Table Of ContentS
A
L
 SALÂH BİRSEL
H
B
İ
R
S
E
L BİR ZAVALLI
B
İR
SARI AT
Z
A
V
A
L
L
I
S
A
R
I
A
T
Ç
A
Ğ
D
A
Ş
Y
A
Y
IN
L
A
R
I
(
Ş
2. Bası Ocak 1998
Kapak:
Erkal Yavi
Dizgi-Baskı:
Yenigün Haber Ajansı
Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Türkocağı Cad. 39/41 (34334)Cağaloğlu-tstanbul
Yayımlayan:
Çağ Pazarlama, Gazete, Dergi, Kitap Basın ve Yayın A.Ş.
Türkocağı Cad. 39/41(34334) Cağaloğlu-lstanbul
Tel:514 0196
SALÂH BİRSEL
BİR ZAVALLI
SARI AT
ÇAĞDAŞ YAYINLARI
İD o l (hex£^ üerw rne,Uci
_ MüvmeJerı — ~f~
BİR ZAVALLI SARI AT
Bu yaz yeniden Plutarkhos’u okudum.
Bir alışkanlığımdır bu: Her yıl onun bir iki yaşamöyküsüne el
atmadan yapamam.
Yunanlıyı bilirsiniz, yazılarında çekemezliğe yorulabilecek en u-
fak bir gölgeyi barındırmaz. Hele, kolay kolay yaratılamayacak ya
pıtları yerin dibine çalmaya hiç mi hiç yanaşmaz. Bu gibi züppelik
lere bayağılık gözüyle bakar ve onları sofistlere, safsatacılara yani tan
dır başında bağ dikenlere bırakır.
Yunanlı uslup oyunlarına da yüz vermez.
Anlattığı kişilerin yaşamlarında yer alan her olaya da kulak as
maz. Durursa, onların davranışlarını, ruh çalkantılarını ortaya çıka
ran olaylar üzerinde durur. Tutumunu hurdanüvisçilere bağışlatmak
için de ikide bir: “Biz tarih kitabı yazmıyoruz, insanların yaşamları
nı anlatıyoruz” der.
Şu var ki, kişilerinde tüy-tüs bırakmayan, onların yüzüne kara
çalan kimi tarihçilerin yazdıklarına da bütünlük arka dönmez. Ne ya
par yapar topunun ağzını bağlar. Bunu biraz da savruk ve bilisiz sa
yılmamak için yapar. Ama yine de cavalacivoz olayları umurlamayıp
kendi bildiğinde direnir.
Yunanlının -sonradan Roma yurttaşı da olmuştur- kendi ağır top
5
lan da vardır. Bunlar çokluk tarihçilerin ıskaladıktan şeylerdir ki o
günlerden kalma kimi yaşlılann belleklerinde ya da kimi anı kitapla-
nnda bol bol rastlanabilir.
Tannlar, yiğitler adına dikilen anıtlar da Yunanlının astarlık be
zidir. Bunlara bir de kararnameleri eklersek yaşamöyküleriniıı bütün
kaynaklannı ortaya dökmüş oluruz.
Bu kez Demosthenes’in yaşamöyküsünü de, ikinci kez okudum.
Ben ötedenberi Atinalı söylevcinin sanat için ibret göstermesine, sa
nat yolunda türlü çilelere katlanmasına şaşkın-şapalak kalınm.
Hazret, göğsünü genişletmek, sesini padişah davulu gibi köpürt
mek, el-kol kıpırtılarına çeki-düzen vermek, söz sanatını yükseklere
çıkarmak, söylevlerine gıcır katmak için kendini durmadan sıkılara
sokar. Bu konuda onunla yarışacak kişilerin sayısı pek düşüktür. On
da beğendiğim bir yan da vıdıvıdılara kulak tutmayıp yürüdüğü yol
da bıkkınlık ve usanç göstermemesidir. Yeraltında kazdırdığı üç met
re yükseklikteki değirmi odaya hemen hemen her gün inerek söz ve
davranış talimleri yapması onun yaman bir istem adamı olduğunu gös
terir.
Söylevcimiz, beden ve gönül isteklerinin aklını çelmemesi için
her çareye başvurmaktan da geri kalmaz. İrade dizginlerinin elinden
kaymaya başladığını sezinlediği an, başının yansını kazıtır. Öyle
yarı dazlak insanlann önüne çıkamayacağı için de iki ay, bilemedi
niz üç ay, saçlan yeniden bitinceye değin, kendini gizli yuvasında
tutar.
Meclis’te söylev atacağı günün arifesinde de sabahlamayı pek se
ver. Tan sökerken, işe giden ilk işçinin ayak sesini duyduğu vakit de
gecenin bitmiş olmasına büyük hayıflar dağıtır. Nedir, kötü gönüllü
ler -MakedonyalI söylevci Pytheas bunların arasında başı çeker- o-
nun söylevlerinin lamba fitili koktuğunu söylemekten çekinmeye
ceklerdir. Hoş gelişler ola, Yunanlının karşılığı hazırdır:
— Sizin lambanızla benim lambam aynı şeyleri aydınlatmıyor.
Bu yaz bir de alto saksofoncu Charlie Parker’in yaşamöyküsü-
6
nü okudum. O da sanata çile gözüyle bakıyor ve sanat uğrunda yeni
lerek yıkılmaya ses çıkarmıyordun
Charlie Parker’in Yaşamı adını taşıyan kitabın öbür yaşamöykü-
lerinden ayrılan yanı şu ki, yazar (Ross Rüssell) bu iş için kitaplara
başvurmamış, onu kendi yaşammdan çıkarmıştır. Çünkü Russell’in
bütün yaşamı cazcılar arasında geçmiştir. Üstelik Hazret, caz lafı geç
tikçe, her vakit Yahudi sıtmasına tutulur.
Kitap, neşeli payton.
Orda caz dünyasının başkanlanndan, kontlarından, aslanlarından
tutun da en kıtipyozlanna kadar herkesi bulursunuz. Biz oradan ilk,
piyanist Art Tatum’u çıkaralım ki, müzisyenlerin çalışma yöntemle
ri üzerinde ilk yalımı da parlatalım.
Piyanistimiz doğuştan dandin (yan kör) olduğu halde bunun açı
ğa vurulmasından hoşlanmaz. Seans aralannda, bir dolapta sakladı
ğı viskisine ulaşmak için mutfağa giderken kendisine yardıma koşan-
lan elinin tersiyle kovar. Bunu bilen garsonlar da yolundan çekilirler.
Biz başkasının yalancısıyız, Tattım biraz daha kokorozlu gözüyle be
yaz tuşlan karalanndan, aydınlığı karanlıktan ayırabiliyor, insanlann,
eşyalann, kapılann kaba görünüşlerini seçebiliyordun Kısacası, ken
di gecesinde yaşayan biridir. Charlie Parker onu Harlem’de Jimmy’nin
Chicken Shack lokantasında -Charlie o vakitler orada bulaşıkçıdır-,
piyanosunun başında ilk gördüğü gün solmuş bir karanfile benzetmiş
tir. Tatum, viskinin etkisiyle, taburede çuval gibi oturuyordur, başı da
semazenler gibi yana kaymıştır.
Çalgı çalarken Tatum’un akıl tasına bin bir bulgu düşer.
En sevdiği şey de çaldığı parçanın aralarına bilinen melodiler so
kuşturmaktır. Kuş ya da Yavru Kuş adıyla alınan Charlie Parken iler
deki yıllarda onun bu yanını anımsamaktan geri kalmayacaktır. Ta
tum’un Charlie’yi selam kavislerine yatıran bir özelliği de zaman za
man çaldığı parçanın temposunu hızlandırmasıdır.
Olayların bilgisini karartmadan şunu da söyleyelim ki, kara göz
lüklerini gözlerinden hiç çıkarmayan ve de her gittiği yere yanında
7
bir de radarcı ayı görünümü taşıyan piyanist Thelonius Monk da Ta-
tum’un çabasını güder. O da semazendir. Başını her vakit yana çar
pıtır. Yalnız çenesi yukarı bakar.
Monk, odasının tavanına büyükten büyük bir ayna da yerleştir
miştir. Küçük kuyruklusunun başında aklının yansı çaldıklannda ise,
yansı da aynada yansıyan tuşlar, teller ve çekiçlerdedir. Pide gibi par-
maklanyla piyanoyu geleneksel ilkelere pek bağlanmadan tıngırda
tır. Kimi zaman 12 notayı birden yayına sokar. Bunun için de baş par-
maklanyla iki tuşa birden vurur. Elde edilebilecek tüm uyumlann çe
şitli bileşkilerini yakalamak yolunda kendini özel musiki labirentle
rine salıvermekten korkmaz. Russell’e göre onun yoğun ve zengin ez
gileri de vardır. Ama aralarına büyük soluklar da sokuşturur. Onlara
öyle bir kaftan giydirir ki parçanın hophoplamasına alışılmamış bir
tat katar. Onlar, Kenny Clarke’ın davulda yaptığı gibi, olağanüstü bir
swing’ten de yoksun bırakılmaz. Monk, delikanlılığında zencilerin
Gospel törenlerinde çok çaldığı için müziği dinsel bir nitelik de taşır.
Şimdi şimdi yazımızın mostrasını biraz daha ortaya çıkaralım.
1941 yılında Monk, davulcu Kenny Clarke’la, New York’ta, 52.
Sokak’ta, Henry Minton’un Playhouse gece kulübünce be-bop akı
mına adlarım altın çekiçle çakarlarken bir gece genç bir alto saksocu
ile tanışırlar. Delikanlı çalgısına Lester Young’tan iki ez daha hızlı üf-
lüyordur. Üstündeki giysi partal mı partaldır. Gömleği de bumburu
şuktur. Yaşamı tehlikede imişcesine -Russell’ın bir gözlemidir bu-
chorus (*) üzerine chonıs döktürüyordun Çaldığı parçaların dokunak
lı bir tınlılığı da vardır. Ses perdeleri ise tertemizdir. Delikanlının ça-
laklığına ise diyecek yoktur. Bütün bunlar yepyeni bir çalış biçimini,
gıcır gıcır bir uslubu haber veriyordun
Bu rafadan delikanlı, bizim yukardan beri kendisine yeşil ışık
yaktığımız Charlie ParkerVJen başkası değildir. Kenny Clarke daha ilk
(*) Chorus: Motifleri uyuşturan uyumlann kişisel bir biçimde çalınması.
8
notalarda onun büyük bir papaz olduğuna varmıştır. Yıllarca sonra o-
nun için şöyle diyecektir:
— Yavru Kuş, hiç işitmediğimiz şeyler çalıyordu. Benim davul
da bulduğum ritm şemalarım işliyordu. Lester’den de iki kat daha ba
şarılıydı. Özellikle Lester’ in hiç ayak basmadığı bir uyum evrinini di
le getiriyordu. Charlie gerçi bizim yolumuzdaydı ama, bizden önce
çok yol almıştı.
Monk ise o günleri şöyle anlatır:
— Minton’daki çalgıcılar çok kısa zamanda Parker’in üstünlü
ğünü kabul ettiler. Onda, kendisinin bile daha bilincine varamadığı
bir yaratıcı deha buluyorlardı.
Ey okur, bizim burda be-bop denilen müzik önünde dudak bü
küp gitmeyeceğimizi bilirsin.
Be-bop’çılar yüreklerinin sesine kulak vererek çalan sanatçılar
dır. Yeni bir uslup ardından koşmayı pek düşünmüyorlardır. Ama so
nunda bu çalışmalardan yepyeni bir biçem doğacaktır. J. E. Berendt’e
göre be-bop denilen şey aynı noktaya yönelik, birbirinden habersiz
çırpınışların bir sonucudur.
Be-bop sözcüğü de kendi kendine fırlamıştır. O yılların müziği
ne bop-bop-bop diye tempo tutarken kişilik kazanmıştır. Be-bop’un
ortalarda salınmasından az önce Flatted Fifth’e -be-bop’çılarm göz
de ezgilerinden biri- iyi tınlamadığı için, bozuk bir uyum gözüyle ba
kılıyordun Onlara ancak geçişlerde ses çıkarılmıyordun Bir de yirmi
li yıllarda Duke Ellington ile Aslan Willie Smith’in çaldığı Flatted
Fifth’ler hoşgörü ile karşılanıyordun
Ne ki be-bop’çılar ortaya çıkar çıkmaz bu ezgi de her yerlerde
boy satmaya başlan Be-bop’ın sinirli, çalak bir yürüyüşü vardır. Bö
lük pörçük tümcelere de çokça yer verilin Nedir, be-bop’ın -ona ki
mi zaman rebop da denir- başlıca özelliği kafadan çalman (improvi
sation) parçalardadır. Bu işin ustası da Parker’dir. Bu delibaş yarat
maları notaya geçirmek gerektiğinde de Dizzy Gillespie ağırlığını
koyacaktır.
9
Diz, daha 1939’da düzenlemeler yapmaya başlamıştır. O zaman
lar bunları Woody Herman, Jim Dorsey ve tna Ray Hutton’a satıyor
dun Unutmadan, Diz’in trompeti de caz tarihinin en yumuşak trom
petidir. Tümceleri ise kusursuz mu kusursuzdur.
Diz, ilk yetişme yıllarında swing biçemine vurulmuştur. Taptığı
çalgıcıların başında da Roy Eldridge bulunuyordun Onun gibi çalma
ya çalışıyorsa da bir türlü üstesinden gelemiyordur. Sonunda başka
bir şeyi denemeyi düşünün Bu da onu be-bop’ın içine atıverir. Billy
Eckstine onun gerçek bir tilki olduğunu söyleyecektin Pek belli ol
muyorsa da, başkalarının çaldıklarına dört kulak kesilir. Geceleri evin
de de onları bir bir tiftikler, kendine yarayacak şeyleri bulup ayırır.
Parker’le Diz’in karşılaşması da Savoy dans salonunda olmuş
tur.
1941 yılıdır bu.
Parker salonda Jay Mac Shann’in orkestrasında alto çalıyordun
Orkestraya 1937 sonlamda Kansas City’de girmiştir. 4 yıldır da Shann
ile birliktedir. îşte orkestra bgün de New York’ta, Harlem’dedir. Par
ker kulakları tırmalayan bir ezgi yuvarlamıştır ki Diz de salona giri
şini yapmış ve doğru Shann’e giderek orkestraya katılmak için izin
istemiştin İşte o akşamdan sonra Diz’le Yavru Kuş uzun yıllar birbir
lerinden ayrılmamışlardır. 1943’te ikisi de Earl Hines’in orkestrasın-
dadır. Bir ara ikisi birden 52. Sokak’taki bir combo’yu (küçük orkest
ra) da yönetirler, ilk ortak plaklarını da 1944’te doldururlar.
Ne var, daha oralara kadar uzanmayalım. 1941 yılında olduğu
muza göre yine Minton’a gidelim. Parker de artık Jay Mac Shann’den
ayrılacak ve burada sık sık görünmeye başlayacaktır. Minton’da boy
gösteren sanatçılar arasında piyanist Tadd Dameron, yine piyanist Bud
Powell, kontrbasçı Nick Fenton, trompeti Joe Guy ve kitaracı Chris
tian da vardır. Bu sonuncusu Diz gibi Swing’in içinden çıkıp gelmiş
tir. Be-bop’ın hem gerisinde, hem de önündedir.
Minton’da Parker’le Diz yeniden karşılaşırlar. Gerçekte Diz, bü
yük orkestralara vurgundur. 1945’te ilk kendi büyük orkestrasını ku-
i
!',y
Description:yın, kapının üstündeki anahtarı da iki kez döndürür. Yarım saat .. rak öldürüyor, South Sokağı'nda zar atan Slats, Büyük Leonard'ı gö rünce: “Ben