Table Of ContentCEMİL MERİÇ
JURNAL
Cilt 1
1955 - 65
ÜZERİNE
"Bu anılarda, hayatımın çeşitli dönemleri iç içe yer
alıyor. Halim vaktim yerindeyken sefalet yıllarımdan söz
ettiğim oldu, sıkıntılı günlerimde mutluluklarımdan
bahsettim. Gençlik yıllarım yaşlılık yıllarıma karıştı.
Tecrübe dolu yıllarımın ciddiyeti ile arayış yıllarımın
maceraları birbirini dengeledi belki. Şafaktan guruba*
hayat güneşimin huzmeleri birbirine karıştı çoğu kez.
Bütün bunlar eserime bir tür karışıklık getirdi belki ama
bir tür de tanımlanamayacak bütünlük kazandırdı.
Beşiğimde mezarımdan, mezarımda beşiğimden bir şeyler
var bu anılarda..."{1}
"Neden bu Jurnal'e devam ediyorum? Devam
ediyorum, çünkü o benim kendimle diyaloğum, çevrem,
dostum, sırdaşım. Tesellim aynı zamanda. Hafızam,
yankım. Acılarımı da paylaşıyor. Jurnalim kişisel
deneyimlerimin deposu, psikolojik güzergâhım,
düşüncelerimin paslanmasına karşı bir önlem. Yaşama
bahanem, neredeyse benden sonrakilere bırakacağım tek
yararlı şey...{2}
"Artık jurnal tutmuyorsam, yazılacak mektuplardan
kaçıyorsam, heyecanlarımı kaybetmişim demektir, o
zaman sadece duymak istediğim heyecanları ya da
başkalarınınkileri yaşıyorumdur... İyi günlerimde
çoğalıyor heyecanlarım, bütün benliğimi saran güçlü bir
titreşime, sinirlerimi ve zihnimi harekete geçiren bir
coşkuya dönüşüyor, onları istediğim gibi
yönlendirebiliyorum. Ya hüzün oluyor bu heyecanlar ya
neşe. Kendimi, duruma göre, neşeli bir scherzo ya da
melankolik bir andante çalmaya akort edilmiş bir arp gibi
hissediyorum. Bu da yaratabilmek için gerekli mükemmel
bir ruh haleti..."{3}
Bu satırlar, Fransız edebiyatının ünlü üç anı ve jurnal
yazarının, Chateaubriand, Amiel ve Gide'nin, 1809, 1869 ve
1889 yıllarında yazmış oldukları düşüncelerini bize
yansıtırken, bir yandan da, genelde jurnal yazarının, özelde de
Cemil Meriç’in, jurnalini kaleme alırken içinde bulunduğu
duygu, heyecan ve düşünce kesafetini* gözler önüne seriyor
kanımızca.
* * *
Cemil Meriç, 7 Temmuz 1955 günü, göz ameliyatı için
gittiği Paris'ten İstanbul'a döner. Gözlerini bir yıl önce
kaybetmiş, yeniden görme umudu ise pek kalmamıştır.
Dönüşünden dokuz gün sonra yazmaya başlar. 38 yaşındaki
Cemil Meriç kendisini son derece yalnız hissetmektedir.
Görmemekte, tabiata tahakküm edememektedir.
"Görenin yalnızlıktan şikâyete hakkı yoktur: mevsimler,
renkler, çiçekler, şehrin bütün kadınları, bütün çocuklar
gören içindir", "görmeyen bir insan bozuk bir ampul gibi,
manasız, bıraktığınız yerde kalan bir paket; içinde eski
hatıralar olduğu için arada bir karıştırılmaya layık...
Çocukken oynadığımız bir taşbebek gibi, atmaya
kıyamadığımız acayip bir külçe" (Jurnal, 16.7.1955)
Fırtınaya tutulan bir hayat yokuşudur Cemil Meriç. Bu
fırtınadan kurtulabilmek için bir eser yaratmak istemektedir,
"içine kafasındaki bütün ışığı doldurup dalgalara fırlatacağı
bir şişe". Yaratmaksa ıstıraplıdır, ama yaratmadan ıstırap
çekmek daha da dayanılmaz bir çile.
Düşünceleri darmadağındır. Kitapların içine saçtığı
aydınlık sayesinde etrafındaki karanlık geceden biraz daha az
etkilenmektedir. Ne var ki hiçbir intibak kabiliyeti yoktur. O
zaman neden yaşayacak? Ölmek istediğini söylemektedir,
"dekorsuz" ve "poz almadan", "batan bir güneş gibi değil,
kaderin bileklerime taktığı prangalardan kurtulmak için".
Yine de ölmek istememektedir gerçekte. Gelecekteki, belki de
şimdiki meçhul bir Dost’a seslenmeye yani yazmaya ihtiyacı
vardır. Yazarsa onun da hürriyeti olacaktır, yaşadığını ve
yaşamaya layık olduğunu hissedebilecektir, "bu satırların
hiçbir okuyucusu olmasa bile". Yazdıkları bir davettir, sevgi
daveti. "İsterdim ki kelimeler çiçek çiçek eşiğine yağsın,
isterdim ki kelimeler yıldız yıldız aydınlatsın odanı. Sönen
gözlerimin bütün aydınlığı kıvılcımlaşsın onlarda...
Kelimeler buseleşsin ve güvercinler gibi, kuğular gibi
uçsun sana..." (Jurnal, 1955).
Vücudunu aşmak, benliğinden sıyrılmak, sonsuza
yönelmek, kanatlanmak, çoğalmak, devam etmek, kendini
aşarak bir fikre, bir dâvaya bağlanmak istemektedir Cemil
Meriç.
İlerde "Quinze-Vingts Geceleri" başlığı altında
kitaplaştırmayı düşündüğü ve Paris dönüşü kaleme alınan bu
1955 yılı yazılarına paralel olarak, bir de Jurnal yazmaya
başlar Cemil Meriç aynı yıl. Aslında Quinze-Vingts
Geceleriyle Jurnal içiçedir. Sadece beş yazı vardır Jurnal'de
bu yıl, üçü Fransızcadır.
Bu satırlarda öldükten sonra yaşamak için tanıklar
aramaktadır Meriç kendine. Yokolma düşüncesi
ürkütmektedir onu. Yaratarak devam etmek, anıta, olaya,
kitaba dönüşmek istemektedir.
"Ruhun ölümsüzlüğü bir mitosdan ibaret değil" diye yazar,
metapsikoza inanmak lâzım, hele insan dinî ve mistik
tesellilerden mahrumsa. "Keşke bütün insanlar aynı tanrıya
inanabilselerdi, o zaman dünya cennet olurdu... Bütün kâinatı
ve kâinattan daha büyük bir yaratıcıyı sevmek, hem de ruhun
ölmezliğine inanarak. Yani ebediyet ölçüsünde bir sevgi"
(Jurnal, 22.7.1955).
Peki ya yeryüzü? Dünya, bütün insanların el ele verip hep
birlikte şarkı söyleyecekleri bir bahçeye dönüşebilecek
mi? İnsanları birbirinden ayıran duvarlar var, bu duvarlar
ne zaman yıkılacak, sosyal adalet rüyaları ne zaman
gerçekleşecek? Ne zaman insanoğlu sonsuz bir özgürlüğe
kavuşacak?
Bu yazılarda, Jurnal boyunca zaman zaman hatta sık sık
karşımıza çıkacak birçok ana temayı saptamış gibidir Cemil
Meriç. Şuurlu olmasa da, hayat ve düşünce tutanağını
oluşturacak belli başlı konulara eğilmiştir.
Yine de, kim okuyacaktır onu sorusu içini kemirmektedir.
"Benzerlerime iletilecek hiçbir önemli mesajım yok. Bir
yabani gibi yaşadım, bir başkası gibi acı çektim. Hayatımda
hiçbir fevkalade olay yok: önemsiz hayal kırıklıkları,
gerçekleşmemiş rüyalar, yerine getirilmemiş projeler" (Jurnal,
22.7.1955). İşte 38 yılının iyice sıkıcı ve hiç de ilginç
olmayan hikâyesi bundan ibarettir, Cemil Meriç’e sorarsanız.
Oysa Cemil Meriç 38 yaşına gelene kadar da önemli şeyler
yapmıştır, çok okumuş, çok düşünmüş, çok yazmıştır, çok
olmasa da az ama öz.
1941'den itibaren, Meriç’in her biri bir "manifesto"
sayılabilecek makaleleri yayınlanmıştır dönemin çeşitli
dergilerinde. Her yazısı bir anlamda Jurnali müjdelemektedir.
Aynı keskin üslup, aynı sert ve haşin hükümler:
"Sefaleti maroken koltuklarında puro tüttürürken tahayyül
eden müreffeh romancıların neden ölü eserler verdiğini
Balzac'ın hayatı bize daha iyi anlatmaktadır",{4}
"Assomoir, iskeletlerinden kâşaneler* kurulan aç ve ayyaş
emekçilerin acıklı destanıdır",{5} "Cihan edebiyatı her
soydan tufeylinin* yağma hırsıyla saldırdığı sahipsiz bir
mabet midir?","Piyasa, kitapçı vitrinlerini şaheserler
makteli* haline getirmek için, şaşılacak bir gayret sarf
eden bezirgânlarla doludur. Cihan edebiyatı nâmına, düşük
kıymetli sakat tercümeleri piyasaya süren bir anarşi, azgın
bir hırs"... {6}
1942'de Elazığ Lisesi'nde Fransızca öğretmenidir Cemil
Meriç, yeni evlenmiştir, coşkuludur, mutludur. Ayrılığa ise hiç
tahammülü yoktur. Şiirlerle örülü mektuplar yazar karısına,
42 ile 45 yılları arasında, sevgi dolu mektuplar alır karısından.
Makaleleri yayımlanmaktadır sürekli, 18. yüzyıl
Fransa'sında yaşamış ilerici fikir öncülerinden bahseder: "O
asırda Fransa'da edebiyat bir kavga silahıdır, yazar, eserinde
cemiyetin isteklerini ve hınçlarını şahlandıran mücadele
adamıdır. Feylesoflar asrı, bütün insanlık için mücadele
etmektedir", Cemil Meriç de Voltaire gibi, "fildişi kulede
süslü mısralar avlayan yarı mistik bir sanat züppesi değil,
kulağını sınıfının nabzına dayayan bir kavga adamı olmak"
istemektedir.
"Voltaire için en büyük haz benliğini başkalarının
saadetine vakfetmek, ıstırap çekenlerin gözyaşlarını
dindirmektir"{7} Cemil Meriç için de öyle.
İnsanlığın örnek simalarını ele alan, inceleyen, Türk
okuyucusuna sunan, tenkit eden, değerlendiren bu
makalelerinde, biraz da kendisine benzeterek, model olarak
seçtiği büyük insanların defilesine tanık oluruz. Cemil Meriç
henüz 25-26 yaşlarındadır. Ateşli, meraklı, araştıran, seven
veya nefret eden sıra dışı bir gönül ve bir beyin. İnsafsız bir
eleştirmendir de aynı zamanda, çok açık sözlüdür, kırıcıdır, bu
da onu giderek yalnızlığa itmektedir.
1948'e kadar oldukça düzenli olarak elimizde bulunan
makaleleri, birden 48'den 53'e götürür bizi. Arada Balzac
çevirileri ve Yabancı Diller Okulu'nda okutmanlığa başladığı
yıllar var. Aynı yıllarda öğrenciler için yirmi dokuz Fransızca
metin içeren bir yardımcı metinler kitapçığı hazırlar, bir de
Fransızca dilinin gramerini kaleme alır.
1953 yılı başından itibaren yeniden makalelerine döner:
"Ya Batılı olacağız yahut Batı'nın âzad kabul etmez
sömürgesi" diye yazar bunlardan birinde.{8} Bu makalelerinde
de ilerde tekrar ele alacağı birçok konu ve mefhuma(kavram)
el atar.
"Babıâli kodamanlarının gergedanlaşan enselerinde
cehaletin şahane tuğrasını okumuyor musunuz?"
"Cehaletin sadakat madalyasına hak kazanmış az mı
hocamız var?" O hoca ki kafası, antikacı vitrinlerindeki
bozuk saat gibi, yarım asır önce durmuş. Gazeteci ki en
önemli dâvalar karşısında susar, haksızlığa kuyruk sallar,
manevi afyon satıp apartman kurar. O muharrir ki
müstehcen roman fabrikatörüdür"...
"Memlekette irtica yok, memlekette, cumhuriyet devri
aydınının, kafasını karanlıkla yoğurup madrabazlara
sunduğu masum ve samimi insanlar var. Ve Anadolu hep
fikir susuzluğu, ideal hasreti içinde". {9}
Artık yolunu çizmiştir Cemil Meriç. Reyhaniye
kahvelerinde ömür çürüten, "basit ve adi bir genç" yerine,
gözlerini, hayatını hakikat uğruna feda eden ve "nesl-i âti
destanlarına bir zafer ve fedakârlık numunesi olacak
hakiki bir insan"a dönüşmektedir hızla.{10}
1935'de hakikat uğruna gözlerini feda edebileceğini yazan
genç Hüseyin Cemil, hazin bir tecelli olarak, 1955'de, yani
tam yirmi yıl sonra, gözlerini kaybeder.
Meriç’in 1953 yılı ortalarına kadar gelen yazılarında,
kendinden emin, istikbali fethe hazır, enerji ve güven dolu,
kabına sığmayan bir insan ve bir düşünce var karşımızda.
Ne var ki gözlerini kaybetmesiyle sonuçlanan yaklaşık iki
yıllık sağlık sorunları onun hem maddi hem de manevi
kişiliğini olumsuz yönde çok fazla etkiler. Karamsar, ürkek,
zayıf bir insandır artık, kanatları kırılmıştır adeta. "Körlük bir
nevi ölüm. Hayır, ölümden çok daha beter bir işkence,
öldükten sonra yaşamak gibi bir şey. Bir hortlak gibi
yaşamak, şekillerin silindiği, güzelliklerin kaybolduğu,
cisimlerin katılaştığı bir dünyada yaşamak. Dünyanın dışında
yaşamak" (Jurnal, 2.2.1963).
1955 yılındaki Jurnal yazma girişimlerinden sonra 1959
yılına kadar, yani yaklaşık üçbuçuk yıl boyunca Jurnal'ine
dönmez Cemil Meriç. 1959'un 1 Ocak günü yazdığı kısa iki
yazıyla bir girişimine daha tanık oluruz. Artık 42 yaşındadır.
"İnsan kendi varlığını her gün biraz daha kusursuz bir
heykele benzetmek için gayret harcıyor. İçi bir zafer vehmiyle
kabarırken, kaderin iblisçe kahkahası elinden çekicini
düşürüveriyor. İradenin kazandığı zaferler kardan bir heykel
kadar fâni. Yarattığınız heykel, sizden başka hayranı olmayan
bir kukla. En küçük dalgınlık, yılların emeğini yok etmeğe
kadir." (Jurnal, 1.1.1959). .
1959 ile 1963 arasında uzun bir suskunluk dönemi var
Jurnal açısından. Ama "Hint Edebiyatı" tezgâhtadır bu yıllar
boyunca ve Cemil Meriç bütün birikimini, bütün çalışmasını
okuyucusuna sunmaya hazırlandığı bir kitap kaleme
almaktadır. Karşımızda genç düşünür, genç şair Cemil
Meriç'ten sonra, olgun bir düşünür ve olgun bir şair olarak
çıkan ve Hint edebiyat ve düşüncesini şiirsel boyutlarıyla da
özümseyen bir sanatkâr var. Yıllardır ayaklarında "demir
çarık", elinde "demir asa" düşüncenin ve şiirin cangılında
dolaşmıştır ve artık bu kitabın sayfalarında, heyecanlarıyla,
vehimleriyle, rüyalarıyla bütün Cemil Meriç vardır.
1963'te eser basılmaya hazırdır.
46 yaşında tekrar Jurnal'ine döner Meriç. Ancak
endişelidir, ilk yazılarından birinde: "Gideceksin, senin zavallı
gölgen belki zaman perdesine bir tek defa aksedip
alkışlanmadan, oyuna katılmayan bir kukla gibi çürüyecek"
(Jurnal, 8.1.1963) diye yazar. Kendini tanımak ve tanıtmak
konusunda da oldukça şüphelidir, ıstırapları her an eriyip
dağılmakta, dumanlaşmakta, eski biçimine dönmekte, sonuçta
hep aynı kalmaktadır. Öte yanda ise rüyaları, hayalleri,
dilekleri vardır, devamlı değişen. Varlığı bir serap, bir gölge,
bir dumandır. Onu nasıl tanıyabilir, nasıl tanımlayabilir, nasıl
tanıtabilir?
Bu sayfalar, ilerde kaleme alınacak bir otobiyografinin
temel taşları olmaktan uzaktır, kendi kendine masal söylemek,
aynaya bakmak, yangından bir şeyler kurtarmak, yaşadığını
duymak ve duyurmak ihtiyacıyla yazılmışlardır daha çok.
Ne var ki kendisi için yazmak, aynada suratını seyretmek
gibi aptalca bir davranış. Üstelik o, aynada kendini de
Description:Cemil Meriç'in kendini, yakınlarını, etrafındakileri, içinde bulunduğu dünyayı, düşünce tarihini ve tarihimizi, kendi açısından ve yalın bir şekilde değerlendirdiği eseri Jurnal, yazarın gündelik düşüncesini, kişisel maceralarını, anı ve itiraflarını, yoğun duyguların