Table Of ContentPegasus Yayınları: 226
Bestseller Roman: 63
STIEG LARSSON
EJDERHA DÖVMELİ KIZ
Özgün Adı:
MÂN SOM HATAR KVINNOR
THE GIRL WITH THE DRAGON TATTOO
GİRİŞ
1 KASIM CUMA
Her yıl olan şey yine olmuştu. Çiçeğin alıcısı şimdi seksen
ikinci yaşına basıyordu. Paketi açtı ve kağıtları toplayıp bir
kenara bıraktı. Ardından telefon ahizesini kaldırdı,
emekliliğinden sonra Siljan'a yerleşen cinayet masası
komiserinin telefon numarasını çevirdi. Bu iki adam yalnızca
aynı yıl değil, aynı günde de doğmuşlardı; birbirleriyle
bağlantıları göz önüne alındığında bu, hayatın bir cilvesi
olmalıydı. On bire doğru, postalar dağıtıldıktan sonra,
telefonun çalacağını bilen eski cinayet masası komiseri, sabah
kahvesini içerek bekliyordu. Ama telefon bu defa kez erken
bir saatte, on buçukta çaldı. Ahizeyi kaldırdı, kendini
tanıtmaya gerek duymadan "Merhaba!" dedi. "Yine geldi."
"Bu defa ne?"
"Türünü bilmiyorum. Araştırtacağım. Ama beyaz renkli bir
çiçek."
"Sanırım yine mesaj yok."
"Hayır, yalnızca çiçek. Çerçevesi geçen sene gönderilenle
aynı. Kendi kendinize monte edebildiğiniz şu ucuz
çerçevelerden." "Nereden postalanmış?" "Stockholm'den."
"Yazı tarzı?"
"Her zamanki gibi, büyük harflerle yazılmış. Düz ve şık
harfler."
Söylenecekler söylenmişti. İkisi de birkaç dakika sustular.
Emekli cinayet masası komiseri sırtını oturduğu sandalyeye
yaslayarak piposunu tüttürdü.
Artık ondan ne olayın çözülmesine yarayacak ne de olaya
yeni bir ışık tutacak keskin sorular sormasının beklenmediğini
biliyordu. O günler çok gerilerde kalmıştı. İki yaşlı adam
arasındaki telefon konuşması, dünyada başka hiç kimsenin bir
gıdım bile ilgilenmediği bir sır üzerine, bir çeşit ritüele
dönüşmüştü.
Latince adı Leptospermum (Myrtaceae) rubinetie idi. Süpürge
otununkilere benzeyen yeşil yaprakları, iki santim
uzunluğunda beş beyaz taç yapraklı çiçeğiyle sıradan, çalımsı
bir bitkiydi. Yaklaşık on iki santim uzunluğundaydı.
Kökeni Avustralya'nın çalılık ve dağlık bölgelerine
uzanıyordu. Gür çalıların arasında yetişen bu çiçeğe
Avustralya'da Desert Snoıu (Çöl Karı) deniliyordu.
Uppsala'daki botanik bahçesinde çalışan uzmanın raporuna
göre bu çiçek, sıradan bir çiçek değildi ve İsveç'te nadiren
yetiştirilebiliniyordu. Genellikle, Yeni Zelanda'da çok görülen
kuzeni Leptospermum scoparium'la karıştırılırdı. Uzmana
göre Rubinette'nin taç yapraklarının ucunda, ona pembemsi
bir hava veren mikroskobik pembe noktalar vardı.
İddiasız bir çiçekti. Hiçbir ticari değeri yoktu. Bilinen hiçbir
tıbbi özelliği olmadığı gibi kafa da buldurmuyordu. Ne
baharat olarak tüketilebilir ne de bitkisel boya üretiminde
kullanılabilirdi. Yalnızca Ayers Rock Irmağı'nın etrafındaki
bitki örtüsünü kutsal kabul eden Avustralya'nın yerli halkı
Aborjinler için anlamlı bir çiçekti. Bunun dışında çiçeğin
varlık nedeni, büyüleyici güzelliğiyle çevresini mest etmek
gibi görünüyordu.
Uppsalalı botanikçiye göre Avustralya'da bile az rastlanılan
bu çiçeğe, İskandinavya'da rastlamak olağanüstü bir şeydi.
Botanikçinin kendisi hiç rastlamamış ama sorduğu
arkadaşlarından, bu bitkinin Göteborg'daki bir bahçede
yetiştirilmeye çalışıldığını duymuştu. Öyleyse özel çiçek
hayranları ve amatör botanikçilerin kendi özel küçük
limonluklarında yetiştirdikleri de düşünülebilirdi. Yumuşak ve
kuru bir iklime ihtiyaç duyduğu için bu çiçeği İsveç'te
büyütmek çok zordu, kış aylarında kapalı bir yere
taşınmalıydı.
Kireçli toprak bu çiçeğe uygun değildi ve doğrudan
köklerinden sulanmalıydı. Kısacası bu çiçeği yetiştirmek
ustalık gerektiriyordu.
İsveç'te az rastlanılan bu çiçeğin, eldeki örneğinin nereden
geldiğini araştırmak teorik açıdan kolay görünse de pratik
olarak imkansızdı. Ne başvurulacak bir kayıt ne de araştırma
yapmak için izin vardı. Genel olarak kaç özel yetiştiricinin bu
zor yetiştirilir çiçekle uğraştığını hiç kimse bilmiyordu. Bir
kişiden yüzlerce kişiye kadar çiçeksever, tohumu yada
fidesini elde etmiş olabilirdi. Avrupa'nın herhangi bir
köşesindeki özel bir yetiştiriciden ya da botanik bahçesinden
alınması, hatta posta kanalıyla ısmarlanması da mümkündü.
Avustralya'ya yapılan bir seyahat esnasında alınmış da
olabilirdi. Küçük limonluklarında ya da oturma odalarının
pencerelerindeki saksılarda bu çiçeği yetiştiren binlerce
İsveçlinin arasında, yaşlı adama gönderilen çiçeğin izini
sürmek, tabiri caizse umutsuz bir çabaydı.
Yaşlı adama, doğum günü olan her 1 Kasım'da, pamukla
doldurulmuş posta paketleri içinde, bu tür egzotik çiçekler
postalanıyordu. Türleri her seferinde değişse de, hepsi de
güzel, eşi az bulunur çiçeklerdi. Kurutulmuş, bir suluboya
kağıdının üzerine özenle yapıştırılmış, camlanmış ve 29x16
santimetre çapında basit bir çerçeveyle çerçevelenmişlerdi.
Çiçeklerin bu tuhaf öyküsünü çok az sayıda insan biliyordu,
basına ya da kamuoyuna bu konuda hiçbir açıklama
yapılmamıştı. Her yıl hiç sekmeden gönderilen bu çiçekler,
otuz yıl önce birçok araştırmacının ilgisini çekmişti. Cinayet
masası laboratuvarmın uzmanları, parmak izi uzmanları, el
yazısı uzmanları ve özel dedektiflerin yanı sıra, çiçekleri alan
yaşlı adamın bir grup akraba ve arkadaş çevresi de bu çiçekler
üzerinde araştırma yapmışlardı. Ama şimdi bu dramın
yalnızca üç aktörü vardı; yaşlı bir doğum günü çocuğu,
emekli bir cinayet masası komiseri ve tabi ki hediyeyi
gönderen meçhul şahıs. İlk iki kişi artık saygı duyulacak bir
yaşa ulaştıkları ve o kaçınılmaz sona hazırlandıklarına göre,
bu işle ilgilenenlerin sayısı iyice azalacak demekti.
Emekli cinayet masası komiseri çok şey görüp geçirmişti.
Polislik mesleğindeki ilk işini hâlâ hatırlıyordu; zilzurna
sarhoş bir makinisti kendisine ve başkalarına zarar vermesine
fırsat vermeden yakalayıp kodese atmıştı. Meslek hayatı
boyunca kaçak avlananları, karısını dövenleri, dolandırıcıları,
araba hırsızlarını ve içkili araba kullananları içeri attırmış;
hırsızlar, soyguncular, içki kaçakçıları, tecavüzcüler ve bir de
dengesiz bir bombacıyla karşı karşıya gelmişti. Dokuz cinayet
soruşturmasına katılmıştı. Bunların beşinde, vicdan azabı
çeken katil er polisi arayarak karılarını, kardeşlerini ya da bir
yakınlarını öldürdüklerini kendileri itiraf etmişlerdi. İki
cinayet katillerin izi sürülerek birkaç gün içinde, biri de
cinayet masasının iki yıllık araştırmasının sonucu
çözülebilmişti.
Dokuzuncu cinayet yalnızca polis açısından çözülmüştü;
katilin kim olduğu biliniyordu ama delil er çok zayıf olduğu
için savcı davayı rafa kaldırmış, faili ceza almadan dava
zaman aşımına uğramıştı. Her şeye rağmen etkileyici bir
kariyeri vardı, üstesinden geldiği şeylere bakılırsa memnun
olmalıydı. Ama o memnun değildi.
Omuzlarında bir yük gibi duran Kurutulmuş Çiçek Davası
yıllardır içini kemirip duruyordu. Bu davaya, diğer hiçbir
davayla karşılaştırılamayacak kadar zaman harcamıştı ama
sonuç tam bir hüsrandı.
Durumun mantık dışı bir yanının olması da işin cabasıydı.
Meslek hayatında ve emekliliğinden sonra bu dava üzerine,
kelimenin tam anlamıyla binlerce kez düşünmüş ama bir
cinayet işlenip işlenmediğinden bile emin olamamıştı.
Bu iki yaşlı adam, kurutulmuş çiçekleri göndereninbunları
çerçevelerken eldiven kullandığını, ne camda ne de çerçevede
parmak izi bulamayacaklarını biliyorlardı. Göndericinin izini
sürmenin imkansız olduğunu öğrenmişlerdi artık. Çerçeveler
dünyanın dört bir tarafındaki milyonlarca fotoğrafçı ya da
kırtasiyecilerin herhangi birinden alınmış olunabilirdi. Yani
ortada sürülebilecek bir iz yoktu. Her paket değişik bir yerden
postalanıyordu. Çoğunun üzerinde Stockholm posta damgası
vardı.
Üç defa Londra'dan, iki defa Paris'ten, iki defa Kopenhag'dan,
bir kez Madrid'den, bir kez Bonn ve bir kez de -en ilginci
buydu- Florida Eyaleti'nin Pensacola şehrinden postalanmıştı.
Bu şehrin adını ilk defa duyan cinayet masası komiseri,
nerede olduğunu bulabilmek için atlasa başvurmak zorunda
kalmıştı.
Emekli komisere "hoşça kal" deyip telefonu kapatan seksen
iki yaşındaki doğum günü çocuğu, henüz adını bile bilmediği
güzel ama anlamsız Avustralya çiçeğine uzun süre baktı.
Sonra gözlerini yazı masasının arkasındaki duvara çevirdi.
Orada camlanıp çerçevelenmiş, ilk dört sırasında onar, en alt
sırada dört olmak üzere beş sıra kurutulmuş çiçek asılıydı. En
baştaki sıranın dokuzuncu çerçevesi boştu. Desert Snow kırk
dördüncü çiçek olarak duvardaki yerini aldı.
Bu defa daha önceki yıllardan farklı bir şey yaşandı. Yaşlı
adam birden bire ağlamaya başladı. Neredeyse kırk dört yıl
sonra ilk kez kapıldığı bu duygu patlamasına kendisi de
şaşıracaktı.
I. BÖLÜM
20 ARALIK CUMA
Mahkemenin nasıl sonuçlanacağı önceden belliydi;
söylenebilecek her şey söylenmişti. Ceza alacağından hiç
Description:41 ülkede rekor satış yapan kitaplarının başarısını göremeden 50 yaşında hayata veda eden İsveçli gazeteci Stieg Larsson'un zihne kazınacak sahneler, çarpıcı ve canlı karakterler, okurları adeta yerlerine çivileyecek sürükleyici bir kurgu ile her sayfasını ağır ağır ve d