Table Of Content*
BİZDEN BİRİ
Rıfat Ilgaz
Hak adamı olduğu kadar halkın da adamı, haksızlıklar karşısında belgeli, becerili
savunucumuz olan Emin Değer'in emek ürünü yapıtıyla başbaşayım.
Tanıdığım, biraz da kendisinden öğrendiğim kadarıyla, yöremizin bu sevilen adamını
sizlere de tanıtayım: M. Emin Değer 1927'de Kastamonu'da doğdu. Orta öğrenimini burada
yaptıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yüksek öğrenimini bitirerek, 1951
yılında Hakim Teğmen olarak Silahlı Kuvvetler'de göreve başladı. 1960'da Milli Savunma
Bakanlığı Hukuk Müşavir Yardımcılığına atanan Değer, 1968'de Hukuk Müşaviri oldu. Bu
görevinde Türkiye-ABD ilişkilerinin bağımsızlığımıza düşürdüğü gölgeyi saptamış, ABD'li
görevlilerin kendilerinden yüksek rütbede olan subay ya da generallerimize karşı üstten
bakışlarını içine sindirememiştir. Yardım mallarının hukuksal statüsünü saptamak için Yardım
Kurulu'ndan bir heyetle yapılan bir görüşmede, açıkça "Bu mallar zaten bizim, siz sadece
kullanıcı durumundasınız, bu koşullarda aramızdaki 1947 sözleşmesi Dışında, bu malların
hukuksal statüsü aranmaz." dediklerini, tutum ve davranışlarıyla, veren insanların üstten
küçümser bakışlarını bugün bile anımsarken, o günkü acıyı duyumsadığını söylemektedir. Ve
Türkiye-Birleşik Amerika ilişkilerini belgeleyerek çalışmaya başlamasının bu olaya bağlı
olduğunu özellikle vurgulamaktadır.
Silahlı Kuvvetler'deki çalışmaları sonucu, Gelibolu'daki İkinci Kolordu Kıdemli
Hakimliğine atanan Değer 1971 yılında bu görevden emekliye ayrılmıştır.
M. Emin Değer, tanık olduğu ilişkileri, belgesel bir çalışmayla ClA KONTRGERİLLA
VE TÜRKİYE adı altında yayınladığı yapıtla büyük ilgi görmüştür.
Değer, bu kez de yeni çalışmalarıyla emperyalizmin yardım adı altında sözleşmelerle
bir ülkeye nasıl girdiğini, ilgili ülkeleri yerli işbirlikçilerle her yönden gizli bir işgale uğrattığını,
ilişki kurduğu ülkeleri bölgesel çıkarları için kullandığını, emperyalizmin kendi belgelerine
dayanarak açıklamaktadır. Bu bağlamda Türk dostu (!) olarak tanınan Richard Perle'nin bir
söyleşideki sözleriyle, Türkiye'nin Ortadoğu'da emperyalizmin bekçiliğine uygun görüldüğünü
çekinmeden söylediği, yine bir başka Türk dostu (!) eski ABD Türkiye Büyükelçisi Mc
Ghee'nin Türkiye'nin sürekli yardım isteğini biraz alaycı bir biçimle söyledikten sonra "bereket
ne Türkler köle, ne de Amerikalılar aptaldı." sözleriyle bize ders verdiği anlaşılmaktadır.
Amerika iç ve dış siyasasını çokuluslu şirketlerin çıkarlarına göre düzenlendiği,
emperyalizmin sömürü ilkelerinin de bu şirketlerce saptandığı, Rockefeller'in Başkan
Eisenhower’a yazdığı 1956 tarihli bir mektup ve daha başka belgelerle değerlendirilmekte ve
Rockefeller'in bu mektubunda Türkiye'nin OLTAYA YAKALANMIŞ BALIK olduğu, bu nedenle
de yeme gereksinimi bulunmadığı açıklanmaktadır.
Türkiye'nin, 1947'lerden bu yana emperyalizmin tuzaklarında geçen yarı bağımlı
yaşamı belgelerle anlatılmaktadır. Emperyalizmin tuzaklarından kurtulmanın yolu, Değer'e
göre bu tuzaklara neden ve nasıl düşürüldüğümüz öğrenmeden bulunamaz.
Demek Orhan Veli'nin dediği gibi, rakı şişesinde değil de, bir de oltada balık olmak
var, bu uçsuz bucaksız sömürü düzeninde. Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinimi
yoktur! Öyle ya... Zokayı yutan balık yemi neylesin!..
Gel gelelim danışmanlar, üzerlerine düşen işi yapacak Başkan Eisenhower’ı
uyaracaklardır mektuplarla:
"İşbirliğine hazır yerli işadamlarına yardımı arttırmalı, buna dayanarak politik
etkilerinin artması sağlanmalıdır."
* (*)Rıfat Ilgaz'in ölümünden önce yazdığı son yazıdır.
Kimdir bu oltayı yutturan? Ev sahibi olmak isteyen bir bezirgan mı, kılkuyruk bir kiracı
mı, sıradan bir konuk mu, sırtımızdan geçinmeye kalkışan bir sığıntı mı? Yardım, Dış yardım
diye bize bostan bekçiliği yaptırmaya kalkışan açıkgöz bir toprak ağası da olabilir, hem
bostanımızdan, hem bekçiliğimizden yararlanmaya kalkışan bir ağaların ağası da olabilir.
Türk dostu bir ABD'li şöyle açıklıyor bu ilişkiyi kitapta:
"En iyi yapacağımız iş, Türkiye'nin kendisini korumasını sağlamaktır. Çok daha az
masraflı yaklaşımdır bu. Yeni emperyalizmin amacı da budur. Yeni emperyalizm, ticaretin
bayrağı altında genişleyecek, yayılacak, sermayenin uluslararasılaşması ile başlayacak ve
azgelişmiş ülkeleri işgal altına alacaktır. Güvensizliğini ve bağımsızlığını koruma, ekonomik
gelişmesini yardım anlaşmasıyla sağlayacak! Dost gülü altında, dostluk, özgürlük, eşitlik
aldatmacalarıyla...
Emperyalizm saldırılarla değil, dostluk türküleriyle girecek, yardım anlaşmalarıyla
yerleşecektir. Oyun böyle açıktan açığa oynanıp dururken azgelişmiş ülkelerin siyasal
iktidarları da kendi başarılarıyla durmadan övüneceklerdir.
Azgelişmiş memleketleri özendirmeli, destekli, ödenekler, bir verip yirmi almalısınız
çekişmeleri, bağışlar, az faizli Dış yardımlar derken giydirilmiş canlı savaş araçları çekiç
güçlerin konuşlandırılma eylemleri, üslerden yararlanma biçimlemeleri...
Eğer sömürü düzeninin Ortadoğu'da sürüp gitmesi gerekliyse yeni yeni bölme
yönetme kuralları da uygulanmalı ki emperyalizm tüm kurallarınca uygulanmış olsun."
Bu konuda biraz da Sakıncalı Piyademize kulak verelim. Sömürmek mi gerekiyor,
bunun bir yolu daha var, Şovenizm! Şöyle diyor SAKINCALI PİYADE'miz Uğur Mumcu:
"Şovenizm, emperyalist devletler için birer araç olarak kullanılır."
"Şovenizm kendi soyunu öteki soylardan üstün gören bağnaz ulusçuluk anlamına
gelir. Bu bağnaz ulusçuluk saldırgan siyasetlerin, ideolojilerin de temel kaynağıdır."
"Her ulusun devrimcileri ve sosyalistleri olduğu gibi Şovenleri de vardır. Almanın da
vardır, kalyanın da vardır... İspanyol'un da vardır... Türkün de... Kürdün de vardır!
Şovenizmin barış getirdiği ve adına serüvenlere çıkılan uluslara yarar sağladığı hiç
görülmemiştir. Şovenizmin sonu hep kan ve gözyaşı doludur."
"kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında Arap-Kürt liderleri İngiliz İstihbarat
Servislerince kullanıldılar."
"1919 yılında 10 Temmuz günü Lord Curzon'a gönderilen gizli telgrafta da Kürtlerin
manda istedikleri bildirilmekteydi. İngilizler bölgede bir Kürt Devleti kurdurmak istiyorlardı."
"Bölge bir petrol bölgesiydi, İngilizler Kürtlerle bu nedenle ilgileniyorlardı. Bu amaç
Sevres Antlaşması ile gerçekleşiyordu. 1925 yılında Musul Sorunu da bu yüzden patlak
vermiştir."
"70'li yıllarda da Irak'taki Kürtler, ABD tarafından destekleniyorlardı."
"Her şoven akım, başka bir şoven akımı doğurur. Etki ve tepki kuralı en çok bu
alanlarda geçerlidir."
"Kürt sorununun ABD desteği ile çözümleneceği, ABD destekli Kürt Şovenizminin
bölgede yeni sorunlar doğuracağı da pek yakında anlaşılacaktır!"
ABD'nin şovenizmden yararlanarak azgelişmiş ülkeleri oluşturan halkları, azınlıkları
hatta dinleri, mezhepleri, tarikatları birbirine kapıştırıp çıbanbaşları oluşturmaya kalkışırken,
bastığı dalı kesmekte yine kendisinin getirdiği çokuluslu şirketler oluşturup sömürme kuralını
geçersiz duruma düşürmektedir. Ki bu çokuluslu şirketlerin de en başında petrol şirketleri
gelmektedir.
İlhan Selçuk 26 Şubat 1974 günlü yazısında çokuluslu şirketlerin dünyayı yönetirken
devletleri aşan politik etkinliklerine dikkat çekmekte ve özellikle petrol şirketlerinden başka
gelen yedisine 7 Kız kardeş adını takmaktadır.
İlhan Selçuk, Arap petrollerinin ardında bu şirketlerin bulunduğunu, sözgelişi
ARAMCO'yu yedi kız kardeşin üçünün oluşturduğunu vurgulamaktadır.
9 Mart 1993... İlhan Selçuk "Pencere"sinden bakıyor
"Bütün Batı, Saddam'a karşı birleşti!"
Neden?
"Kuveyt'in petrol kaynaklarına el attığı için!" "Biz durur muyuz! Bir koyup yirmi almak
için tüfek başına!" "Ortadoğu petrolünün gerçek efendisi Batı zenginler kulübüdür. Amerikan
askeri de bu nedenle körfezde nöbet tutuyor."
Sakıncalılar adına Emin Değer kardeşimiz de görev başında. Bir gözü zokayı yutan
balıkta, bir gözü Kültür Evi'nden kapı Dışarı edilmiş memleketlisinde. Bir savunucu olarak bu
haksızlığı da şöyle göğüslüyor:
"Çağdaş Türkiye'nin aydınlamasına sekseni aşkın yapıtıyla katılan çağdaş bir sanat
erine verilen bir onur belgesine saldırı vardır. Bir hakkın, bir beldenin seçilmiş Belediye
Başkanınca seçilmiş, o belde halkının onayı ile verilmiş bir hakkın geri alınması olayı ile karşı
karşıya bulunuyoruz. Bu olayı nedenleri ve sonuçlarıyla tartışmalıyız. Bahçelievler Belediye
Başkanı'nın bu kararı her şeyden önce, Türk aydınlanmasına karşı bir savaş açılması
demektir. Burada cezalandırılan Rıfat Ilgaz'ın dünya görüşüdür. Öte yandan bu olay Refah
Partisi'nin ülke yönetimine geldiğinde sanatı bile ideolojinin emrine vererek, çağdaş düşünce
dahil her şeyi kendi dünya görüşlerine göre düzenleyeceklerini göstermektedir. Özetle
aydınlanmaya açılan her kapı kapanacak demektir. Rıfat Ilgaz toplumsal çelişkileri acı bir
gülümseyişle dudaklardan insan yüreğine ve düşüncesine aktaran bir savaşçı. O ad silinmez.
Silinmesi o yörenin kazınmaz ayıbı olur. Ona kulak verelim, hem de geç kalmadan:
"Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek, böyle atardamar
Atmaz olsun!
Ses ol, ışık ol, yumruk ol!
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol!"
Sakın geç kalmış olmayalım. Hayır!
Tam çağı başlamanın doğan günler Sözümü geri alıyorum, henüz senden geçmedi,
arkadaş!
"Tam çağı işe başlamanın doğan günler
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabetik çocuk ol!"
Sözüm bitmedi daha. Şu dizelerimi de dinle. Sonra başbaşa kal Değer'li yazar
kardeşimle:
"Bir bulut, ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut, kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır.
Göz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl döner
Körüz, el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden
Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında ezile dursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan, içindeki ayak bizden ne iyi.
Körüz biz, kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü, ha düşecek çelik gagalardan
Mantar mantar açılan tohumlar sıcakta
Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz gözbebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil."
«OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE»
"Biz askeri paktlarımızı kurmayı ve sağlamlaştırmayı hedef alan tedbirlere devam
etmeliyiz... Büyük ölçüde politik ve askeri nüfuz garantileyecek genişlikte bir ekonomik
yayılma planını Asya, Afrika ve diğer az gelişmiş bölgelerde uygulamak zorundayız... -
Yardımda- birinci gruba, bizimle dost olan ve bize uzun süreli askeri paktlarla bağlanmış olan
ülkeler girer. Bu ülkelere yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte
olmalıdır. OLTAYA YAKALANMIŞ BALIĞIN YEME İHTİYACI YOKTUR. Bu noktada Dışişleri
Bakanlığı ile aynı fikirdeyim, genişletilmiş iktisadi yardım, -örneğin TÜRKİYE'YE- bazı
hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir. Yani BAĞIMSIZLIK eğilimini artırıp, mevcut
askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere -TÜRKİYE gibi - doğrudan doğruya iktisadi yardım
da yapılabilir, ama bu bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman
muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır.
Bunlarla bağlantılı olarak özel sermaye yatırımlarım da ayarlamak gereklidir.
Hükümet, özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve onlardan akıllıca yararlanmasını
bilmelidir. Bu yatırımlar yardımıyla birçok politik amaca ulaşılabilir.
Bu tip özel sermaye yatırımları zamanla bütün gayrı meşru muhalefeti ve politikamıza
karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmen veya nötralize edebilmelidir.
Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsi teşebbüs ve menfaat
çevrelerini etkilemelidir.
Aynı zamanda ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardımı artırmalı ve böylece
bu işadamlarının, İLGİLİ ÜLKENİN EKONOMİSİNDE kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna
dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır."
Nelson A. ROCKEFELLER’İN
Başkan Eisenhower’a yazdığı mektup'tan
DAVET*[*]
Dört nala gelip uzak asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde
Dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim
Kapansın el kapılan
bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim.
Nâzım Hikmet
ŞEHİTLER***
Şehitler, Kuvvayı Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
Şehitler, Kuvvayı Milliye şehitleri
Sakarya'da, İnönü’nde, Afyon'dakiler
Dumlupınar'dakiler de elbet
ve de Aydın'da, Antep'te vurulup düşenler,
siz toprak altında ulu köklerimizsiniz
yatarsınız al kanlar içinde.
Şehitler, Kuvvayı Milliye şehitleri,
siz toprak altında derin uykudayken
düşmanı çağırdılar,
satıldık, uyanın!
Biz toprak üstünde derin uykulardayız,
kalkıp uyandırın bizi,
uyandırın bizi!
Şehitler, Kuvvayı Milliye şehitleri,
mezardan çıkmanın vaktidir!
Nâzım Hikmet 1959
* (*) Kuvvayı Milliye Destanı'ndan
* (**) Nâzım Hikmet, Bütün Eserleri-Şiirleri, cilt 2, s.242, -Sofya Baskısı- 1967.
GİRİŞ
"Çekiç güç köklü bir çıban gibi!.. Çıbanın başını keskin bir bıçakla kesebilirsiniz, ama
kökünü çıkaramazsınız. Çıkarmaya kalktığınızda nelerle karşılaşacağınız bilinmez!" [1]
22 Ocak 1993 günü TV-1'de haberleri izlerken işittiğim bu sözleri, Türkiye
Cumhuriyeti'nin Başbakanı söylüyordu. Önce bir şaşkınlık geçirdim. Acaba, gerçek miydi?
Evet gerçekti ve DYP Meclis Grubu'nda Demirel, düşünceli ama kararlı bir yüzle
konuşuyordu. Hemen Demirel'in birkaç gün önce, 18 Ocak günü ABD, İngiliz ve Fransız
Büyükelçilerinin olağan Dışı ziyaretlerinde, Çekiç Güç'ün faaliyetleri ile ilgili toplantı
çıkışındaki yüz ifadesini anımsadım. Deyim yerindeyse, zıpkın yemiş gibiydi. Ve hırslıydı...
Soruları yanıtlarken söyledikleri, geçmişte yapılan bir yanlışa işaret ediyordu.
O toplantıda neler konuşuldu bilinmiyor, ama apar topar gelen büyükelçilerin,
Türkiye'nin egemenlik haklarını incitici sözler söyledikleri düşünülebilir. Konu, İncirlik
Üssü'nün, bizim iznimiz dışında kullanılmasının yarattığı tepki olmalıydı.
Son birkaç ay içinde ve özellikle son günlerde, Çekiç Güç sözleşmelere aykırı olarak,
Türkiye'nin bilgisi Dışındaki uçuşlarla kamuoyunun ilgi odağı oluyordu. [2] Demirel, o gün
Genelkurmay Başkanıyla da konuştu. İncirlik Üssü'nün Türkiye'nin iradesi ve bilgisi Dışında
kullanılması da ilk kez olmuyordu. 1958'de Lübnan olayları sırasında, ABD Deniz
Piyadeleri'nin İncirlik üzerinden Lübnan'a aktarılması, zamanın muhalefeti CHP'nin lideri
İsmet Paşa tarafından eleştirilmişti. Türkiye kamuoyu, Birinci Dünya Savaşı'na istemimiz
dışında girmemize ve Sevr'e kadar uzanan olaylara, Göben ve Breslaw adlı iki Alman
kruvazörünün, bayrağımızı asıp Karadeniz'e açılarak Sivastopol'ü bombalamasının neden
olduğunu bilmektedir. Türk kamuoyu işte bu bilinç içinde ve kendi topraklarından başka
ülkelere yapılan saldırıyı ulusal istence karşı saygısızlık saydığı, hoş görmediği için, bu gibi
konularda çok duyarlıdır. Daha sonra U-2 casus uçakları olayı, Körfez Savaşı sırasında da
ABD uçaklarının İncirlik Üssü'nü kullanmaları gibi olaylara karşı, kamuoyundaki aşırı duyarlık,
doğal olarak siyasal iktidarları güç durumda bırakmıştır.
Hemen Demirel'in, büyükelçilerle yapılan toplantıdan çıkıştaki sözlerini anımsadım.
"Çekiç Güç korkuluk değil ya! Oraya getirildiğine göre, geliş amacına uygun
çalışacaktır, ne yapacağını biliyorsunuz demektir. Buna baştan izin vermişsiniz! Biz izin
vermezdik." [*] Bu sözler, elbet bir yandan da ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a yanıttı.
1 İsmet İnönü, 1964'de ABD-Türkiye ilişkilerinin bağımsızlığımıza düşürdüğü gölgeden yakınır
ve der ki: "Bağımsız iç politika dış politika güdemez havanda su döversiniz. Zannetmeyin kolay iştir.
(Kurtulmak için) teşebbüs ettiğinizde başınıza neler gelir bilemezsiniz."
2 Çekiç Güç'ün İncirlik Üssü'nü denetim dışında kullandığı olaylar basına yansıdığı kadarı ile
şunlardır
1- "Amerika'ya ait bir DC-130 uçağı güvenlik kuvvetlerinin bilgisi dışında Yüksekova karayolu
pistine iniş yapmıştır. Eğer, bundan sonra adı geçen piste başka inişler olacaksa, bunun bildirilmesi..."
2- Yine Asayiş Bölge Komutanlığı'ndan Diyarbakır'daki Bölge Valiliği'ne bir başka yakınma:
"25.5.1991 günü saat 12.20'de ABD'ye ait bir chinok tipi helikopterin Boyunkaya ve Keneli
köylerine ve bu köylerin civarına özellikle çukur bölgelerine inip kalktığı, müteakiben aynı helikopterin
Nuh Peygamber bölgesine indiği ve Silopi istikametine gittiği tespit edilmiştir."
"...öğlen saatlerinde Cudi Dağı Nuh Peygamber bölgesinde zaman zaman inip kalktığı görülen
ABD'ye ait çift pervaneli helikoptere Cevizdüzü'ndeki birliklerce bölgemizde uçarken, müsaadeli ikaz
ateşi yapılmış, helikopterin pilotları yakalanarak ABD komutanına götürülmüştür. Gayrimuntazam
uçuşun sebebi sorulduğunda, test uçuşu yapıldığı cevabı alınmıştır.
3- Bunlar sadece birer örnek. Ancak Asayiş Bölge Komutanlığından Olağanüstü Hal Bölge
Valiliği'ne giden sayısız yazıların özeti şöyle:
"Müttefik kuvvetlere ait hava araçlarının yürürlükteki kuralları ihlali devam etmektedir."
(Yalçın Doğan-Milliyet Gazetesi, 3 Şubat 1993.)
* Gerçekten Demirel 1967de U-2 casus uçaklarının uçuşuna izin vermemiş. Haşhaş ekiminin
Ve anlamı şu olmalıydı. Çekiç Güç'ün ABD'li komutanı, ne kural, ne de Türk hükümetini
dinliyor... İşte Demirel'in bardağını taşıran bu olmalı. Kürsüdeki Demirel, bu sözleri bilinçle ve
kararlılık içinde söylediğini anlatmak için olsa gerek, sözlerinin altını çizercesine konuşmasını
şöyle sürdürdü:
"...Demirel, Çekiç Güç'e çıban dedi, diyeceksiniz..." TV'de gerisi gelmedi bu sözlerin.
Önce düşündüm ki, Demirel, her zamanki konuşma biçemi ile, "Demirel, Çekiç Güç'e çıban
dedi diyeceksiniz, bakın bunu yanlış anlamayın..." diye sürdürür ve enfes bir Aristo mantığı
ile sözlerinin etkisini bir başka yöne çevirebilirdi. Bekledim, gerisi gelmedi...
Daha doğrusu TV'deki bölüm burada kesildi!.. Basından izlediğimde öğrendim ki,
Demirel, "Evet Çekiç Güç, çıban başıdır" diye yinelemiş! [3][**]
DÖNÜM NOKTASI MI?
Acaba Demirel, bu olayı örnekleyerek, Türk-ABD ilişkilerinde bir dönüm noktası
olacak mesaj mı vermişti? Çünkü, Çekiç Güç'ü, yalnız şu kadar personel ve uçak, helikopter
olarak görmek ve onun devinimlerini önlemek sorunu çözmez. Çünkü, gerçekte Çekiç Güç,
Türkiye'deki ABD varlığının çıban başıdır. Aslolan o çıbanı kurutmaktır. Türkiye eğer, değişen
dünya koşullarını da değerlendirerek Türk-ABD ilişkilerini baştan ele alabilirse, düze çıkışın
yollan bulunabilir!..
Demirel'in, Karadeniz İşbirliği Toplantısı'nda söyledikleri daha da ilginçtir:
"Ülkeler" diyor Demirel, "tek başlarına kavgasını veremedikleri bir dünyaya karşı
güçlerini birleştirerek mücadeleye yönelmelidirler." [4]
Bu sözler, yeni bir döneme açılır mı bilemiyorum? 1964 yılının benzer bir olayını
anımsadım. 22-23 Aralık 1963'te Rumların, EOKA destekli girişimleriyle başlayan, Kıbrıs
Türklerine yönelik soykırım saldırıları, zaman zaman sürüyor ve ABD'nin oyalayıcı
arabuluculukları da sonuç vermiyordu. İsmet İnönü başbakandı ve soruna çözüm arayan
Londra Konferansı sonuçsuz kalmıştı. Türkiye, 1964'ün Haziran ayı başlarında Kıbrıs'a
çıkmaya karar verdi. Metin Toker, "Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları"nda der ki: "Benim
bildiğim kadarı, biz Kıbrıs'a çıkmaya ciddi olarak ilk defa 1964 yazında azmettik. O
teşebbüsümüz de, Johnson’un ünlü mektubuyla durdurulmuştu... Türkiye'de yıllarca
hissedilecek Amerikan aleyhtarlığının duygusal temeli budur."[5]
Toker'in, Türkiye'deki Amerikan karşıtlığına koyduğu tanı, ABD'ye bir tür arka çıkmak
mı bilemiyorum?
Toker'in, son değerlendirmesine katılmak için, ABD'nin emperyalist emellerini
bilmemek, dünyanın öteki ülkelerindeki ve bizdeki oyunlarını gözardı etmek gerekir. Oysa
Toker, bu kanısını yazdıktan 15 sayfa sonra şöyle diyecektir:
"...Kısa zamanda anlaşıldı ki, Johnson da, İsmet Paşa'ya teşhis koymuştu. Bu teşhisin
gereği, Amerika'nın Türkiye'de İsmet Paşa'nın yerini alacak bir başbakan aramaya başlaması
oldu. "...General Porter diye bir Amerikalı general geldi. General Ankara'ya bizzat Başkan
Johnson tarafından gönderilmişti. Görevi, İsmet Paşa'nın 'hayır' dediği birtakım teklifleri,
Türkiye adına kabul edebilecek bir başbakan aramaktı... General Porter'in gelişi günlerinde
yasaklanması istemini reddetmiştir. Şimdi neden "Çekiç Güç'ü" kovamıyor? Bu sorunun yanıtı bu
çalışmadadır.
3 19 Ocak 1993 günlü Cumhuriyet Gazetesi.
** Demirel Cumhurbaşkanı olarak bu kez 29 Haziran günlü Milliyet'teki açıklamasında,
ABD'nin Irak'ı 27 Haziran gecesi Hawk Füzeleriyle bombalamasına tepki göstermemesine; "Clinton'ı
kıramadık, İngiltere, Almanya, Fransa ABD'den yana" söylemiyle özür arayacaktır. "Dün dündür,
bugün de bugün, ne diyelim!.." dememeli, bu yanlışlığa dur demeliyiz!...
4 6 Mart 1993 günlü Cumhuriyet ve Hürriyet Gazeteleri.
5 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, s. 195.
ClA ajanları da Türkiye'de bir anket yapıyorlardı..." [6]
Toker'e göre aranan, ABD'ye "evet" diyecek bir adaydı! Başbakan adayı!
Toker, aile ilişkileriyle birlikte, 1950'lerden sonra deneyimli ve başarılı bir gazeteci
olarak olayların iç yüzünü çok iyi bilmesi gereken biridir. Bilir de...
Türkiye'de ABD karşıtı görüşlerin duygusal temele dayanmadığını da bilir elbet!
Kaldı ki, İnönü gibi bir ulusal kahramanın düşürülmesi ve yerine ABD'ye 'evet' diyecek
bir başbakan adayının, ClA ajanlarınca aranması olayına karşı olmak, duygusallık diye mi
nitelenmeliydi? Yine İnönü, o tarihlerde açıklanmayan ama, açıklandığında toplumun genel
tepkisini çeken Johnson’un, o ulusal benliğimizi yaralayan mektubunu hemen (mektup
kamuoyuna açıklanmadan) Time Dergisi'ndeki bir demeci ile yanıtlamıştı.
"ABD'nin sorumluluğuna inanıyordum, bunun cezasını çekiyorum demektir... Batı
ittifakı yıkılır, yeni bir dünya kurulur, Türkiye bu dünyada yerini bulur." [7]
Bu sözler de mi duygusallık taşıyordu? İsmet Paşa ve duygusallık, öyle mi?..
Türkiye, ABD'nin gerçek yüzünü o zaman görmüştü. Görmüştü ve Türkiye'deki
Amerika artık kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştı... ABD işte buna izin vermezdi. General
Porter ve CIA'nin öteki ajanları aradıklarını buldular. Bu, Süleyman Demirel'di. 1965'lerden bu
yana, Türkiye'nin kaderi teslim edilmiş olan Demirel'i bulmuştu General Porter...
Ve işte 22 Ocak 1993 akşamı, Çekiç Güç'e, "Çıban Başı" diyen de bu Demirel'di.
Demirel'in ABD'nin buna benzer başka davranışlarına geçmişte de tepki gösterdiğini
sonradan öğrendik. Ve her tepkisinde de cezalandırıldığını... 12 Mart'lar ve 12 Eylül'ler de...
Demirel, işte bu deneylerden geçtiği için büyükelçilerle konuşmasından sonra söylüyordu bu
sözleri. Geç de olsa, gerçekleri ancak halka anlatarak, halkla birlikte umar aranacağının
bilinciyle... Biz en azından böyle yorumlamak istiyoruz. Bu yorumu haklı çıkaracak olaylar
vardır. Türkiye'nin Ortadoğu politikasında, Arap'larla ilişkilerin sıcaklaştırılması, O'nun
zamanında atılan adımlarla başlatılmıştır. U-2 casus uçaklarına karşı çıkması, haşhaş ekimi
konusundaki tutumu, koşullar gerektirdiğinde ABD'nin çıkarlarına karşı gelebileceği izlenimi
yaratmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül'lerdeki düşürülmesinde bu tutumlarının payı olduğu
kuşkusuzdur. Demirel, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye için büyük sakıncalar doğuracak konularda,
ABD'nin etkilerini geçiştirmeyi yeğleyen bir tutum izlemiştir. Prof. Dr. İdris Küçükömer, 15
Şubat 1970 tarihli Milliyet Gazetesindeki bir yazısında der ki: «Demirel, kendine özgü
deneyleriyle yeni bir denge kurmaya çalıştığında, emperyalizmin bazı sahalardaki oyunlarıyla
uyuşmaz bir pratiğe girmiştir. Şimdi Demirel'in ayağının altındaki toprak kaymaktadır.»
ABD oyunun, ancak kendi koyduğu kurallara göre oynanmasını ister. Kural Dışına
çıkan oyundan atılır. Demirel iki kez atılmıştır oyundan.
Başka olaylar da var, Türkiye-ABD ilişkileri tarihinde.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı sonunda ambargo ile cezalandırıldık. Ama halkımız o
tarihlerde, ABD varlığını her noktada tartışıyordu. 12 Mart Muhtırası'nın imzacılarından Org.
Tağmaç'ın deyimi ile; "Sosyal gelişme, ekonomik gelişmeyi geçmişti." Ve halk ABD yanlılarını
satılmış, kendine yabancı kişiler olarak görüyordu.
Ama nedendir bilinmez, toplumsal tartışmalar, toplumsal tepkiye dönüştü ve toplum
öteden beri içinde çırpındığı sağ-sol ayırımcılığına eklenen alevi-sünni ayrımlaşmasının
tepkileri ile altüst oldu. Ve olaylar, Türkiye'yi 12 Eylül kıskacına fırlattı.
Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, ABD'ye ne zaman karşı çıksak ya da etkisi
altındaki bir ülkede karşı çıkılsa, ABD, bu karşı çıkışa izin vermiyor ve o ülkeyi cezalandırıyor.
Çünkü ABD, dünyayı yönetirken statüko'nun bozulmasını istemiyor.
6 Metin Toker, agy. s. 211.
7 Milliyet Gazetesi, 14 Haziran 1964
Description:"Turkiye nasil 'oltadaki' oluyor? Bu ne bicim benzetmedir?.. Benzetme, kitabin yazari Emin Deger'in degil, butun dünyanin adinı bildigi bir Amerikali'nin, Nelson A. Rockefeller'in... ABD Baskani Eisenhower'a yazdigi bir mektupta Rockefeller, bu benzetmeye basvuruyor... Bilincsizligin kor gudusunde