Table Of ContentDERSİM
RAPORLARI
Faik Bulut
İNCELEME
Genişletilmiş Basım
DOĞA BASIN YAYIN
Dağıtım Ticaret Limited Şirketi
Tarlabaşı Blv. Kamerhatun Mah. Alhatun Sk. No: 25 Beyoğlu
/ İstanbul
T: 0212 255 25 46 F: 0212 255 25 87
www.evrenselbasim.com - [email protected]
Evrensel Basım Yayın 281
Kürt Tarihi ve Kültürü Dizisi 14
Dersim Raporları: Faik Bulut
Genel Kapak Tasarım: Savaş Çekiç
Kapak Uygulama: Devrim Koçlan
© Evrensel Basım Yayın 2005
Birinci Basım Haziran 2005
Dördüncü Basım Haziran 2011
DERSİM
RAPORLARI
İLK SUNUŞ
Basılan her kitap nihai fikirler içermez. Tarih, araştırma ve
inceleme konularında yazanlar bu kuralı iyi bilirler. Bitmemiş
kitap yeni belge, bulgu, veri ve fikirlerle baştan aşağı
değişebildiği gibi, özü korunarak genişleyip kapsamına
zenginlik katılabilir. On dört yıllık aradan sonra elinizdeki
incelemenin genişletilmiş üçüncü baskısı da böyledir. İlk iki
baskısı birbiri peşi sıra yapılan bu eserin, onca zaman sonra
tekrar basılabilmesi için “yeni bir malzemeye” ihtiyacı vardı.
Zira bu derlemeyi, içeriğine fazla aldırmaksızın 1991’de
demokratik mücadelenin bir parçası olarak; yasak ve tabulara
meydan okuyarak aceleyle hazırlamıştık. Kürt meselesi ve
Dersim olayının tabu olduğu bir dönemde, deyim yerindeyse
mayın temizleyicisi olma rolünü üstlendik. O tarihten bu yana
her iki mesele hakkında onlarca kitap, broşür, araştırma, anı,
bilgi ve belge yayınlandı. Öyle ki, özellikle Dersim olayı
enine boyuna irdelendi. Veri ve belgeler, neredeyse
birbirinden kopya edilircesine bir kitaptan diğerine aktarıldı.
Aşağı yukarı konuya ilişkin malzemeler, birbirinin benzeri
haline geldiler.
Bu derlemenin basılabilmesini gerekli kılan iki önemli belge
elimize geçti. Biri 1890-1900 yılları arasında bir Rus
istihbarat subayının Dersim’e ilişkin raporuydu. Diğeri de
dönemin bölge komutanı (Van, Muş, Bitlis, Elazığ ve Dersim)
Kazım Karabekir Paşa’nın Dersim aşiretleri üzerine
hazırladığı bilgi ve istihbarat notlarıydı. Kazım Karabekir’in
bu incelemesi ağır Osmanlıca bir dille kaleme alındığından;
günümüz Türkçesine sadeleştirerek çevirdik. Bu belgeyi,
başka bir yayınevinden çıkan benzeri ya da kopyasıyla
dil/anlam bakımından karşılaştırdık. Bizim çevirimiz ve
verdiğimiz anlamın daha doğru olduğuna inanıyoruz.
Başka bir yenilik ise; kitabın “Önsöz Yerine” başlığıyla
yazılan bölümünün neredeyse tümünün baştan aşağı gözden
geçirilmesi oldu. Sözgelimi dönemin Erzincan Valisi Ali
Kemali’nin “Erzincan” isimli incelemesinde ele aldığı
konuları doğrusu ve eğrisiyle cevaplarken, elimizin altında on
dört yıl öncesinin sınırlı malzemesi vardı. O tarihten bu yana
çok sayıda kaynak biriktirdik. Bu arada “Kürtlerin kökeni,
Zazaca-Kürtçe ilintisi, Dersim-Deylem” bağlantısı gibi
konulardaki eski bakış açımızı temelde korumakla birlikte,
yeni veriler ışığında bazı uç iddialarımıza çekidüzen vermek
durumunda kaldık ki, bilimsel anlayış ve yöntemin gereği de
budur. Tartışma ve polemikleri daha serinkanlı karşılayıp;
ikna olduğumuz veya olmadığımız konularda, kendi
gerekçelerimizin altını doldurmaya gayret ettik.
İslami yönelimli Yeni Nesil ve Yeni Asya gazetesi
çevresinden aldığımız uzunca bir bölümü, tümüyle kitaptan
çıkardık. Çünkü aklımızdan bile geçmeyen hukuksal bir
davayla karşı karşıya kaldık. O tarihte (1990), söz konusu
malzemenin yayınlanabilmesi için özellikle gazete
sorumlularından Bünyamin Ateş’le bizzat görüşerek gerekli
izni almıştık. Yazı dizisinin gerçek sahibi adını koymamıştı.
Kitabımız yayınlanıp kısa sürede iki baskı yapınca, daha
önemlisi hukuki açıdan DGM gibi mahkemelerde herhangi
bir dava açılmayınca; dizinin sahibi (Kürt kökenli ve Nurcu
meşrepli Muhammed) aniden ortaya çıkıp aleyhimize “telif
davası” açmıştı. Davacı, kitabın çok para ettiğini sanıp maddi
güdülerle mi hareket etmişti; yoksa, bizim kendi meşrebinden
olmadığımızı anlayarak siyasi gerekçeyle mi davayı açmıştı,
onu bilemiyorum! Kitaptan herhangi bir maddi beklentim
olmadığı gibi, gerçekten dişe dokunur bir telif ücreti de
alamadım. Benim derdim, “tabuları yıkmak için cezayı göze
alarak demokratik bir mücadeleyi başlatmaktan” başka bir şey
değildi. Söz konusu yazı dizisini kitabımda yayınlamam için
sözlü izin veren gazete sorumlusu Bünyamin Ateş, maalesef
siyasi bir tutumla (Nurcu arkadaşının aleyhinde olmamak
için) mahkemede tanıklık etmeyi kabul etmedi. O zaman
kitabı basan Yön Yayınevi yetkilileri, söz verdikleri yargı
sürecini izlemediler. Dolayısıyla “hukuki açıdan tazminat
ödemeye” mahkûm edilmiş oldum. Muhammed isimli Kürt
kökenli davalı veya avukatı, 28 Şubat 1997 tarihli postmodern
darbe (Refahyol Hükümeti’ne karşı) sırasında, İslamcı
gazetelere dava sonucunu vererek; “Faik Bulut, kitap
araklamış” türünden yalan haberlerin kaynağı oldu.
İlk iki baskıdan sonra, beni üzen bir şey daha yaşandı. Dersim
önderi Seyit Rıza’nın emirberi Ferhat Doğan’la uzun
söyleşiler yaptım. Yaşlı Ferhat amca, kitap baskı ve dağıtıma
girdikten sonra, gelip “Bana gel, söylediklerimin bir kısmını
yeniden düzeltip anlatayım” demez mi! Fakat kitabı
piyasadan toplayacak halimiz yok. Ancak yeniden basımda
düzeltebilirdik. Bunun üzerine kızan Ferhat Doğan,
yurtdışında kimi Dersimlilerin çıkardıkları bazı dergilere birer
açıklama göndererek, “Faik Bulut, benim anlattıklarımı tahrif
etti” mealinde iddialar öne sürdü. Doğrusu, söyleşi ve
derlemelerde, köylülerin zaman zaman köylerini, akraba,
kavim ve kabile efradını ön plana çıkardıkları; bazı olayları
tek boyutlu anlatıp, kendilerini dünyanın merkezine
koydukları her araştırmacının karşılaşabileceği şeylerdendir.
Bunu tahmin ederek, Ferhat Doğan’ın anlatımlarına
dokunmadan, belli yerlerine şerh (açıklama veya çekince)
koymakla yetindik. Ferhat Doğan’ın anlatımlarında neyin
doğru veya yanlış olduğuna bakmaksızın, hikâyesini eski
haliyle bastık. Zira bir daha karşılaşmadık; bize yapılan bu
itham karşısında, kendisine gitmeyi uygun görmedik. Yeniden
anlatacaklarının ne kadarının doğru veya yanlış olabileceğinin
hiçbir güvencesi yoktu. Yaşı ilerlemiş birinin yeni
anlatacaklarıyla her şey karma karışık hale gelebilirdi. Bu
yüzden eski anlatımla yetindim ki, okuyucu veya konunun
uzmanı, kendisi karar verebilsin. Şunu belirtmekle yetinelim:
Şimdiye kadar, maksatlı biçimde hiç kimsenin, can
düşmanımın ve en amansız fikirsel karşıtımın dahi görüşlerini
tahrif etme, çarpıtma yoluna gitmiş biri değilim. Yakından
tanıyanlar, bu kuralımı ve huyumu iyi bilirler.
Ferhat Doğan’ın sözlerinde, Alişer’in Ruslarla, özellikle Rus
Bolşevikleriyle temas ettiğine ilişkin değinmeler ve vurgular
vardı. Önceki baskılarda bu anlatıma dayanarak; Koçgiri Halk
Hareketi ve Dersim Direnişi önderlerinden Alişer Efendi’nin,
“Sovyetler Birliği’nin Bakû’da topladığı Doğu Halkları
Kurultayı’na (1920) katılmış ve Türkiye komünist hareketinin
önde gelen ismi Mustafa Suphi veya yoldaşlarıyla görüşmüş
olabileceği” ihtimaline ağırlık verdik. Aradan geçen sürede
yaptığımız araştırma ve çalışmalar, bizi, böyle bir sonuca
götürmedi. En iyimser deyimle, Alişer Efendi, 1917 Ekim
Devrimi’yle birlikte Rus birliklerinin çekilmesinin ardından
Ermeni komutan Murat Paşa’nın yönetiminde kalan
Erzincan’da, Rus ve Kafkas kökenli (Ermeni, Azeri, Gürcü
gibi) sosyalist ve bolşeviklerle temasa geçmiştir. Rusların
Askeri Karargâhı’nın bulunduğu Kafkas ülkelerine
(Gürcistan, Ermenistan gibi) gidip oradaki bazı sosyalistlerle
de buluşmuş olabilir. Fakat bundan ötesi yoktur, bilinmezdir.
Dolayısıyla, Ferhat Doğan’ın anlattıklarına dayanarak öne
sürdüğümüz “Alişer’in Rus Bolşevikler ve Türkiyeli
komünistlerle ilişkisi ihtimalini” abarttığımızı düşünüyoruz.
Bu ihtimal hakkında yazdığımız heyecanlı cümleleri, yeni
baskıdan çıkardık.
Resmi raporlarda sıkça geçen birkaç deyime açıklık getirmek
gerekiyor: Seyit, şeyh, dede, ağa, vs. Genelde İslam
literatüründe, özelde tasavvuf ve Alevi-Bektaşi geleneğinde,
seyyid ibaresi fazlasıyla geçer. Arapça “bey, efendi, sayın”
gibi anlamlarda kullanılan seyyid; soyu Muhammed
peygamberin kızı Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliğinden
doğan soya denilir. Hz. Hasan soyundan gelenlere, şerif
unvanı verilir. Hz. Hüseyin soyunu devam ettirenler ise
seyyid unvanını alageldiler. Tarihte siyasi nedenlerle
Ehlibeyt’ten olduğunu iddia edenlerin sayısı (Emevilerin bir
kısmı, Abbasiler, vs.) çoğalınca; Şii ve Aleviler, “Ehlibeyt”
kavramını Hz. Ali ve Hz. Fatıma evlatlarıyla sınırladılar.
Hatta Hasan’ı bile ihmal ederek, Hz. Hüseyin üzerinden
soyağacını dallanıp budaklandırdılar. İranlı Şiilere bakılırsa;
“Şehitlerin Efendisi (Seyid-ül Şüheda) Hz. Hüseyin, son
Sasani hükümdarı Yezdgird’in esir alınan kızı Şahbanu ile
evlenmiş; dolayısıyla İranlı seyitler, bu evlilik neticesinde
çoğalıp dört bir yana yayılmışlardır.” Rivayetten ibaret böyle
bir evliliği doğrulayan tarihi veriler bulunmuyor. Konuya
ilişkin iddialar bir hayli çelişkilidir. 20 Nisan 2005 tarihli
Sabah gazetesinde Dersim Hozat’taki bir cem ayinine katılan
muhabire anlatıldığına göre; “Seyitlik; iki kol üzerinden
yürümüştür. Bir kol; Hz. Hüseyin evladı Zeynelabidin
soyudur. İkinci kol ise İmam Rıza soyu üzerinden
yürümüştür.” Rivayete inanılırsa; “İmam Rıza, büyük dedesi
Hz. Ali’nin türbesini (veya kemiklerini) Afganistan’daki
Mezar-ı Şerif’e naklettirmiş; oradaki evlatları daha sonra
Horasan, Hazar Denizi kıyıları ve Kars üzerinden
Anadolu’ya, dolayısıyla Dersim’e kadar gelmiştir.” Bunları
kanıtlayacak tarihi veri ve bulgulardan yoksunuz. Ortada
bulgu, bilgi ve belge olmadığı için Abbasi, Selçuklu ve
Osmanlı zamanında seyit unvanı alabilmek için akla
gelmeyecek oyunlar düzenlenir; sahte şecere (soykütüğü)
düzenlenir; rüşvet karşılığında bu tür soyağaçları (hem de
Nakib-ül Eşraf denen yetkili kuruluş tarafından imzalı ve
mühürlü biçimde) alınıp satılırdı. Çünkü seyitlik mertebesi
elde etmenin maddi ve manevi avantajı pek fazlaydı.
Toplumda ve iktidar nezdinde itibar kazanmanın yanı sıra,
geleneğe göre hums (müridlerin gelirlerinin beşte birini),
uma, halyat veya hakullah alınırdı. Yönetimler, seyyidlere
hazineden mal mülk ve para verirlerdi. Onlar, askerlik gibi
hizmetlerden de muaftılar.
Kitabın akışı içinde seyyid sözcüğü birçok yerde farklı
yazılmıştır: “Seyyid, seyyit, seyit” gibi. Arapça esas alınırsa
doğrusu “seyyid” olan kelimeyi Türkçede yaygın haliyle,
“seyit” biçiminde yazdık. Dersim Alevileri arasında “şeyh”
unvanlı isim ve lakaplara rastlanır ki; bunu, Sünni gelenekteki
klasik “şeyh” ya da Kemalist literatürdeki “şıh” deyimiyle
karıştırmamak gerekir. Alevi/Kızılbaşlıkta “şeyh” daha çok
“ocak” kavramıyla bağlantılıdır. Yazı ve raporlarda sıkça
rastlanan “ağa” sözcüğü; geniş arazi ve toprakları olan feodal
ağa olmaktan ziyade, Dersimli aşiret reislerine verilen bir
Description:Dersim, isyanlarıyla bilinen bir Kürt bölgesidir. Yok sayma ve şiddet politikasını benimseyen gelenek, bir taraftan sürgünlerle, tenkil operasyonlarıyla Dersim halkını dizginlemeye çalışırken, diğer yandan onu geçmişinden, kökeninden, kültüründen, geleneklerinden, yarına devre