Table Of ContentİSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ
HİCRİ İKİNCİ ASIR
ABBÂD BİN ABBÂD BİN HABÎB:
Meşhûr hadîs âlimlerinden. İsmi, Abbâd bin Abbâd bin Habîb bin Mühelleb bin Ebî Sufre’dir. Kün-
yesi “Ebû Muâviye”dir. Atakî, Ezdî, Mühellebî ve Basrî nisbetleri ile de tanınmaktadır. Doğum târihi kesin
olarak bilinememektedir. Hicrî 181 (m. 797) târihinde Recep ayının 18’inde Bağdâd’da vefât etmiştir.
Abbâd bin Abbâd, hadîs hâfızlarından olup, Basra’da yetişen meşhûr âlimlerdendir. Yüzbin hadîs-i
şerîfi senetleri ile birlikte ezberlemiştir. Zamanının âlimleri arasında şerefli, üstün bir yeri vardı. Fazîlet
sahibi, hadîs-i şerîf rivâyetinde sika, yani güvenilir bir kimseydi. Çok sayıda âlim, onu hadîste senet ka-
bul etmişlerdir.
Ebû Cemre-i Dabi’î, Yunus bin Habbâb, Muhammed bin Amr, Avf el-A’rabî, Ebû Uyeyne’nin kölesi
Vâsıl, Hişâm bin Urve, Âsım el-Ahvâl gibi birçok kimselerden ilim alıp, hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Yah-
yâ bin Muîn, onun hakkında dedi ki: “O, hadîs rivâyetiyle meşhûr olan Hammâd bin Avvâm’dan daha
güvenilir ve ondan daha çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.” Ahmed bin Hanbel, Küteybe, Müsedded, Yah-
yâ bin Muin, Ahmed bin Meni’, Hasen bin Arefe ve başkaları Ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Hz. Âişe’den rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf şöyledir: Hz. Âişe buyurdu ki:
“Yanıma Ensârdan bir kadın girdi. Resûlullah’ın (s.a.v.) yatağını dürülmüş olarak gördü, sonra gitti
ve bana içi yün olan bir yatak gönderdi. O sırada Resûl-i Ekrem yanıma geldi ve “Bu nedir?” buyurdu.
Ben de durumu olduğu gibi anlattım. Bana “Onu geri ver!” buyurdu. Ben onu iade etmedim. Fakat Re-
sûl-i Ekrem efendimizin evde üç defa “Geri ver!” buyurmasından çok hayrete düştüm. Tekrar, “Onu
iade et! Ey Âişe, Allahü teâlâ’ya yemin ederim ki, eğer isteseydim Allahü teâlâ benim yanımda
altından ve gümüşten dağlar bulundururdu.” Ebû Cemre’den, O da İbn-i Abbâs’tan naklen haber
verdi. İbn-i Abbâs şöyle buyurdu: “Abdülkays heyeti Resûlullah efendimizin huzuruna gelerek, “Yâ
Resûlallah! Şu mahalle sakinleri bizler Râbia’nın bir koluyuz. Seninle aramıza Mudar kâfirleri girmiştir.
Bu yüzden sana ancak harâm aylarda gelebiliyoruz. Bize öyle bir şey emret ki, onunla hem kendimiz
amel edelim hem de bizden sonrakileri ona davet eyleyelim”, dediler. Resûlullah efendimiz şöyle buyur-
dular. “Size dört şey emrediyorum. 1- Allahü teâlâya imânı, (sonra bunu kendileri tefsîr ederek) Al-
lah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselâm’ın O’nun Resûlü olduğuna şehâdet
etmenizi 2-Namaz kılmayı, 3- Zekât vermeyi, 4-Bir de aldığınız ganimetlerin beşte birini vermenizi
emrediyorum...”
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“İslâmiyyet garib, kimsesiz olarak başladı. Son zamanlarda, başladığı gibi, garib olarak geri
döner. Garib olan müslümanlara müjdeler olsun.”
1) el-A’lâm cild-3, sh-257
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-5, sh-95
3) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-296
4) Mîzân-ül-i’tidâl cild-2, sh-367
5) Vefeyât-ül-A’yân cild-6, sh-308
6) el-Menhel-ül-azb-ül-mevrûd cild-3, sh-309
7 Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-260, 261
ABDÜLA’LÂ BİN ABDİLA’LÂ:
Büyük hadîs âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. Adı Abdûla’lâ bin Abdila’lâ bin Muhammed
Basrî’dir. İbn-i Şerâhil el-Kureyşî de denilmiştir. Lâkabı Ebû Hûmâm’dır. Doğum târihi kesin olarak belli
değildir. Basrî ve Kureşî lâkablarından Mekkeli bir aileden olup, Basra’da yaşadığı, anlaşılmaktadır. 189
(m. 804) yılında vefât etmiştir.
Kuvvetli bir tahsil görmüştür. Hamîd-i Tavîl; Yahyâ bin Ebî İshâk, Cerîrî, Yunus bin Ubeyd, Ma’mer
bin Râşid, Saîd bin Ebî Urûbe ve Dâvûd bin Ebî Hind gibi devrinin büyük âlimlerinden ilim öğrenmiş ve
hadîs-i şerîf bildirmiştir. Bu rivâyetleri pek makbul olup, başta Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs ki-
tabı olmak üzere başka hadîs kitaplarında da yer almıştır. Kendisinden, de İshâk bin Râheviye, Ebû Be-
- 1 -
kir İbn-i Ebî Şeybe, Amr bin Ali el-Felâs, Nasr bin Ali ve daha bir çok âlim hadîs-i şerîf öğrenmiş ve rivâ-
yet etmişlerdir. İmâm-ı Nesâî, İbn-i Hibbân onu sika (güvenilir) âlimlerden olarak zikrederler.
Abdûla’lâ hazretleri ilmiyle âmil idi. Buyurdu ki: “Kime bir ilim verilirde bu ilim O’na (Allah korku-
sundan) ağlama huyunu kazandırmazsa, o bu ilmin faydasını göremez.”
Mis’ârbin Kedâm (r.a.) diyor ki: “Abdûla’lâ Cehennemden çok korkardı. Göz yaşları içinde secdeye
kapanır ve şöyle duâ ederdi. Yâ Rabbi! Düşmanlarının nefretini arttırdığın gibi senin için olan huşûmuzu
(korkumuzu) arttır. Sana secde eden yüzümüzü Cehennemde ateş ile örtme.”
Abdûla’lâ (r.a.) sohbetlerinde mâlâya’nî (boş şe) konuşmazdı. Büyük âlim Mis’âr’ın bildirdiğine gö-
re buyurdular ki: “İnsanlar bir araya gelseler ve Allahü teâlâ’dan, Cennetten, Cehennemden konuşma-
dan ayrılsalar melekler derler ki: “Ey insanlar büyük gaflet içindesiniz...” Yine buyurdu ki: “Cennet ve
Cehennem, Âdem oğlundan bir şeyler duymak için Ona yaklaşırlar. Şayet insan Cenneti isterse, Cennet
“Yâ Rabbi! Onu isteğine kavuştur” der. Şayet Cehennemden sakınırsa, Cehennem de, “Yâ Rabbi! Onu
ateşten muhafaza et” diye duâ ederler.
Abdûla’lâ (r.a.) ölümü çok hatırlar ve titrerdi. Buyurdu ki: “İki şey var ki, beni dünyâ zevklerine dal-
maktan alıkoyuyor. Bunlar ölümü hatırlamak ve Allahü teâlâ’nın dâima huzurunda bulunmaktır.” Yine
buyurdu ki, “Hiçbir ferd yoktur ki, ölüm meleği günde iki defa kapısını çalmasın.”
1) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-296
2) Tehzîb-ut-tehzîb cild-6, sh-69
3) El-Menhel-ül-azbül mevrûd şehri Sânen-i Ebî Dâvûd cild-1, sh-69
4) Hilyet-ül-evliyâ cild-6, sh-88
ABDULLAH BİN ABDÜLAZÎZ:
Tanınmış bir hadîs âlimi, Ömerî diye tanınır. 184 (m. 800) senesinde Medine-i Münevvere’de vefât
etti. Babasından ve başkalarından hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan da, Süleymân bin Muhammed bin
Yahyâ bin Urve bin Zübeyr, İbn-i Uyeyne, İbn-i Mübârek, Mûsâ bin İbrâhîm gibi âlimler (r.anhüm) hadîs-i
şerîf bildirmişlerdir.
İbn-i Hibbân buyurdu ki: O, zamanının en zahid (dünyâya düşkün olmıyan ve âbidlerinden (çok i-
bâdet edenlerden; olup, hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlim idi.
Fudayl bin İyâd buyurdu ki: “Abdullah bin Abdülazîz ile İbn-i Mübârek’in huzuruna gidip, yanında
bulunmayı çok seviyorum.”
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
Enes bin Mâlik’den rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Dünya hususunda, kendisinden
yukarı olanlara, dîni hususunda kendisinden aşağıda olanlara bakan kimseyi, Allahü teâlâ şükre-
dici ve sabredici olarak yazmaz. Dünya hususunda kendisinden aşağıda olanlara bakıp, din hu-
susunda kendisinden yukarıda olana bakan kimseyi Allahü teâlâ, şükreden ve sabırlı bir kul ola-
rak yazar.”
İbrâhîm bin Sa’d’dan rivâyet etti: Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Eshâbım hakkında, Allahü
teâlâdan korkun. Sakın benden sonra onlara düşmanlık yapmayınız. Onları seven beni sevdiği
için sever. Onlara buğz eden, kin tutan, bana düşmanlığından dolayı böyle yapmış olur. Onlara
eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur. Kim
Allahü teâlâya eziyet ederse, Allahü teâlânın onu cezalandırması çok yaklaşmıştır demektir.”
Sâlim bin Abdullah’dan rivâyet etti: Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Allahü teâlâya yalvarıp,
duâ etmeden önce Ma’rufu (iyiliği) emredip, Münker’den (kötülükten) nehyediniz (alıkoyunuz.) Gü-
nahınıza pişman olup, Allahü teâlâdan afv ve mağfiret dilemeden önce, elbette Allahü teâlâ sizin
duâlarınızı kabul etmiyecek. O zaman afv mağfiret de olunmıyacaksınız. Yahudi âlimler ve
hıristiyan din adamları Emr-i ma’ruf ve Nehy-i an-il münkeri terk ettikleri için, Allahü teâlâ onları,
kendi Peygamberlerinin lisânı üzere lanetleyip, umumî bir belâ vermiştir.”
Ebû Ca’fer el-Hızâ: Abdullah Ömerî’nin (r.a.) bir gün büyüklerden birisinin şu sözünü naklettiğini
bildirdi: “Kur’ân-ı kerîmi çok okumalı. Çünkü, Kur’ân-ı kerîm, okunup emirlerine uyulduğu zaman, Cenne-
te götürür.”
Abdullah Ömerî hazretleri daima kitaplarıyla beraberdi. Onları yanından hiç ayırmazdı. Mutlaka
yanında bakacağı bir kitap bulunurdu. Ona, niçin, kitapları bu kadar seviyorsun dediler. O, bunlara şu
sözlerle cevap verdi. “İnsana kabirden daha ibret verici ve daha çok nasîhat eden bir şey yoktur. Yalnız-
lık, bir takım sıkıntı ve kötülüklerden uzak tutar. Kitap ise, insana yakın ve samimi bir arkadaştır.”
- 2 -
Birgün şöyle duâ etti: “Yâ Rabbi! Sana, büyüğümüz, küçüğümüz tövbe ederiz. Tövbelerimizi, doğ-
ru kıl. Bizi tövbesine uymayanlardan eyleme, Allahım!”
Ebû Münzir İsmâil bin Ömer anlattı. Abdullah Ömerî (r.a.) şöyle diyordu: “İnsanoğlu gaflete dalar
da, Allahü teâlâ’nın emirlerini yapmaz olur. Yasakladığı şeyleri yapmağa başlar, insanlardan korkarak,
Emr-i ma’ruf ve Nehy-i an-il-münker (iyiliği emredip, kötülüklerden alıkoyma) farzını terk eder.”
Muhammed bin Harb el-Mekkî dedi: Abdullah bin Abdülazîz Ömerî hazretleri yanımıza gelmişti.
Onun etrafına toplandık. Mekke-i Mükerreme’nin ileri gelenleri de toplanmıştı. Bu sırada başını kaldırın-
ca, Kâ’be-i Muâzzama’nın etrafında yükselen sarayları gördü. Şiddetli bir şekilde bağırarak “Ey bu köşk-
leri bu mukaddes mekanın yanına dikenler; “Ölünce, yapayalnız kalacağınız, mezarların zifiri karalıkları-
nı hatırlayınız. Ey zevk ve sefa sahipleri, ey dünyâ nimetleri içerisinde yüzenler! Kabirde, kurtların, bö-
ceklerin, yiyecekleri ve gıdaları olacağınızı, şu güzel vücutlarınızın, toprağın altında çürüyeceğini, o gö-
ren gözlerinizin akacağını, konuşan dillerinizin susacağını hiç düşünmüyor musunuz?” Abdülazîz hazret-
leri bunları söyleyince gözleri doldu.
Birisi Abdullah bin Abdülazîz’e, “Bana nasîhat et” dedi. Bunun üzerine, o zâta dönerek: “Verâ çok
kıymetli bir haslettir, insanın kalbinde verânın (şüpheli şeylerden sakınma) bulunması, bütün dünyâya
bedeldir. Onun için, bir şey şüpheli ise ondan sakın. Yoksa harâm işlersin” dedi.
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh-283
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-5, sh-302
3) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-5, sh-435
ABDULLAH BİN AVN:
Tâbiînin büyüklerinden. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 151 (m. 768)’de vefât etti. Ab-
dullah bin Avn, Semâme bin Abdullah bin Enes, Muhammed İbn-i Sîrîn, İbrâhîm en-Nehaî, Ziyâd bin
Cübeyr bin Hayve, Kâsım bin Muhammed, Hasan-ı Basrî, Şa’bî, Mücâhid ve başkalarından hadîs-i şerîf
rivâyet etmiştir.
Hadîs toplamak için Mekke, Medine, Kûfe, Basra ve daha bir çok yere seyahat etmiştir. İmâm-ı
A’meş, Dâvud bin Ebî Hind, Süfyân-ı Sevrî, Şû’be, Ebû Yahyâ el-Kattan, Abdullah İbn-i Mübârek, Vekî
bin Cerrâh, Muaz İbn-i Muâz, Muhammed bin Abdullah el-Ensârî ve başkaları da ondan hadîs rivâyet
etmiştir. Hadîs ilminde sika (güvenilir) râvilerdendir.
Büyük âlim Kurre (r.a.) der ki: “Biz İbn-i Sîrin’in verâsına (haram ve şüphelilerden sakınmasına)
hayran idik. Fakat Abdullah İbn-i Avn, Onu bize unutturdu. O bu hususta çok ileri mertebelerde idi.”
Bikâr der ki; İbn-i Avn şöyle buyururlardı: “Akıllı olan bir kimseyi, işlediği hata için azarlamak
yakışmaz. Şu zamanımızda da durum budur. Kim birini azarlarsa, daha şiddetli azarı bir başkasından
kendisi duyar.”
Yine Bikâr anlatır: “İbn-i Avn’ın kimseyle alay ettiğini görmedim. Çünkü o, kendi halinde ve nefsiyle
meşguldü. Günden güne olgunlaşıyor, tasavvufta yüksek derecelere kavuşuyordu.”
Hergün sabah namazını talebeleri ile kılar sonra kimseyle konuşmadan, kıbleye karşı oturur,
Allahü teâlâ’yı zikrederdi. Bu hal güneş doğuncaya kadar devam ederdi. Talebeleri de aynı şekilde ya-
pardı. Güneş doğduktan sonra onlara dönüp, ders verir ve nasîhat ederdi. Boş ve faidesiz şeyler
konuşmaz, insanlara faydalı olanları anlatırdı. Kendisinden çok güzel koku gelirdi. Temiz ve güzel giyi-
nirdi. Belli zamanlarda evine kapanır, sükût ve tefekkürle vakit geçirirdi. Yaptığı iyi işleri gizler, iyi huyu-
nu dahi belli etmezdi. Yaptığı amelleri kimsenin öğrenmesini, bilmesini istemezdi. Ana ve babasına çok
iyilik yapardı. Onların yediği kaptan hiç yemek yemezdi. Sebebini soranlara “Korkarım, yediğim kaptaki
bir lokmada, onların gözü olur da farkına varmadan alıp yiyebilirim” derdi. Bir gün annesi çağırdı. Sert bir
şekilde cevap vermişti. Sonra buna çok üzüldü. Hemen gitti ve hareketine keffaret olsun diye, iki köle
azâd etti. Evleri vardı. Hepsinde müslümanlar parasız otururdu. İsteyeceği ücret onlara çok gelebilir dü-
şüncesiyle hiç kira almazdı. Diline sahip olup, hiçbir zaman kötü söz söylemezdi. Yaptıklarından pişman
olmıyan aklı selim sahibi idi. Kur’ân-ı kerîmi çok okur, cemâate devam ederdi.
İbn-i Mus’ab (r.a.) buyurdu ki: Avn oğlu Abdullah ile yirmidört sene beraber kaldım. Herşeyine dik-
kat ettim. Her haliyle dinimize uygun yaşayışının neticesinde meleklerin ona bir hata yazmadığı
kanaatına vardım.”
Yahyâ el-Kattân da “Avn oğlu Abdullah’ın üstünlüğü, insanlar arasında dünyâyı en fazla terk etmiş
olman bakımından değil, diline sahip olması bakımındandır. O, insanlar arasında diline en fazla sahip
olanlardan birisidir.”
İbn-i Mübârek onun için, “Onun gibi namaz kılan görmedim” dedi. Abdurrezzak denen zât başkala-
rının da olduğunu söyleyince, “O sana kâfidir” demiştir. Âlimlerden Ravh ismindeki bir zât da, “Ondan
- 3 -
daha ibâdet edici birisini görmedim” dedi. İbn-i Avn hiç kızmazdı. Kızdırmak isteyene duâ ile karşılık
verirdi.
Muhammed bin Fudâle anlatır. Peygamber efendimizi (s.a.v.) rüyada gördüm. “İbn-i Avn-ı ziyâret
ediniz. Çünkü Allahü teâlâ ve Resûlü onu seviyor” buyurdu. Bikâr bin Abdullah es-Sîrinî, O’nun bir gün
oruç tutup bir gün tutmadığını söyler. İbn-i Mübârek’e, İbn-i Avn’ın ne ile bu dereceye yükseldiği soruldu.
O da “doğrulukla” cevabını verdi. İbn-i Avn dedi ki: “Ey kardeşlerim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur’ân-
ı kerîmi gece-gündüz okumanızı, cemaate devamınızı ve kötü işlere mâni olmanızı.”
İbn-i Avn, Muhammed bin Sîrîn’den şu hadîs-i şerîfi nakletmiştir: “Cuma günü bir saat vardır ki,
namaz kılan birisi o saate rastlar ve hayır isterse, Allahü teâlâ onu ona verir.”
İbn-i Sîrîn’den rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde: “En fazîletli oruç, kardeşim Dâvud
aleyhisselâmın orucudur. O bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı.” “Kul kardeşinin yardımında
bulunduğu müddetçe, Allahü teâlâ o kula yardımda bulunur. Allahü teâlâ sıkıntıda bulunana yar-
dımı sever.” “Allahü teâlânın bir meleği vardır ki, her namaz sırasında (Ey Âdemoğulları, nefisle-
riniz üzerine yaktığınız ateşlere karşı durunuz. Onları namazla söndürünüz.)” Resûlullah (s.a.v.) İlk
lokmayı alırken, “Ey mağfireti geniş olan Allahım beni bağışla.” buyururdu.
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-3, sh-37
2) Tezkîret-ül-huffâz cild-1, sh-156
3) El-A’lâm cild-4, sh-111
4) Hülâsa sh-309
5) Tehzîb-ut-tehzîb cild-5, sh-346
ABDULLAH BİN BÜREYDE:
Tâbiîn devrinin hadîs âlimlerinden. İsmi Abdullah bin Büreyde bin Hasîb el-Eslemî’dir. Künyesi
“Ebû Sehl”dir. el-Mervezî, Merv kadısı, el-Eslemî lâkabları ile tanınmaktadır. 14 (m. 635) târihinde
Kûfe’de Hz. Ömer’in halifeliği zamanında doğdu. Basra’da yaşadı. Merv şehrine kadı olarak tayin edildi
ve 115 (m. 707) târihinde orada vefât etti.
Abdullah bin Büreyde, Tâbiînin sika (güvenilir) râvilerinden olup, hadîs ilminde büyük bir âlimdir.
O, Eshâb-ı kirâm’dan Abdullah İbn-i Mes’ûd ile görüşmüştür.
Ebû Hâtem ve diğer âlimler O’nun sika (güvenilir) olduğunu bildirdiler, İmâm-ı Vekî diyor ki, “Ab-
dullah’ın ikiz kardeşi Süleymân ondan daha çok övülmüştür ve hadîs bakımından en sahih olan odur
demişlerdir.” O, babasından, İbn-i Abbâs’tan, İbn-i Amr’dan, Abdullah bin Amr’dan, İbn-i Mes’ûd’dan,
Abdullah bin Muğfel’den, Ebû Mûsâ el-Eş’arî’den, Ebû Hüreyre’den, Hz. Aişe’den, Semre bin
Cündeb’den, Hz. Muâviye’den, Mugîre bin Şu’be’den, Da’fel bin Hanzala’dan, Beşîr bin Ka’b’dan, Hamîd
bin Abdurrahman el-Himyerî’den, Ebül-Esved Dûeli’den, Hanzala bin Ali el-Eslemî’den, İbn-i
Müseyyeb’den, İmrân bin Hüseyin’den, Yahyâ bin Ya’mer’den ve diğer bir çok hadîs âlimlerinden hadîs-i
şerîf rivâyet etmiştir. Ondan da Beşîr bin Muhacir, Sehl bin Beşîr, Sev’âb bin Utbe, Huceyr bin Abdullah,
Hüseyin bin Zekvân, Hüseyin bin Vâkıd-il-Mervezî, Dâvûd bin Vâkıd-il-Mervezî, Dâvûd bin Ebil’-Furat ve
iki oğlu Sahr ve Sehl, Sa’îd bin Cerîrî, Mâuriye bin Abdülkerîm es-Sekafî, Mukâtil bin Hayyâm, Merv
Kadısı Hüseyin bin Vâkıd, Sa’d bin Ubeyde, Abdullah bin Ata el-Mekkî, Ebû Tîbe Abdullah bin Müslim
el-Mervezî, Ebu’l-Münib Abdullah bin Abdullah el-Atakî, Osman bin Gıyâs, Ali bin Süveyd bin Mencuf,
Kâtâde, Kehmes bin el-Hasan, Mâlik bin Mugul, Muharrib bin Dessâr, Mutrul-Verâk, Velîd bin Sa’lebe
gibi bir çok âlimler hadîs-i şerîf almışlardır. Kendisinden, çok kimseler ilim öğrenmiştir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamberimiz (s.a.v.), “Ben sizi (İslâmın ilk zamanlarında) kabirleri
ziyâretten men etmiştim. Artık onları ziyâret edin.” buyurdular.
1) El-A’lâm cild-4, sh-74
2) Tehzîb-ut-tehzîb cild-5, sh-157
3) Mîzân-ül-İ’tidâl cild-2, sh-396
4) Tezkîrât-ül-huffâz cild-1, sh-102
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-7, sh-221
ABDULLAH BİN DÎNAR:
Tâbiînin büyük hadîs âlimlerinden. Künyesi Ebû Abdurrahman el-Umrî, el-Medenî’dir. Doğum târihi
kesin olarak bilinmemektedir. 127 (m. 744) yılında vefât etmiştir. İbn-i Ömer’in azadlı kölesidir.
Zamanın en meşhûr âlimlerinden, bilhassa yetişmiş olduğu Eshâb-ı kirâmdan İbn-i Ömer, Enes
bin Mâlik’ten (r.a.), ayrıca Süleymân bin Yesâr, Ebî Sâlih bin Semmân’dan ilim öğrenip hadîs-i şerîf rivâ-
yet etmiştir. İmâm-ı Nesâî onu müskirûn’dan (Çok hadîs rivâyet edenlerden) kabul eder. Kendisinden,
Mûsâ bin Ukbe, Mâlik, oğlu Abdurrahman, Nâfî el-Kureşî, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Muham-
- 4 -
med bin Sûkâ gibi âlimler hadîs rivâyet etmişlerdir. Hadîs âlimleri onu sika (güvenilir) kabul etmişlerdir.
Rivâyetleri meşhûr hadîs kitabları olan Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır.
Abdullah bin Dinar’ın yalnız bir tek Sahâbîden rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin başka âlimlerin rivâ-
yetlerinde geçen lafzî (sözlü) delilleri vardır. Ebû Sâlih’den, onun da Ebû Hüreyre’den bildirdiği şu hadîs-
i şerîf bunlara bir örnektir. Peygamber efendimiz buyurdu ki: “İmân altmış küsur şu’bedir. Haya da
imânın bir şu’besidir.” Bu hadîs-i şerîfin hem mânâsında, hem de lâfzında âlimler ittifak etmiştir.
Abdullah bin Dinar hazretleri, ahlâkça da Tâbiînin en ileri gelenlerinden idi. Ebû Hamza bir gün
kendisinden nasîhat istediği zaman buyurmuştur ki: “İnsanlardan uzak, yalnız olduğunda da her zaman
Allah’tan kork, beş vakit namazını cemaatle kıl. Yönünü harâma çevirme ki, böylece her hâlinle Allahü
teâlâ’ya yaklaşanlardan olursun.”
Abdullah bin Dinar hazretlerinin bizzat Sahâbeden aldığı hadîs-i şerîflerden birisi: “Ay (Şaban ayı)
yirmidokuz gündür. Hilâli görmedikçe oruç tutmayınız. Hilâli görmedikçe bayram etmeyiniz. Eğer
ufkunuz bulutlanmış bulunursa sayıyı otuza tamamlayınız.”
“Herhangi bir kimse din kardeşine “Ey kâfir” derse bu tekfîr sebebiyle ikisinden biri mu-
hakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibi ise ne a’lâ! Aksi takdirde sözü kendi aleyhine dö-
ner.”
“Ey kadınlar cemaati! Sadaka verin! İstiğfârı da çok yapın! Çünkü ben ekseriyetle Cehen-
nemliklerin sizlerden olduğunu gördüm.”
1) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-125
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-5, sh-626
3) Tehzîb-ül-esma ve’l-luga cild-1, sh-264
4) Mîzân-ül-i’tidâl cild-2, sh-417
5) Tehzîb-ut-tehzîb cild-5, sh-201
6) El-Menhel-ül-azb-ül-mevrûd cild-2, sh-286
7) Hilyet-ül-evliyâ cild-10, sh-162
ABDULLAH BİN KESÎR (İmâm-ı İbni Kesîr):
Tâbiîn devrinde Mekke’de yetişen meşhûr kırâat âlimlerinden. Allahü teâlâ’nın kelâmı olan Kur’ân-ı
kerîmin kırâatini (okunuşunu), Peygamberimizin okuduğu gibi bildiren âlimlerin ikincisi. Adı, Abdullah bin
Kesir bin Muttalib’dir. Künyesi, Ebû Sa’îd veya Ebû Muhammed’dir. Ebû Bekir veya Ebu’s-Salt künyeleri
de vardır. “Dârî” lâkabı ile tanınmıştır. Dârî denmesinin sebebi, önce attâr idi, yani güzel kokular satardı.
Araplar, attâra Dârî derler. Bahreyn’de bulunan ve Dârîn denen, koku getirilen bir yerin adıdır. Başka
rivâyetler de bildirildi. Ailesi aslen İranlıdır. Kisrâ, babalarını gemilerle Yemen’in San’a şehrine gönder-
mişti. Habeşlilerin, kendilerini buradan çıkarması üzerine Mekke’ye göç etmişlerdir.
İmam-ı İbn-i Kesir, 45 (m 665) yılında Mekke’de doğdu.. Orada, Eshâbi kirâmın ve Tâbiîn’in bü-
yüklerinden Abdullah bin Zübeyr, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-ı Ensârî, Enes bin Mâlik, Mücâhid bin Cebr
ve Abdullah İbn-i Abbâs’ın kölesi Derbâs’a yetişip onlardan ilim aldı, hepsinden rivâyette bulundu.
Kur’ân-ı kerîm’in kırâatini arz yolu ile Abdullah bin Sâib’den aldı. Yani, başından sonuna kadar ona
okuyup hatim etti. Abdullah bin Sâib de, Übeyy bin Ka’b’den, O da, Hz. Ömer bin Hattâb’dan kırâat etti-
ler. Bu okuyuş Zeyd bin Sâbit ve Abdullah bin Abbâs gibi Eshâb-ı kirâm vasıtası ile Peygamber
efendimizden bildirilmiştir.
İslâmî ilimlerden biri de, Kırâat ilmidir. Bu ilim sayesinde, Kur’ân-ı kerîmin okunuşu değiştirilmek-
ten ve bozulmaktan korunmuştur. İmâm-ı İbn-i Kesir ve diğer kırâat âlimleri Kur’ân-ı kerîmin okunuşunu
zabt hususunda çok büyük itinâ ve ihtimam göstermişler, Peygamberimizin okuduğu şekilde
müslümanlara ta’lim etmişler, öğretmişlerdir. Eshâb-ı kirâmın ve diğer büyük kırâat imamlarının, akıllara
şaşkınlık verecek derecedeki himmetleri, gayretli çalışmaları sayesinde Kur’ân-ı kerîmin Peygamberimi-
zin kırâat ettiği şekil üzere okunması hususu, gayet sağlam ve esaslı bir suretle zâbt olunarak emniyet
altına alınmış ve nesilden nesile intikal ederek zamanımıza kadar hiç bir değişikliğe uğramadan gelmiş-
tir. Bu okunuş şekli, inşaallah kıyâmete kadar böyle devam edecektir.
İmâm-ı İbn-i Kesir, çok güzel Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sesinin güzelliği ve kırâat bilgisinin yüksekliği
sebebiyle okurken her kelimenin, her harfinin hakkını verirdi. Kur’ân-ı kerîmin belâgat ve fesahatini, yük-
sek mânâsını canlandırmak hususunda öyle güzel bir edası, öyle bir okuyuş tarzı vardı ki, zamanındaki
insanlar arasında eşine çok az rastlanırdı. O, Mekke halkının ilimde önderi ve her zaman insanların,
Kur’ân-ı kerîmin okunmasını öğrenmek için yanında toplanmaktan vazgeçmediği imamları idi.
İbn-i Kesir, çok belîğ ve fasîh konuşurdu. Hitâbeti çok kuvvetli idi. Sözlerindeki te’sîr çoktu. Beyaz
sakallı, uzun boylu iri vücutlu olup, gözleri ve yüzü çok güzeldi. Tatlı esmer bir rengi vardı. Sakalını kına
ile boyardı. Hâlinde sükûnet ve vakar alâmetleri görünürdü, ilmi ve fazîleti çoktu. Birçok kimse, kendisin-
- 5 -
den ilim alıp kırâat ve hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır. Bundan kırâat rivâyetinde bulunan iki
râvisi vardı. İmâm-ı Kunbul ve İmâm-ı Bezrî...
İmâm-ı İbn-i Kesîr’in birinci râvîsi Kunbul’un adı, Muhammed bin Abdurrahman bin Hâlid bin Mu-
hammed el-Mahzûmî’dir. Künyesi Ebû Ömer, lâkabı Kunbul’dur. 195 (m. 810) yılında Mekke’de doğdu
ve 291 (m. 903)’de orada vefât etti. Hicaz bölgesindeki kırâat âlimlerinin üstadı, hocası idi. Kur’ân-ı ke-
rîmin kırâatini arz yolu ile Ahmed bin Muhammed bin Avn-ı Nebâl’den almıştır. Kendisini Mekke-i
Mükerreme’de kırâat için halef bırakan da O’dur. Daha başka birçok âlimden Kur’ân-ı kerîmin kırâatini
öğrendi. İbn-i Kesîr’den bildirilen kırâati de, senet vasıtası ile rivâyet etmiştir. Zira o Kavvâs’tan o da
Kast’dan, o da İbn-i Kesîr’den rivâyet eder. Hicaz bölgesinde Kur’ân-ı kerîm kırâati Kunbul’a dayanır.
Her taraftan her şehir ve memleketten küçük ve büyük çok talebe, Allahü teâlânın kelâmını okumak,
öğrenmek ve ezberlemek için ona gelir hizmetinde bulunarak yüksek derecelere kavuşurlardı. Ebû Ab-
dullah-ı Kussâ diyor ki: “İmâm-ı Kunbul, Mekke’de büyük vazifeyi üzerine almış bulunuyordu. Çünkü bu
hizmet, elbette hayır, iyilik ve fazîlet sahiplerinden birine verilirdi. Böylece yaptığı iş ve ona ait hükümler
doğru ve sağlam olurdu. Kunbul’de, zamanında ilim, fazîlet ve iyiliklerin hepsini kendisinde toplamış çok
istifadeli bir imam ve âlim olduğundan, Mekke’de bu kırâat işine ehil olarak, bu hizmeti ona vermişlerdir,
İmâm-ı Zehebî diyor ki: “Bu hizmete başlaması, ömrünün ortalarında idi. Hizmette güzel bir yol takib
etmesi ve yüksek bir ahlâkı vardı. Yaşlılığı sebebiyle bu hizmetlerini ölümünden yedi veya on sene evvel
bıraktı. 291 (m. 903) yılında vefât etti.” Ona Kunbul lâkabının verilmesinin sebepleri ihtilaflıdır. Bazıları
ismi olduğunu bildirdiler. Bazıları da, Mekke’de sakinlerine “Kanâbil=Kunbuller” denen bir evdendir, dedi-
ler. Bazıları da, ineklerde bir hastalık vardır. O hastalığın ilacının adına Kunbîl denir. Eczacılar bunu
bilmektedirler. Kendisinde de böyle bir hastalık bulunduğundan, bu ilacı kullanması sebebiyle onunla
tanınıp sonra kısaltılarak uzatan (y) harfi kaldırılıp kısaca “Kunbul” denmiştir, dediler. İmâm-ı Kunbul’un
bildirdiği kırâat, İbn-i Mücâhid ve İbn-i Şenbûz tariki ile bildirilmiştir.
İmâm-ı İbn-i Kesîr’in ikinci râvisi Bezzî’nin adı, Ahmed bin Muhammed bin Abdullah bin Kasem bin
Nâfi’ bin Ebû Bezzî’dir. Mekke’deki kırâat imamlarından olup, Mescid-i Haramın müezzini idi. 170 (m.
786) yılında doğdu ve 250 (m. 864)’de vefât etti. İlmi sağlam, bilgisi kuvvetli bir imâm idi. Babasından,
Abdullah bin Ziyâddan, İkrime bin Süleymân’dan ve Veheb bin Vâdıha’dan kırâat etmiştir. Ondan da çok
kimseler Kur’ân-ı kerîmin kırâatini öğrenip rivâyet etmişlerdir. İbn-i Kesîr’den bildirilen kırâati, senet vası-
tası ile rivâyet etmiştir. Zîra İmâm-ı Bezzi, İkrime’den, o da Kast’dan, o da İbn-i Kesir’den rivâyet etti.
Bezzî, bez yani kumaş satan kimse demektir. Başka, rivâyetler de vardır. İmâm-ı Bezzî’nin kırâati, Ebû
Rebî’a ve İbnü’l-Habbâb tariki ile rivâyet edilmiştir.
1) Miftah-üs-se’âde cild-2, sh-15, 16, 30
2) El-Burhân fî ulum-ü-Kur’ân cild-1, sh-327
3) Bûdur-üz-zâhire sh-6
4) Menâhil-ül-irfan cild-1, sh-45
ABDULLAH BİN EBİ ZEKERİYYA:
Tâbiînin büyüklerinden bir hadîs âlimi. Künyesi Ebû Yahyâ eş-Şâmî’dir. Künyesi ile tanınır. Doğum
târihi bilinmemektedir. 119 (m. 737) târihinde Halife Hişam zamanında ve Mekhûl’den sonra vefât etmiş-
tir. Gazalara katılır, cihad ederdi. Babasının ismi İyâs bin Yezîd veya Zeyd bin İyâs’dır. Abdullah bin Ebû
Zekeriyya, Şamlıların âlimlerinden olup, Mekhûl’un akranıdır, yani ilim bakımından onun gibidir. Hadîs
ilminde sika bir âlimdir. Ümm-üd-Derdâ, Recâ bin Hayve, Ubâde bin Şâmid’den (r.anhüm) hâdîs-i şerîf
rivâyet etti. Ondan da Rebîa bin Yezîd, Saîd bin Abdülazîz, Evzâî, Yemân bin Adıy gibi âlimler, hadîs-i
şerîf rivâyet edip, ilim öğrenmişlerdir. Alimlerin hakkında buyurdukları: “İbn-i Sa’d, onu Şamlı Tâbiîn’in
üçüncü tabakasında zikredip, “O, hadîs ilminde sika bir âlim olup, rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler azdır.”
Evzâî: “Zamanında, Şam’ın en fazîletti ve seçilmişlerinden idi.”
Yemân bin Adiy: “Şam’da çok ibâdet eden zâtlardan birisidir” dediler.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler:
İbn-i Muhayriz’den rivâyet etti. Resûlullah efendimiz buyurdular ki: “Allah yolunda iken hâsıl o-
lan tozla, Cehennemin dumanı, bir müslümanın üzerinde bir araya gelmez.”
Ebûdderdâ’dan rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Siz, kıyâmet gününde, kendi isim-
leriniz ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. Öyleyse, isimlerinizi güzel koyunuz.”
Menkıbesi ve sözleri: Ebû Cemile anlattı. İbn-i Ebî Zekeriyya’dan duydum. Buyurdu ki; “Abdullah
bin Ebî Zekeriyya’nın meclisinde hiç kimse konuşamazdı. O derdi ki: “Allahü teâlâyı anıp, onun emir ve
yasaklarından konuşursanız, sizinle ilgilenir, size kıymet veririm. Eğer, insanlardan ve onların dedi-kodu
ve gıybetlerinden bahsederseniz, sizi terk eder, yanınızda durmam.”
- 6 -
Utbe bin Temim bildirdi. O şöyle dedi: “Çok konuşan kimsenin düşmesi, hata etmesi ve yanlışlara
dalması çok olur. Bu durumda olan kimsenin verâsı (şüphelilerden sakınması) az olur. Vera’sı az olanın
kalbi, ölü bir kalb gibidir.”
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-5, sh-149
2) El-Kâşif cild-12, sh-87
3) Tehzîb-ut-tehzîb cild-5, sh-218
ABDULLAH BİN İDRİS:
Tebe-i Tâbiîn’in fıkıh, hadîs ve kırâat imamlarından. Adı, Abdullah bin İdris bin Yezîd bin
Abdurrahman bin el-Esved, El-Evdî ez-Zeâferî’dir. Künyesi, Ebû Muhammed el-Kûfî’dir. Hicretin 120 (m.
737) yılında Kûfe’de doğdu. 192 (m. 807) yılında orada vefât etti. Âlim bir aileye mensûb idi. İlk tahsilini
babasından, sonra amcası Dâvûd’dan aldı. Ondan sonra da İmâm-ı A’meş, Mansûr, Ubeydullah bin
Amr, İsmâil bin Ebû Hâlid, Ebû Mâlik, el-Eşcâi, İbn-i Cüreyc, İbn-i İshale, Yahyâ bin Sa’îd el-Ensârî, Mâ-
lik bin Enes ve daha birçok âlimden ilim öğrenmiştir. Yahyâ bin Âdem, Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin
Maîn, İshâk bin Râheviye, İbn-i Ebî Şeybe ve daha birçok meşhûr âlim kendisinden ilim öğrenmişlerdir.
Abdullah bin İdris hazretleri ilmin her dalında geniş bilgi sahibiydi. İmâm-ı Mâlik’in sohbet arkadaş-
larından olup, onun mezhebinden idi. Fetva verirken Medine halkının usûlüne uyardı. Yâni, hadîs ehlinin
yoluna bağlıydı. Hârun Reşîd, kendisini kadı yapmak istedi. Ancak bazı sebeplerle, Abdullah bin İdris
bunu kabul etmedi. Bunun üzerine Hârûn Reşîd oğluna hadîs okutmasını istemiş, O da oğlu cemaate
gelirse, O’na hadîs okutabileceğini söylemiştir.
Abdullah bin İdris, hadîs âlimlerinin de ileri gelenlerinden idi. Kendisi güvenilir sika bir âlim olup, ri-
vâyetlerinin bir kısmı Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır. Osman Dârimi’ diyor ki: “İbn-i Ma’in’e; İbn-i İdris’i mi
çok seversin, yoksa İbn-i Numeyrî’yi mi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Her ikisi de sikadırlar (sağlam, gü-
venilirdirler). Ancak Abdullah bin İdris daha üstün olup, her ilimde sikadır, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel
hazretleri buyuruyor ki; “Abdullah bin İdris başkasında bulunmayan, benzeri görülmeyen güzel hasletle-
re sahip idi.”
İbn-i İdris hazretleri hadîs-i şerîf rivâyetinde çok titiz davranırdı, İbn-i Ammar diyor ki; “İbn-i İdris,
konuşurken na’me yapanlardan hadîs-i şerîf rivâyet etmezdi.”
Bir defasında birisi na’me yaparak bir soru sordu. Bunun üzerine buyurdu ki; “Allahü teâlâ
Kur’ân-ı kerîm’de buyuruyor ki; “Az kalsın, söyledikleri sözden gökler çatlayacak, yer yarılacak
ve dağlar parçalanıp yere düşecek.” (Meryem sûresi 90). Siz konuşurken na’me yaptığınız müddetçe
ben size hadîs-i şerîf nakl etmem.”
Ubâde İbn-i Sâmit’ten (r.a.) şöyle rivâyet etti; “Biz Resûlullah’a zorlukda, kolaylıkda, neşede, ke-
derde ve başkalarını bizim üzerimize tercih edilmesi hallerinde itâat eylemek, âmir olan kimselerle emir-
lik hususunda nizâlaşmamak, her nerede bulunursak bulunalım, muhakkak hakkı söylemek, Allah yo-
lunda hiç bir kimsenin kınamasından ve kötülemesinden korkmamak üzere bîat edip söz verdik.”
Hz. Âişe validemize Peygamberimizin okuduğu bir duâ sorulduğunda; Resûlullahın (s.a.v.),
“Allahım! Ben bütün yaptıklarımın ve yapmadıklarımın şerrinden sana sığınırım.” diye duâ ettiğini
buyurdu.
İbn-i İdris hazretleri kırâat ilminde de büyük âlimlerden idi. İmâm-ı Kisâî hazretlerine “Kur’ân-ı ke-
rîm’i en iyi okuyan kimdir” diye sorulduğunda “Abdullah bin İdris, ondan sonra Hüseyin el-Câfî’dir.” diye
cevap verdi. Kırâati, İmâm-ı A’meş ve Nâfi bin Ebî Nuaym’dan okumuştur. Abdullah bin İdris hazretleri
Kur’ân-ı kerîm’i çok okurdu. Vefât edeceği esnada başucunda ağlayan kızına “Yavrucuğum! Ağlama.
Ben bu evde dörtbin hatim okudum” diye buyurdu.
Güzel ahlâk sahibi, çok ibâdet eden ve fazîlet kaynağı idi. Denildi ki, Kûfe’de ondan fazla ibâdet
eden yoktu. Yine Hasen bin Aref’e hazretleri buyuruyor ki; Kûfe’de İbn-i İdris’ten daha fazîlet sahibi kim-
se görmedim. Ebû Hayseme diyor ki; İbn-i İdrîs’in bir şiirinde şöyle dediğini işittim:
Sarhoş ediyor, yasak olan içecek,
Haramdır onun azını da içmek,
Sizi korkuturum onu kullanmaktan,
Kurtulmak için tek çare vaz geçmek.
Abdullah bin İdris, zamanının siyâsî olaylarına da karışmamış ve bundan dâima kaçınmıştır.
Hasen bin Rebî diyor ki, bir gün kendisine Hârûn Reşid’in yazdığı mektûb okundu. Bunu duyar duymaz
nefesi sıklaştı. Düşüp bayıldı. Bir müddet sonra ayıldı ve buyurdu ki, “Ne günahımız vardı da bu mektûb
bana yazıldı.” buyurmuştur.
1) El-A’lâm cild-4, sh-71
- 7 -
2) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-282
3) Tehzîb-ut-tehzîb cild-5, sh-144
4) Târîh-i Bağdâd cild-9, sh-415
5) El-Menhel-ül-azbil-mevrûd cild-2, sh-198
6) Vefeyât-ül-a’yân cild-2, sh-198
7) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh-254, 255
8) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-330
ABDULLAH BİN MÜBÂREK:
Devrinin en büyük âlimlerinden. Horasan’da 118 (m. 736)da doğup aynı yerde 181 (m. 796)da ve-
fât etti. Babası Türk, annesi Harzemlidir. Büyük âlim, şaşıranların yol göstericisi, dînin senedi, Hanefî
mezhebinin reisi olan İmâm-ı a’zamdan ilim tahsil etti. Ayrıca zamanın meşhûr âlimlerinin derslerine
devam ederek hadîs ve fıkıh ilimlerinde söz sahibi oldu. Kitabları, kerâmetleri ve yetiştirdiği talebeleri
pek çoktur. Bu talebelerden birisi de mezheb reisi Ahmed bin Hanbel’dir.
Bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakîrlere dağıtırdı, ikinci yıl İslâmiyeti yaymak için harp-
lere giderdi. İlmi, fıkhı, edebi, zühdü, fesahati ve vera’ı çok idi. Geceleri ibâdet ile geçirirdi. Az konuşma-
yı kendine âdet edinmiş olup, emin ve sözleri hüccet (senet) idi. Kitaplarında yirmibinden ziyade hadîs-i
şerîf vardı. Duâsı makbul olanlardandı.
Bir gün bir a’mâ gelip, “Bana duâ buyurun da Allahü teâlâ gözlerime görme kuvveti versin!” dedi.
Bunun üzerine Allahü teâlâya yalvararak duâ eyledi ve derhal a’mânın gözleri eskisi gibi görmeye baş-
ladı.
Abdullah bin Mübârek hazretleri Tâbiînden bazı kimselerle görüşmüştür, imamlardan da bir çoğu-
nun zamanına yetişmiştir. Senelerce İmâm-ı a’zam hazretlerinin sohbetinde bulunmuş, çeşitli hocalar-
dan fıkıh ve hadîs-i şerîf dersleri almıştır.
Din düşmanlarına karşı ve nefisle cihad edenlerin başında gelirdi. Âlimlerin sultanı ismini almıştır.
İlim ve yiğitlikte zamanının bir tanesi idi. Dinimizin büyüklerini görmüş sohbet etmiş ve onların makbulü
olmuştur.
Merv’de senelerce hadîs ve fıkıh okuttu. Kötü huylu bir kimse, yanına gelir giderdi. Bu gelen kimse
bir gün bundan ayrıldı, gelmez oldu. Bunun ayrılmasına çok üzüldü. Niçin üzülüyorsun dediklerinde, “O
zavallı gitti. O kötü huylar kendinden ayrılmadı. Onun haline üzülüyorum. Bizim yanımızda bir müddet
daha kalsaydı ahlâkı düzelebilirdi” dedi.
Takvası (haramlardan kaçması) çok fazla idi. Bir defasında yolda bir yerde konakladı. İyi “bir atı
vardı. Kendisi namazda iken atı başkasına ait otlaktan yedi. Namazı bitirince atı otlak sahibine hediyye
edip, yaya olarak yoluna devam etti. Hakkında söylenenler: “İbn-i Hibban: “Onda kendi zamanında. İlim
ehlinden hiç bir kimsede bir araya toplanmamış olan güzellikler vardır.”
İsmâil İbn-i İyâs, “Yeryüzünde Abdullah bin Mübârek gibisi yoktur. Allahü teâlâ yarattığı her güzel
hasletten O’na da vermiştir.”
Abdullah bin Mübârek’in talebelerinden el-Fedl İbn-i Mûsâ ve Muhalled İbn-i Hüseyin ve başkaları
bir araya geldiler. “Haydi İbn’ül-Mübârek’in güzel sıfatlarını sayalım” dediler. Sonra hepsi de “O ilmi, e-
debi, fıkhı, nahvi, lügati, şiiri, fesahati, zühdü, vera’ı, insafı, gece kalkmayı, haccı, gazayı, biniciliği, kah-
ramanlığı ve faydasız konuşmayı terk etmeyi, arkadaşlarına muhalefet etmemeyi bir arada toplamıştır”
dediler. Abbâs İbn-i Mus’ab da ilâve ederek, “Hadîsi, fıkhı, Arapçayı, şecaati, ticâreti, cömertlik ve yanla-
rında yokken, arkadaşlarına muhabbeti bir araya getirmişti” demiştir.
Abdullah İbn-i Muhammed-Addafif, “Ben İbn’ül Mübârek’i dinledim. O, bize göre insanların en yü-
cesi ve onların içinde kendi zamanındaki ihtilafları en iyi bilendir.”
Şuayb İbni Harb, “Abdullah İbn-ül-Mübârekle kim karşılaşırsa, şeref kazanır. Çünkü o, zamanın-
dakilerin hepsinden üstün vasıflara sahip bir insandır.” Süfyân-ı Sevrî, “Bütün ömründe, tek bir sene
Abdullah bin Mübârek gibi olmayı arzu ederim. Maalesef, üç gün bile öylesine gücüm yetmez.” Yahyâ
İbn-i Main “Abdullah bin Mübârek zekî, iyi tesbit edici, güvenilir (sika), hadîsleri sahih olan bir âlimdir.
Rivâyet ettiği yazılı hadîsleri yirmi veya yirmibirbindir” demişlerdir.
Birgün Abdullah bin Mübârek, Şam’a gitmek üzere sefere çıktı. Giderken yolda ölmüş bir merkep
gördü. Yanı başında ayakta bir fakîr de ağlıyordu. Abdullah bin Mübârek ona niye ağladığını sordu: Fa-
kîr cevap olarak:
“Ben fakîr bir kimse olup, çoluk çocuk sahibiyim. Bunu üçyüz dirheme almıştım. Bundan sonra ne
yapacağımı düşünerek ağlıyorum!”
- 8 -
Abdullah bin Mübârek buyurdu ki: “Sen bunu sağ iken üçyüz dirheme almıştın. Şimdi ise bunu
senden semeri ile beşyüz dirheme alıyorum, deyip beşyüz dirhemi sayarak eline verdi. O gece fakîr rü-
yasında mahşeri gördü. Baktı ki, bahçeler, bağlar içerisinde bir merkep! Yularını ve palanını altın ve
mercanlarla süslemişler! Yanı başında bir melek, şöyle nida ediyordu:
“Kim buna binerse ona müjdeler olsun.” Fakîr bunu duyunca, meleğin yanına gelip der ki:
Bu benim ölen merkebimdir. Bunu bana ver!.
Evet, bu senindir. Fakat ölüsüne sabır etmediğin için, şimdi başkasının oldu. Baksana, yuları üze-
rinde ne yazıyor?
Fakîr yulara bakınca bir de ne görsün: “Bu Abdullah İbn-i Mübârek hazretlerinin bineğidir” yazılıy-
dı. Sonra fakîr, uykudan uyanıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kendi kendine, “Bana yazıklar olsun
bir hayvanın ölmesine bile sabredemedim” dedi. Hemen beşyüz dirhemi alıp, doğruca Abdullah İbni Mü-
bârek hazretlerinin yanına gitti. Parasını geri vermek istedi ve dedi ki;
“Ben satıştan vazgeçtim.”
“Sen akşam gördüğün rüya üzerine geldin. Ben de vazgeçtim. Beşyüz dirhemi de sana hediye et-
tim” buyurdu.
Sehl bin Abdullah, Abdullah bin Mübârek’in derslerine devam ederdi. Bir gün, “Artık senin dersine
gelmiyeceğim. Çünkü, bugün gelirken senin kızların dama çıkmış beni çağırıyorlardı. Benim Sehlim,
benim Sehlim diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?” dedi. Abdullah bin Mübârek, o gece ta-
lebesini toplayıp, “Sehlin cenâze namazına gidelim” dedi. Gidip vefât etmiş buldular. “Vefâtını nereden
anladın?” dediklerinde “Benim hiç cariyem yok. O gördükleri Cennet hurileri idi. Onu Cennete çağırıyor-
lardı” dedi.
Abdullah bin Mübârek buyurdular ki: Bir ateşperest ile çalışıyorduk. Namaz vakti gelince ondan,
namaz kılarken bana zarar vermiyeceğine dair söz aldım. Bunun üzerine namaz vaktinde rahatça bir
namaz kıldım. Sonra ateşperest olan o şahsın ibâdet zamanı gelmişti. Şimdi sıra bende, ben ibâdet e-
derken, sende zarar vermiyeceğine söz ver deyince; rahatça ibâdetini yapacağını bildirdim.
Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca hemen üzerine atıldım. Sözümde durma-
dım. Şöyle bir ses duydum; “Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir!” Bunun üzerine ona zarar verme-
den geri çekildim. Sonra ateşperest ibâdetini bitirdiğinde bana sordu. “Evvelâ hücum ettin. Sonra niye
vazgeçtin?...” “Ben, Allah’dan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öl-
dürmek istiyordum. Fakat tam o anda: “Söz verdiğin zaman, ahdini yerine getir” diyen bir ses beni o te-
şebbüsten alıkoydu.” Bunun üzerine ateşperest, “Rab, senin Rabbindir! Kendi düşmanı için, dostunu bile
azarlıyor! İşte huzurunda müslüman oluyorum.” diyerek Kelime-i şehâdet getirdi.
Kul haklarına çok dikkat ederdi. Buyurdu ki:
“Birinin bir lira hakkını ödemek, bin lira sadaka vermekten daha hayırlıdır.”
“Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünkü sevablarımın onlara verilmesi daha
hayırlı olur.”
Allah için ilme çok ehemmiyet verirdi. Buyurdu ki:
“Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek dav-
ranmak, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da ma’rifete, Allahü teâlânın rızası-
na kavuşamaz.”
“İnsanların sefili, dîni, dünyâlığa âlet edendir.”
“Mala aldanma. Mideni haddinden fazla şişirme! İlim olarak yalnız sana yarayanı al yeter!”
Yine buyurdu ki: “Şu anda edeb dinin üçte ikisini teşkil etmek üzeredir.”
Abdullah bin Mübârek (r.a.) vefâtının yaklaştığında bütün malını fakîrlere verdi. Hizmetinde bulu-
nan bir talebesi dedi ki: “Efendim, malûmunuz üç çocuğunuz var. Onlara miras bırakmayacak mısınız?”
Buyurdu ki:
“Onları Allahü teâlâya emanet ediyorum. O en iyi bir vekildir. Eğer çocuklarım, sâlih olursa,
Cenâb-ı Hak, onları ummadıkları yerden rızıklandırır. Yok eğer, fâsık olurlarsa malımın kötü insanlara
kalmasını istemem.”
Vefâtı anında gözlerini açtı, güldü ve (Saffat sûresinin 61) “Amel edenler, bu ebedi ni’mete ka-
vuşmak için çalışsınlar.” âyet-i kerîmesini okudu.
Zamanın âlimleri, Abdullah bin Mübârek’i övmüşler ve kıymetini belirtmişlerdir.
- 9 -
Hâlid İbn-i Madân’dan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Peygamberimiz (s.a.v.) “Şehîdler Allahın emin
kıldığı kimselerdir. İster öldürülsünler, isterlerse yataklarında ölsünler.” buyurdu.
Ebû Hureyre’den rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Peygamberimiz buyurdular ki: “Bana Cennete gi-
renlerin ve Cehenneme girenlerin ilk üçü arz olundu. Cennete giren ilk üç kişi: 1) Şehîd, 2)
Rabbine ibâdeti güzel yapan, efendisine de itâat eden bir köle. 3) Ailesi çok olan, buna rağmen
kötü iş ve sözden uzak duran namuslu bir adam. Cehenneme giren ilk üçe gelince: 1) Zalim sul-
tan. 2) Malı olup zekâtını vermeyen zengin. 3) Allahü teâlâya isyan eden fakîr.” buyurdu.
Eserleri: Kitab-ül-Cihad adlı kitabı, cihad sahasında yazılmış ilk eserdir. 1971’de neşredilmiştir.
Kitab-üz-Zühd ve’rrekâik, tasavvuf sahasında ilk eserlerdendir. Kitab-üs sünen fi’l fıkh, fıkıh bablarına
göre tasnif edilmiş hadîs kitabıdır. Kitab-ül-birr ve’s-sıla yine tasavvufla ilgilidir. Kitab-üt-tefsîr ve son
olarak da hadîsle ilgili el-Erbain’dir.
HiKMET
Abdullah bin Mübârek, Sehl’e ders okuturdu,
Feyz dolu ilimleri, kalbine akıtırdı.
Sehl, bir gün der ki, “Hocam gelemem artık,
Senin cariyelerin, terbiyesiz yaratık,
Çıkıp dama, “Sehl gel” diye bağırıyorlar,
Hiç utanmaları yok beni çağırıyorlar.”
Gece, İbn-i Mübârek, topladı talebeyi,
Der ki, “Gidelim Sehl’e, görelim cenâzeyi.”
Sordular O’na “Nereden anladın,
Vefât ettiğini Sehl’in?”
Abdullah bin Mübârek, onlara cevap verdi.
“Benim cariyem yoktu, o kızlar hurilerdi”
“Sevinerek Sehl’i çağırdılar Cennete,
Siz de ibretle bakın şu mübârek hikmete.”
1) Mucem-ül-müellifîn cild-6, sh-106
2) Tehzîb-ül-esmâ vel-luga cild-1, sh-285
3)Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh-162
4) Keşf-uz zünûn sh-57, 911, 1410, 1422 \
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-, sh-438
6) Cevahir-ül-mudiyye cild-1, sh-281
7) Tezkiret-ul-huffâz cild-1, sh-274
8) Tehzîb-üt-tehzîb cild-5, sh-382
9) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-59
10) Tezkiret-ül-evliyâ sh-114
11) Vefeyât-ul-a’yân cild-3, sh-32
12) Târih-i Bağdâd cild-10, sh-153
13) Şezerât-üz-zeheb cild-1, sh-295
14) El-İntikâ sh-132
15) Tertib-ul-medârik cild-1, sh-300
16) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-976
17) Eshâb-ı Kirâm sh-303
18) Câmi’u kerâmât-ı evliyâ cild-2, sh-104
19) Ed-Dîbâc-ul-müzehheb sh-130
ABDULLAH BİN NÜMEYR:
Hadîs âlimlerinin meşhûrlarından. Künyesi, Ebû Hişam el-Kûfî’dir. 115 (m. 733) senesinde doğdu.
199 (m. 814)’de 84 yaşında iken vefât etti. Hadîs ilminde sika(güvenilir=sadık) bir âlim olup, çok hadîs-i
şerîf rivâyet etmekle tanınmıştır. İlim öğrenip hadîs-i şerîf rivâyet ettiği âlimler, Hişam bin Urve, İsmâil
İbn-i Ebî Hâlid, el-A’meş, Ubeydullah İbn-i Amr, Mûsâ el-Cüheni ve diğer meşhûr hadîs âlimleridir. Ken-
disinden ilim alıp, hadîs-i şerîf rivâyet edenler ise kendi oğlu Muhammed, Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin
Muin, Ebû Hayseme, Yahyâ bin Yahyâ, Ali bin el-Medyenî gibi çok sayıda âlimlerdir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bazıları:
“Mü’minin misâli, ekinden bir deste gibidir. Rüzgâr onu eğiltir. Kimi yere yıkar, kimi doğrul-
tur. Nihayet kurur. Kâfirin misâli ise kökü üzerinde dimdik duran evze ağacı gibidir. O’nu hiçbir
şey eğiltemez. Nihayet sökülmesi bir defada olur.”
- 10 -
Description:İSLÂM ÂLİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ HİCRİ İKİNCİ ASIR ABBÂD BİN ABBÂD BİN HABÎB: Meşhûr hadîs âlimlerinden. İsmi, Abbâd bin Abbâd bin Habîb bin Mühelleb bin Ebî Sufre’dir. Künyesi “Ebû Muâviye”dir. Atakî, Ezdî, Mühellebî ve Basrî nisbetleri ile de tanınmaktadır.