Table Of ContentJOHNBERGER
BULUŞTUĞYEURM UZ
BURASI
John Berger
BULUŞTUĞUMUZ YER
BURASI
John Berger 1926'da Londra'da doğdu. İngilizce ya-
zan en etkili sanat eleştirmenlerinden biri olan Ber-
ger, ayrıca senaryo yazarı, romancı ve belgesel yazarı
olarak da tanınıyor.
Metis Yayınları yazarın klasikleşmiş yapıtı Görme
Biçimleri'nin (1986) yanı sıra, Picasso'nun Başarısı
ve Başarısızlığı (1988), Düğüne (1997), Alain Tanner
ile birlikte yazdığı 2000 Yılında 25 Yaşına Basacak
Olan Yunus (1997), Görünüre Dair Küçük Bir Teoriye
Doğru Adımlar (1999), Fotokopiler (1999) ve Kral
(2001) adlı kitaplarıyla, özellikle görsellik üzerine de-
nemelerini bir araya getiren O Ana Adanmış (1988)
adlı seçkisini yayımlamıştır.
Metis Yayınları
İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul
Tel: 212 2454696 Faks: 212 2454519
e-posta: [email protected]
www.metiskitap.com
Metis Edebiyat
BULUŞTUĞUMUZ YER
BURASI
John Berger
İngilizce Basımı: Here is Where We Meet,
Bloomsbury, 2005
© John Berger, 2005
© Metis Yayınları, 2005
İlk Basım: Kısım 2006
İkinci Basım: Şubat 2008
Yayın Yönetmeni:
Müge Gürsoy Sökmen
Kitapta yer alan öykülerden "Lizbon", "Krakow" ve
"81/2" Cevat Çapan; "Ölülerin Hatırladıkları Kadarıyla
Bazı Meyveler" ve "Madrid" Gönül Çapan; "Cenev-
re", "Islington", "Le Pont d'Arc" ve "Szum ve Ching"
Müge Gürsoy Sökmen tarafından çevrilmiştir.
Kapak Resmi:
John Berger
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:
Metis Yayıncılık Ltd.
Baskı ve Cilt:
Yaylacık Matbaacılık Ltd.
Fatih Sanayi Sitesi No: 12/197-203
Topkapı, İstanbul Tel: 212 5678003
ISBN-13: 978-975-342-590-2
John Berger
BULUŞTUĞUMUZ YER
BURASI
Çevirenler:
CEVAT ÇAPAN
GÖNÜL ÇAPAN
MÜGE GÜRSOY SÖKMEN
Chloe
Lucy
Dimitri
Melina
Olek ve
Maciek
için
İçindekiler
1.Lizbon
07
2. Cenevre
60
3.Krakow
75
4. Ölülerin Hatırladıkları Kadarıyla
Bazı Meyveler
100
5.Islington
106
6. Le Pont d'Arc
124
7.Madrid
136
8.Szum ve Ching
151
81/2
222
1
Lizbon
Lizbon'daki bir meydanın merkezinde Luzitanya (yani
Portekiz) servisi denen bir ağaç var. Dalları göğe doğru
değil de, dışa doğru, yatay olarak gelişecek şekilde yetişti-
rildiği için, çapı yirmi metre uzunluğunda, su geçirmez
dev gibi bir şemsiye oluşturuyor. Yüz kişi kolayca sığına-
bilir bu şemsiyenin altına. Ağacın boğum boğum kütlesel
gövdesinin çevresinde daire biçiminde düzenlenmiş metal
çubuklar taşıyor dalları; ağaç en az iki yüz yaşında. Ağa-
cın yanında da üzerine geçenlerin okuması için bir şiir ya-
zılmış, resmi bir ilan tahtası var.
Durup çözmeye çalıştım şiirin bir-iki dizesini:
... Ben senin çapanın sapıyım, evinin kapısıyım, beşi-
ğinin de, tabutunun da tahtasıyım...
Meydanın başka bir yerinde tavuklar bakımsız otların
arasındaki solucanları gagalıyorlardı. Masaların başına
oturmuş adamlar da sueca oynuyorlar, seçtikleri kâğıtları
bilgelik ve uysallık karışımı bir ifadeyle masaya bırakıyor-
lardı.
7
Burada kazanmak sessiz bir hazdı.
Mayıs sonunda hava sıcaktı — belki de 28°C. Bir-iki
hafta içinde, bir anlamda Tagus'un karşı kıyısında başlayan
Afrika, uzaktan da olsa varlığını belli ölçüde duyuracaktı.
Şemsiyeli yaşlı bir kadın parktaki banklardan birinde hiç
kımıldamadan oturuyordu. Hareketsizliğinde dikkatleri üs-
tüne çekmek isteyen bir hava vardı. Orada parktaki bankta
otururken varlığını fark ettirmeye kararlı görünüyordu. Ba-
vullu bir adam her gün verdiği bir randevuya gidercesine
meydanı uçtan uca geçti. Daha sonra kucağında küçük bir
köpekle, köpeği de kendisi gibi üzgün görünüşlü bir kadın,
Avenida da Liberdade'ye doğru yürüdü. Banktaki yaşlı ka-
dın gösterişçi hareketsizliğini hâlâ sürdürüyordu. Acaba ki-
min görmesini istiyordu bu hareketsizliği?
Birden, ben kendime bu soruyu sorarken, kadın ayağa
kalktı, dönüp şemsiyesini bir baston gibi kullanarak bana
doğru gelmeye başladı.
Yüzünü görmeden çok önce tanıdım bu yürüyüşü. Gi-
deceği yere bir an önce varıp oturmayı düşünen birinin yü-
rüyüşüydü bu. Gelen annemdi.
Bazen düşlerimde annemle babamın oturdukları eve tele-
fon edip aktarma yapacağım aracı kaçırdığım için geç kala-
cağımı kendilerine bildirir ya da bu bilgiyi bir başkasına
iletmelerini isterdim. O anda olmam gereken yerde olmadı-
ğım konusunda uyarırdım onları. Söylediklerimin ayrıntı-
ları düşten düşe değişirdi, ama onlara söylemem gereken
şeyin özü hep aynıydı. Aynı olan başka bir şey de adres def-
8
terimin yanımda olmayışı ve onların telefon numaralarını
hatırlamak istememe ve birçok numarayı çevirmeyi dene-
meme karşın doğru numarayı bir türlü bulamayışımdı. Bu
da gerçek hayatımda onların yirmi yıl boyunca oturdukları
ve benim bir zamanlar ezbere bildiğim numarayı unutmuş
olmamla bağlantılıydı. Ne var ki, benim düşlerimde asıl
unuttuğum şey onların ölmüş olduklarıydı. Babam yirmi
beş yıl önce öldü, annem de ondan on yıl sonra.
Meydanda buluşunca annem koluma girdi, ikimiz de anla-
şarak karşı sokağa geçtik ve yavaş yavaş Mâe d'Agua'nın
başına doğru yürüdük.
Bak John, unutmaman gereken bir şey var — çok unut-
kansın. Bilmen gereken şey şu: ölüler gömüldükleri yerde
kalmazlar.
Annem konuşmaya başladığında, bana doğru bakmadı.
Büyük bir dikkatle birkaç metre önümüze bakıyor, ayağı-
nın bir şeye takılmasından korkuyordu.
Cennetten söz etmiyorum. Cennete bir diyeceğim yok,
ama ben başka bir şeyden söz ediyorum!
Sustu, sanki ağzındaki kelimelerden birinin kıkırdağı
varmış da, yutulmadan önce biraz daha çiğnenmesi gereki-
yormuş gibi ağzındakini çiğnedi. Sonra devam etti:
Ölüler öldükleri zaman Yeryüzü'nde nerede yaşamayı
sürdürmek istediklerini seçebilirler, yeter ki Yeryüzü'nde
kalmaya karar versinler.
Yaşarken mutlu oldukları bir yere mi dönerler demek
istiyorsun?
9
O anda merdivenin başına gelmiştik, annem sol eliyle
merdivenin parmaklığına tutundu.
Sen her şeyin yanıtını bildiğini sanıyorsun, her zaman
öyleydin sen. Oysa babanı daha çok dinlesen iyi olurdu.
Birçok şeyin yanıtını biliyordu o. Bugün bunu daha iyi
anlıyorum.
Merdivenden üç basamak indik.
Sevgili babanın birçok konuda kuşkuları vardı, bu yüz-
den her zaman onun arkasında durmam gerekiyordu.
Sırtını sıvazlamak için mi?
Biraz da onun için, evet.
Dört basamak daha indik. Annem elini tırabzandan çek-
ti.
Ölüler kalmak istedikleri yeri nasıl seçiyorlar?
Annem karşılık vermedi, bunun yerine eteğini toplayıp
merdivenin bir alt basamağına oturdu.
Ben Lizbon'u seçtim! Sanki çok bilinen bir şeyi söyler-
miş gibi söyledi bunu.
Buraya hiç gelmiş miydin −duraksadım, geçmişle şim-
diki zaman arasındaki ayrımı daha çarpıcı göstermekten
çekiniyordum− daha önce?
Gene sorumu duymazdan geldi. Sana daha önce söyle-
mediğim bir şeyi öğrenmek istiyorsan, ya da unuttuğun bir
şey varsa, bunları bana sormanın zamanı da, yeri de bura-
sı, dedi.
Bana o kadar az şey anlattın ki, dedim.
Herkes bir şey anlatabilir! Anlat! Anlat! Ben başka bir
şey yaptım. İşaret edercesine uzaklara, Tagus'un karşı kı-
yısına, Afrika'ya doğru baktı. Hayır, daha önce buraya hiç
gelmedim. Başka bir şey yaptım dedim ya sana.
10