Table Of ContentBUKET UZUNER
(1955 Ankara) Hikâye, gezi ve roman yazarıdır. Üç kıtanın
kuzeyinde öğrenci ve araştırmacı olarak yaşamış, uzun tren
yolculukları yapmıştır. Yerleşememek, uzak-uzun yollara
düşmek ve yazmak en bilinen zaaflarıdır. Hâlâ uzun-uzak tren
ve uçak yolculukları, kısa-yakın vapur ve otobüs gezilerinde
“öbür ben”inin ulaşılmaz albenisi peşine takılarak
yazmaktadır.
Buket Uzuner, Balık izlerinin Sesi adlı romanıyla 1993
Yunus Nadi Roman ödülleri’nden birini almıştır.
Buket Uzuner’in yayınlanmış diğer kitapları:
Hikâye: Benim Adım Mayıs, Ayın En Çıplak Günü, Güneş
Yiyen Çingene, Karayel Hüznü, Şairler Şehri Gezi: Bir Siyah
Saçlı Kadının Gezi Notlan, Şehir Romantiğinin Günlüğü
Roman: Balık izlerinin Sesi (1993 Yunus Nadi Roman
ödülü), Kumral Ada ~ Mavi Tuna (1998 İstanbul Üniversitesi
İletişim Fak. Roman ödülü).
Bu kitapta şiirlerinden alıntı yapılan şairler: Turgut Uyar,
Cemal Süreya, Metin Altıok, Nâzım Hikmet, Nilgün
Marmara, Âşık Veysel, Konstantin Kavafıs, T.S. Eliot, Sylvia
Plath’dır.
Ayrıca Hegasias’tan, Lucretias’tan, Scott Peck’in “The
Road Less Travelled” adlı kitabından ve Saki’nin (H.H. Mun-
to) “Laura” adlı öyküsünden alıntı yapılmıştır.
Çeviriler, Cevat Çapan, Fatih özgüven, Yüksel Peker ve
Buket Uzuner’e aittir.
***
Bu kitap bir kurgu çalışması ürünüdür. Yeşiller Partisi
kuruluşuyla ilgili gazete haberleri ve Cemal Süreya’nın ölüm
haberi dışındaki olaylar, karakterler, yerler ve isimler hayal
ürünüdür ya da kurgusal olarak kullanılmışlardır.
Yaşayan insanlar, günlük olaylar ve/ya mekânlarla en ufak
benzerlik bile tamamen rastlantıdır.
***
Kitabın yazımı sırasında bana sabrı ve ilgisiyle büyük
destek olan Ali Murat Erkorkmaz’a, Rabia ve Hayati
Uzuner’e, Nail Güreliye, farklı dönemlerde ve kentlerde
heyecanlarıyla yanımda olan Fatih Gökçe, Carole Roy ve
İzmir Sevinç Pastanesi personeline teşekkür ediyorum.
BUKET UZUNER
e-posta: [email protected]
BUKET UZUNER
İki Yeşil Susamuru
Anneleri, Babaları, Sevgilileri ve Diğerleri
32. Basım
Remzi Kitabevi
Bu kitabı, ilk gülümseyişleriyle destekleyip
ilk çığlıklarıyla köstekleyen yepyeni bir
dünyalıya ithaf ediyorum.
Birlikte yazdık denebilir.
CAN UZUNER ERKORKMAZ’A...
NASIL OLDU?
"Bir şeyler yapmaya karar verdiğimden,
fakat ciddi bir eser yazmak için uygun
durumda bulunmadığımdan, deliliğe bir
övgü yazarak neşelenmek istedim”
Erasmus
Aslında kimsenin özel yaşamını sergilemek ya da teşhir
etmek niyetinde değilim. Gerçekte buna hep karşıyımdır.
Fakat prensipler bozulmak, yerine yenileri yaratılmak için
vardır.
Nilsu Baran beni uzun süre arayıp, sonunda bulduğunda,
zaten burnunun dibinde yaşadığımı anlamıştı. Bana son
derece düzenli ve özenli yazılmış, bir bilgisayar yazıcısından
çıkmış, pırıl pırıl bir dosya getirdi. Adeta kendi kitabını,
“masaüstü”nde basıvermişti.
“Bu benim hayat hikâyem, ama bir romana dönüşmesini
çok arzu ediyorum. Lütfen okuyun, uygun bulursanız yazın.
Çünkü kendi yaşamını yazan bir yazar olmak istemiyorum,
kaldı ki, yazar değilim.”
“En fazla otuz yaşlarında olmalı,” dediğim, zarif, şık, uzun
saçlı, sade bir kadın, biraz heyecanlı, biraz kafa tutar bir
bakışla dikilmişti karşıma. Otuz yaşlarında birisi ne kadar
yaşamıştır ki, yaşamı bir roman etsin gibi tutucu bir
düşünceyi hemen kafamdan kovdum, yine de bu düşüncenin
ne denli yüzsüz olduğunu bilirsiniz.
Oysa bir gün roman yazarsam, kendisi çoktan ölmüş birinin
bazı sayfaları yitmiş, nefis bir el yazısı ve çini mürekkeple
deri ciltli bir deftere işlenmiş güncelerini kullanır, pek çok
ünlü yazar gibi elimde kalanları değerlendiririm sanıyordum.
Halbuki benim payıma, birinci hamur mis gibi kâğıtlara,
bilgisayar yazıcısında basılmış, tertemiz ve düzenli
hazırlanmış şık bir dosya düştü. Acaba ben bunu mu hak
ediyorum?
“Düşündüm ve yaşantımın en çok sizin kaleminize uygun
düşeceğine karar verdim.” Ahh, bakın beni tavlayan da bu son
sözler oldu, sanıyorum. Tanınmak, anlaşılmak, güvenilmek ve
beğenilmek! Hepsinin tınısı vardı bu cümlede. Kim kayıtsız
kalabilirdi bunlara ki, ben...
Dosyayı alıp, okudum. Yalnızca bazı çevre/mekân ve insan
adlarını değiştirip, kimi olayların oluş sırasına müdahale
ettim. Birincisi, biyografi havası dağılsın, kurgunun
yaşantımızın sınırlarını aşıp, ötesine götüren ferahlığı sinsin
sayfalara diye. İkincisi, okur, roman kişilerini tanıyıp,
konudan çok kimliklere takılmasın diye.
Gerisi Nilsu Baran’ındır.
Teşhirciliğe gelince, yazarlar zaten teşhircidir!
BİRİNCİ BÖLÜM
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde
akışa bırakması ne güzeldi.
Yiten bu işte!”
NİLGÜN MARMARA
≈ 1 ≈
Haziran 1978