinin tam ortada yer aldıkları iki uçtan
kurulu olarak tanımlamaya çalışmışlardır. 1815-1848
döneminde gericilere ve cumhuriyetçilere (ya da
demokratlara); 1919-1939 döneminde Faşistler'e ve
Komünistler'e; 1945-1960 döneminde emperyalistlere ve
radikal milliyetçilere; 1980'lerde ırkçılara ve karşı ırkçılara
eşit derecede karşı oldukları iddiasındaydılar.
Liberaller daima, reformcu, yasallığı savunan ve bir ölçüde
özgürlükçü olan liberal devletin, özgürlüğü garanti edebilecek
tek devlet olduğunu iddia etmişlerdir. Özgürlükleri korunan
nispeten küçük grup açısından bu belki de doğrudur. Fakat
maalesef bu grup her zaman, durmaksızın herkesi içine alacak
kadar genişleme yolunda ilerleme iddiasındaki bir azınlık
olarak kalmıştır. Liberaller her zaman, baskıcı olmayan bir
düzeni sadece liberal bir devletin garanti edebileceğini iddia
etmişlerdir. Sağcı eleştirmenler liberal devletin, baskıcı
görünmekteki çekingenliğiyle düzensizliğe göz yumduğunu,
hatta bunu teşvik ettiğini söylemişlerdir. Öte yanda, Solcu
eleştirmenler ise her zaman, yönetimdeki liberallerin başlıca
kaygısının aslında düzen olduğunu ve ancak kısmen gizlenen,
son derece gerçek bir baskı uyguladıklarını dile getirmişlerdir.
Mesele bir kez daha iyi toplumun temeli olarak
liberalizmin erdemlerini ya da hatalarını tartışmak değildir.
Bunun yerine liberalizmin tarihsel sosyolojisini yapmaya
yönelmeliyiz. Fransız Devrimi sonrasında tarih sahnesine
çıkışını; ilkin (en güçlülerinde de olsa) sadece birkaç devlette,
daha sonra dünya sisteminde (ama gerçekten dünya sistemi
anlamında) egemen ideoloji olarak hızla zafere yükselişini; ve
son birkaç yılda, aynı derecede ani biçimde tahttan inişini
açık bir biçimde çözümlemeliyiz.
Liberalizmin Fransız Devrimi'nin başlattığı siyasi
çalkantılara dayanan kökenleri literatürde enine boyuna
tartışılmıştır. Oysa liberalizmin dünya sistemi jeokültürünün
merkezi söylemi haline gelişi savı biraz daha tartışmalıdır.
Çoğu çözümlemeci liberalizmin Avrupa'da 1914 itibariyle
zafere ulaştığında hemfikirken, bazıları o dönemden itibaren
çöküşünün başladığını ileri sürecektir; ben ise liberalizmin
doruk noktasının 1945 sonrası dönemde (1968'e kadar),
dünya sisteminde ABD hegemonyasının yaşandığı dönemde
yer aldığını ileri sürüyorum. Bunun yanı sıra, liberalizmin
nasıl zafere ulaştığına -ırkçılıkla ve Avrupamerkezcilik’le
temel bağlantılarına- ilişkin görüşüm birçoklarının itirazına
maruz kalacaktır.
Ancak sanırım en kışkırtıcı olan, Komünizm'in çöküşünün
bir ideoloji olarak liberalizmin nihai başarısını değil, liberal
ideolojinin tarihsel rolünü sürdürebilme kabiliyetinin kesin
biçimde zayıflayışını temsil ettiğini savunmaktır. Kuşkusuz
bu tezin bir versiyonu, dünya Sağ'ının dinozorları tarafından
savunulmaktadır. Fakat bunların birçoğu, ya sloganları
manipüle eden sinikler ya da tarihsel olarak hiç varolmamış
aile merkezli bir ütopyayı savunan umutsuz romantiklerdir.
Diğer bazıları ise, sadece cereyan etmekte olduğunu doğru
biçimde algıladıkları bir olgudan, dünya düzeninin yaklaşan
parçalanmasından korkmaktadırlar.
Liberal reformculuğun bu reddi, şu anda ABD'de "Amerika
ile Sözleşme" etiketi altında geliştirilirken, aynı anda IMF
yardımlarıyla dünyanın dört bir yanındaki ülkelere zorla
yediriliyor. Açıkça gerici olan bu politikalar, muhtemelen,
halihazırda Doğu Avrupa'da olduğu gibi, ABD'de de siyasi bir
geri tepmenin doğmasını teşvik edecektir; çünkü bu
politikalar nüfusun çoğunluğunun mevcut ekonomik
durumunu iyileştirmekten çok kötüleştirmektedir. Fakat bu
geri tepme, liberal reformculuğa olan inanca geri dönüleceği
anlamına gelmeyecektir. Bu sadece, bugün yeniden güçlenen
gericiler tarafından satışa çıkarılan ve sahte bir piyasa övgüsü
ile yoksullara ve yabancılara karşı yapılan düzenlemeleri
birleştiren bir doktrinin, reformculuğun karşılanamamış
vaatlerinin yerine yaşayabilir bir karşılık sunamayacağı
anlamına gelecektir. Her halükârda benim iddiam farklı.
Benim tezim, makalelerden birinde "özgürleşme modernliği"
diye adlandırdığım görüşü benimseyenlerin tezidir. Bence,
enkazdan kurtarabileceklerimizi ve dünyaya liberalizmden
kalan zor koşullar altında onun belirsiz mirasıyla nasıl
mücadele edebileceğimizi görebilmek için, liberalizmin
tarihini ciddi biçimde gözden geçirmeliyiz.
Kasvetli ve karanlık bir tablo çizmeye çalışmıyorum.
Ancak pembe bir tablo çizen beylik lâflar edecek de değilim.
Liberalizmden sonraki dönemin, geçen beş yüz yıldaki diğer
dönemlerin hepsinden daha önemli bir siyasi mücadele
dönemi olduğuna inanıyorum. "Hiçbir şeyin değişmemesi için
her şeyin değişmesi gerektiğini" gayet iyi bilen ve bunu
gerçekleştirmek için ustaca, zekice çalışan ayrıcalık yanlısı
güçler görüyorum. Tam anlamıyla soluğu tükenmiş
özgürleşme güçleri görüyorum. Uğrunda 150 yıl mücadele
ettikleri siyasi bir projenin -devlet iktidarının, bugün bu
devlette, yarın ötekinde elde edilmesi vasıtasıyla toplumsal
dönüşüm projesinin- tarihsel beyhudeliğini fark ediyorlar.
Herhangi bir alternatif projenin varolup olmadığı konusunda
son derece kuşkulular. Fakat eski proje, dünya Solu'nun
stratejisi her şeyden önce, Leninizm gibi en iddialı biçimde
anti-liberal, "devrimci" varyantlarında bile liberal ideolojiden
etkilenmiş, onunla kaplanmış olduğundan ötürü başarısız
olmuştu. 1789-1989 arasında ne olduğu açıklığa kavuşmadan,
yirmi birinci yüzyılda akla yakın hiçbir özgürleşme projesi
ortaya konulamaz.
Ancak, 1789-1989 arasında neler olduğu hakkında açık bir
görüşe sahip olsak ve önümüzdeki yirmi beş-elli yıllık geçişin
sistemsel düzensizlik, parçalanma ve hangi tür yeni dünya
sistem(ler)inin inşa edileceği hususunda şiddetli bir siyasi
mücadele dönemi olacağı konusunda aynı fikirde olsak bile,
insanların çoğunu ilgilendiren soru, şimdi ne yapılacağıdır.
Bugün insanlar, kafaları karışmış, öfkeli, korku dolu, hatta
bazen umutsuz bir durumdalar, ama hiç de pasif değiller.
Siyasi bir faaliyette bulunulması gerektiği inancı,
"geleneksel” tipte bir siyasi faaliyetin muhtemelen beyhude
olduğu yolundaki eşit derecede güçlü duyguya rağmen,
dünyanın dört bir yanında gücünü hâlâ koruyor.
Artık yapılması gereken seçim "devrim mi, reform mu"
şeklinde takdim edilemez. Bir yüzyıldan fazla bir süredir bu
farazi alternatifi tartışmaktayız; sonuçta çoğu durumda
keşfettiğimiz tek şey reformcuların gönülsüz reformcular
olduğu, devrimcilerin ise sadece biraz daha fazla militan