Table Of Contentı
ıçğ
ş
ıçÇ
çğ
ş
ğğşı
üçşö
üüüçü
ış
çşğ
üçüşüü
İışğ
şıç
üşü
ğ
çşş öüüü
üü
çşöğ
Varlık Yayınları, Sayı: 899 Sekizinci basını: 2006
ISBN 975-434-016-1
Kapak: Ekin Nayır Ofset Hazırlık: Varlık Yayınları A.Ş. Baskı: Kıııtiş
Matbaası, İstanbul
VARLIK YAYINLARI A.Ş. Piyerloti Cad. Ayberk Apt. No. 7-9 Çembeıiitaş
34400 İstanbul Tel: 212-516 20 04 - Faks: 212-516 2005 E-posta:
V. GORDON CHILDE
KENDİNİ YARATAN
İNSAN
Ġnsanın Çağlar Boyunca GeliĢimi
Çeviren: Filiz Ofluoğlu
ĠÇĠNDEKĠLER
Giriş 7
I. İnsan ve Doğa Tarihi 9
II. Organik Evrim ve Kültür Gelişimi 20
III. Zaman Ölçekleri 35
IV. Besin Toplayıcılar 42
V. Neolitik Devrim 54
VI. İkinci Devrimin Başlangıcı 79
VII. Kentsel Devrim 103
VIII. İnsan Bilgisinde Devrim 130
IX. Gelişimin Hızlanması ve Yavaşlaması 158
* Kronoloji Konusunda Birkaç Söz 166
* Mısır ve Mezopotamya için Kronoloji Tablosu 167
* Coğrafya Konusunda Notlar 168
UYGARLIĞIN KÖKENĠ
Bu kitap, eski çağlardan günümüze dek insanın kökenini ve gelişimini
izler, açık, güzel bir dille anlatır, Kitabın temel konusu arkeoloji ve
antropolojidir, ama sosyal bilimlerin her dalına, felsefe, psikoloji ve tarih
konularına da değinir.
Çağımızın 340.000 yıl öncesinden başlayarak insanın gelişiminin
değerlendirilmesi ele alınmış, insanın ateş yakabilme, kaba taşları yontup
alet oluşturma yetenekleriyle yaşamını sürdürebildiği günlerden bu yana,
bu gelişim izlenmiştir. Kitapta insanın ekin üreticisi olarak başlayan,
kentleşme ve devletleşme evrimlerinden, dış ticaret ve kentsel devrime
varan uygarlık çizgisi anlatılmıştır. Profesör Childe bilimle on dokuz temel
buluş ve uygulamayı ele almaktadır: yapay sulama, sapan, hayvan koşumu,
yelkenli, tekerlekli araçlar, bahçecilik, mayalama, bakır üretimi ve
kullanımı, tuğla, kemer, sırlama, mühür, güneş takvimi, yazı, rakam, bronz,
demir arıtımı, alfabe, kente su sağlayan su kemerleri...
Bu çok güzel çözümlemede, yazar, insana hem yardımcı hem de engel
olan geleneklerin gelişmesini, bilimle batıl inançların baş başa ilerlemesini
göstermektedir.
İnsanın günümüze dek aştığı çok uzun yolların, bir kaç kısacık yüzyılda
attığı çok büyük adımların yeniden ele alınıp yepyeni bir açıdan
sunuluşunu bu kitapta okuyacaksınız.
5
giriş
Bu kitap, bir arkeoloji el kitabı değildir; bilim tarihi, hiç değildir.
Uzmanların coşkuyla tartıştıkları ayrıntılı sorunlara ilgi duymayan
okuyucuların rahatlıkla okuyacağı bir kitaptır. İlk çağlar tarih kitaplarını
(kendi yazdıklarım dahil) sıkıcı yapan, okunmasını güçleştiren bu tür
sorunlardan kaçınılmıştır. Uzun tartışmalardan, güç adlardan kaçınmak
için, kesinlikten saptım. İlk çağlar tarihi konusunda bilgiler çoğunlukla şöyle
sunulur: "Bugün elimizde olan kanıtlara göre, olasılıklar dengesi bu yönü
göstermektedir." Üstelik açıklamalarımın çoğu kesinlikle kabul edilemez;
oysa, genel konuyla doğrudan doğruya ilgisi olmayan, ayrıntılı tartışmalarla
kitabı ağırlaştırmak istemedim. Bu kitabın amacı açısından verilerin elden
geldiğince kesinlikle anlatıldığını söyleyebilirdim, üstelik sunuş biçimi
değiştirilse de, kitabın özü değişmez. Son olarak bir açıklama daha yapmam
gerek; gerçi IV. bölümden VII bölüme dek yazılanlar, öznel nesnelerin
doğrudan doğruya incelenmesiyle oluşturulmuştur, oysa VIII. bölüm yetkin
uzmanlarca yapılan çeviriler ve açıklamalara dayanır.
7
1. BÖLÜM
ĠNSAN VE DOĞA TARĠHĠ
Geçen yüzyılda, "gelişim" kavramı, üstünde durulmadan, olduğu gibi
kabullenilmişti. Ticaret yaygınlaşmış, endüstri verimi artmış, varlık çoğalıp
birikim oluşturmuştu. Bilimsel buluşlar, insanın doğaya başat oluşunun
sınırsız gelişimine yol açmış, daha yaygın üretimin uçsuz bucaksız sürecini
muştuluyordu. Artan varsıllık ve derinleşen bilgi, Batı dünyasını baştan
başa, uçsuz bucaksız iyimserliğe bürüyor- du. Oysa bugün bu iyimserlik
büyük ve acımasız bir sarsıntı geçirmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve onu
izleyen bunalımlar, korkunç bir yoksulluk ortamında bile inanılmaz ama
göze batarcasına belirgin bir üretim artığı oluştururken, dünyanın ekonomik
temellerini sarsmaktaydı. Artık "gelişim"in gerçekliğine değin kuşkular
yaygınlaşmaktadır.
Bu kuşkularını çözümlemek için insanlar tarihe dönmelidir. Ama,
gelgelelim, tarihçiler de kendi çağlarının ekonomik koşullarından
etkilenmeden edemezler. Profesör Bury'nin belirttiği gibi, "gelişim" kavramı,
öz olarak, orta ve eski çağlar tarihçileri için çok yaban bir düşündür. Bugün,
gerek doğa bilginleri, gerek tarihçiler arasında pek çok ünlü yazarların
yapıtlarında gördüğümüz gibi, karamsar ya da gizemci (mistik) bir davranış
belirgindir. Bazıları, eski Yunanlılar ve Romalılar gibi, eski çağların "altın
günlerine" özlem duyarlar. Katolik misyonerlerin Alman "tarih okulu"
izleyicileri ve bunların arkeoloji ve antropoloji öğretmenleri, bilgi ağacının
mcyvalarını tada lada, orta çağ inancı olan bir saplantıya, "İnsanın Çöküşü"
öğretisine (doktrinine) yönelmişlerdi. İngiliz "difizyonist" düşünürlerin
bazılarının yazılarında da bu eğilime rastlanır. Öte yanda, Herr Hitlcr ile
kuramsal yandaşlarının açıkça çığırtkanlığını yaptığı, ara sıra da İngiltere ve
Amerika'da kurtarıcı edasıyla çalım atan bazı kişilerin savunduğu faşist
felsefeye göre, aynı gizemci edayla, gelişim, biyolojik evrimle bir
tutulmuştur.
Bu kitabın bir amacı da tarihin, gerek çöküntü yıllarından, gerekse
geçen yüzyılın varsıllığının görkemli günlerinden kanıtlar göstererek, hâlâ
gelişime umul bağlanabileceğini kişisel olmayan bilimsel bir açıdan
savunmaktadır. Ama gerekli bilimsel davranışa varabilmek için, hem gelişim
hem de tarih kavramlarımızı gereğince değiştirebil- meliyiz. Bilimsel
davranışa varmanın temeli, kişisel önyargılardan arınmaya, özel sevgi ve
nefretimizden sıyrılabilmeye bağlıdır. "Bilimin işlevi, gerçeklerin ve verilerin
böliimlenmesi, bunların zaman içinde ve birbiriyle bağlantısının
tanımlanması demektir." Kişisel duygularla etkilenmeden, gerçeklere ve
verilere dayanarak yargıya varış, bilimsel davranışın kanıtıdır. Kari Pearson
şöyle der: "Bilim adamı, yargılarında, kendinden sıyrılma çabasında
olmalıdır." (Gerçekten de, bilgilerin sayı ve ölçüye böylesine bağlı oluşlarının
bir nedeni, kişilikten arınmış bir davranışa erişebilme çabasıdır. Profesör
Levy'nin dediği gibi, "Ölçü ve ölçeklerin verdiği sonuç, her tür dinsel, aktörel
(ahlaki) ve toplumsal önyargılardan arıklanmıştır. Bu yazımda söylenenler
ister hoşunuza gitsin, ister gitmesin, ama sonuç gene de 322'dir."
Böylesine alçakgönüllü ve kişisellikten arınmış bir bakışla tarihe
yaklaşım kolay değildir. Bilim adamları olarak tarihe dönüp de, "Biz
gelişebildik mi? Uçakların, hidroelektrik santrallerin, zehirli gazların,
denizaltıların, füzelerin oluşturduğu mekanik araçların günden güne
artması gelişimi oluşturmuş mudur?" diye soramayız. Böylesine dü-
zenlenmiş bir sorunun bilimsel hiçbir anlamı olamaz. Yanıtında aynı görüşe
varmaktan yana da bir umuda kapılamayız. Yanıt, soranın keyfine, o andaki
ekonomik hatta sağlık durumuna bağlıdır. Pek az kişi aynı sonuca varabilir.
Çağdaş bilimin devinim ve aydınlatma araçlarının sağladığı zaman ve
yer özgürlüğünden ve hızlı dolaşımdan hoşlanıyorsanız, gelişimden yana
olumlu yanıt verirsiniz. Ama, bu araçlardan yararlanacak ekonomik
olanaklardan yoksunsanız, ciğerlerini/, hava kirlenmesinin zehiriyle
dolmuşsa, ya da oğlunuz çağdaş bir silahla öldürülmüşçe, yanıtınız olumlu
olamayacaktır.
El değmemiş, bozulmamış kırsal alanlara tutkunuz varsa, ya da
uzaklara gidip, geceyi gündüze katarak çalışmak istemiyorsanız, böylesine
bir gelişimin gerçekliğinden kuşkulanırsınız; bir iki yüzyıl öncesinin daha
sakin ve barışık günlerine özlem duyarsınız. Basit yaşamın sakıncalarını -
güzelim kulübedeki yılanı, durgun sularda ve kuyularda kaynayan
mikropları, ormanlarda, çalılarda kol gezen haydutları çarçabuk
unutursunuz. Türkistan'ın bir köyünde kalakaldığınız vakit, bu tür
görüşlerinizi yeniden gözden geçirirsiniz. Yankesici, kendi uğraşısı
açısından, elektrik ışığı, telefon ve (hele polis kullanıyorsa) otomobil gibi
araçları, gerilik simgesi sayabilir. Bir yüzyıl öncesinin kapkara sokaklarını
özlemle anar. İşkence ve dehşet yollarında kendini adamış kişiler, yasal
işkence ve sergilenen idamların yasaklanmasını birer gelişim işareti değil de
tam tersi olarak kabullenirler.
"Geliştik mi?" sorusunu sormak bilimsel bir davranış değildir, çünkü
hiç kimse eş yanıt veremez; kişisel eğilimlerden kaçınılamaz. Ama, "Gelişim
nedir?" diye sorabiliriz, yanıtı bilimin pek çok yeğlediği sayısal verilere
10
kadar uzanabilir. Bugün gelişim gerçeklen olagelmiş şeyler, tarihin
içeriğidir. Tarihçinin görevi, tarih boyunca uzanan dizi dizi, çetrefil olayların
arasından özlü ve önemli olanlarını belirtmektedir. Ama gelişimin çizgisini
saptamak ve ucundan yakalamak, tarih boyunca koşturup araştırmak,
çocukluğumun tarih kitaplarından çok başka bir tarih anlayışı gereksindirir.
Her şeyden önce, derin ve geniş bir bakış gerekir. Kısa süreleri ve dar
alanları içeren araştırmalarda, olayların çokluğu ve dağınıklığı, ortak yön ve
biçimlerini gölgeler.
1914 yılından önce, diyelim, bu kitabın yazarı olarak benim ülkemde,
yani İngiltere'de, tarih demek "İngiliz tarihi" demekti. Anglo - Sakson'larla,
hatta Norman islilâsıyla başlar ve en çok 1,500, çoğunlukla da 800 yılı
kapsardı. Bir çok kişi de, "Eski Çağlar Tarihi" denilen bir tarih okumuştu. Bu
tarih, Yunanlılar (daha doğrusu iki Yunan kenti, Atina ve İsparta) ile
Romalıların uygarlıklarından söz ederdi. Sanki İngiltere tarihi ile kayda
değer hiçbir ilişkisi yokmuş, gizsel bir uçurumla ayrılırmış gibi öğretilirdi.
Artık pek çok kişi, bu iki tarihin hiç de ayrı ve bağlantısız olmadığını,
birbirine bağlı olaylar dizisinin bir parçasını oluşturduğunu bilmektedir. Bu
kimseler hiç olmazsa daha eski çağlar tarihini okumuş, Minos, Hitit, Mısır ve
Siimer'lilcr- den söz edildiğini duymuşlardır. Bu çağı kapsayan tarih,
İngiltere tarihinin tanı dört katıdır. Son yıllarda, tarih öncesi çağ, tarihe giriş
kitabı olarak kullanılmaktadır. Yazılı kayıl bırakmamış insanların
uygarlıklarını ya da bir yönünü içerir. Özellikle, ilk yazılı belgeler Mısır ve
Babil'den önceki çağı ele alır. Tarih öncesi çağlan kapsayarak, tarihe bakış
açısı en az yüz kat genişlemiştir. Topu topu 5000 yıl yerine, 500.000 yılı aşkın
bir süreyi ele alabiliyoruz. Aynı zamanda da insan tarihi, doğa tarihi ile
birleşebilmektedir. Tarih öncesi çağı inceleyerek, biyoloji, paleontoloji ve
jeoloji gibi "doğa bilimleri"nin gelişmesini izleyebiliyoruz.
Tarih, İngiltere tarihi ya da eski çağlar tarihi gibi kısa sürelerle
sınırlandırıldığı vakit, çeşitli iniş çıkışlar, sürekli bir gelişim çizgisine oranla
daha göze batmaktadır. Eski Çağlar tarihinden Atina, İsparta ve Roma'nın
"Yükselişi ve Çöküşü"nü öğreniyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben
neyin "yükseliş", neyin "çöküş" olduğunu bir türlü çıkaramadım. Atina
tarihinin M.Ö. 600 ile 450 yılları arasındaki süresi yükseliş, bir sonraki yüzyıl
da çöküş olarak belirtilir. Ondan sonraki yüzyıllar ise okul kitaplarında yer
almaz, anlaşılan karanlık ve ölüm yılları sayılır. Oysa, Aristo M.Ó. 325
yılında ün yapmaya başlamış ve doktorlar, matematikçiler, gökbilimciler ve
coğrafyacılar gibi nice Yunan bilgini, "klasik" Yunan tarihinin sözüm ona
karanlık yıllarında gelişmişlerdir. Gerçi Atina siyasal bir güç olarak
göçmekteydi ama Yunan uygarlığı ölmemişti ve Atina'nın uygarlığa katkısı
sürmekteydi. Roma İmparatorluğunun "yükselişi" ise, Tiber ırmağı
üzerindeki adı sanı duyulmamış bir kaç köyün, acımasız ve hileli yollardan,
koskoca bir ülkenin - Orta Doğu havzası, Fransa, İngiltere ve Orta
11