Table Of ContentAgatha Christie
 
 
Kahverengi Elbiseli Adam
 
 
 
Altın Kitaplar Yayınevi
Tarama: Kitappiri
Düzenleme: ORXXAN
Giriş
Paris'te büyük heyecan yaratan Rus balerin Nadina, kendini
coşkulu  alkışların  ve  tezahüratın  büyüsüne  kaptırarak  tekrar
tekrar  eğilip  selam  verdi.  Çekik  siyah  gözleri  daha  da
kısılmış,  ince  uzun  kırmızı  dudakları  hoş  bir  gülümsemeyle
yukarı doğru kıvrılmıştı. Perde kırmızı mavi ve mor renklerin
hâkim  olduğu  gösterişli  dekor'u  hışırdayarak  kapatırken
Fransız  seyirci  hâlâ  büyük  bir  coşkuyla  hayranlığım  dile
getiriyordu.  Balerin  adeta  dans  eden  mavi  ve  oranj  tüllerin
arasından  geçip  sahneden  ayrıldı.  Kuliste  sakallı  bir  adam
tarafından heyecanla kucaklandı. Bu adam, onun menajeriydi.
"Muhteşemdin, petite muhteşem!" diye haykırdı adam. "Bu
akşam  kendini  bile  aştın."  Ve  onu  içtenlikle  iki  yanağından
öptü.
Madam  Nadina  böylesi  coşkulara,  tezahüratlara  alışkındı.
Pek  fazla  önemsemeden  doğruca  soyunma  odasına  geçti.
Odanın  her  tarafı  hayranları  tarafından  gönderilmiş  buketler
ve çiçek sepetleriyle doluydu, askılarda ise her biri bir tasarım
harikası  sayılabilecek  muhteşem  giysiler  asılıydı.  Odaya
rahatsız  edici  şekilde  çiçek  ve  parfüm  kokusu  hâkimdi.
Madamın  oda  hizmetçisi  Jeanne,  hanıma  övgü  dolu
sözcüklerle  yaklaştı.  Ancak  kapının  çalınması  bu  övgü  dolu
sözleri yarıda kesti. Kapıyı açan Jeanne elinde bir kartvizitle
geri  döndü.  "Madamla  görüşmek  isteyen  biri  var,  acaba
görüşmek ister miydiniz?"
"Bir bakayım."
Balerin kayıtsız bir tavırla kartvizite uzandı. Ancak kartın
üstündeki  "Kont  Sergius  Paulovitch"  ismini  gördüğü  anda
gözlerinde  bir  merak  parıltısı  belirdi.  "Onunla  görüşmek
isterim.  Jeanne  lütfen,  hemen  sarı  peignoir'umu  ver.  Haydi,
çabuk ol! Kont gelince de ortadan kaybol!"
"Bienp madam."
Jeanne, peignoir'u getirdi, bu; sarı şifondan yapılmış, beyaz
sansar kürklü nefis bir sabahlıktı. Nadina sabahlığı giydi ve
kendi  kendine  mutlulukla  gülümsedi.  Bu  arada  ince  uzun
beyaz eliyle sabırsızlık içinde tuvalet masasının cam yüzeyine
vuruyordu.
Kont  kendisine  tanınan  bu  ayrıcalığa  tam  zamanında
gelerek  karşılık  verdi;  orta  boylu,  çok  ince,  zarif,  soluk
benizli, son derece bitkin görünen biriydi. Eğer kendine özgü
tuhaf davranış biçimi dikkate alınmayacak olsa, insanın kısa
bir  ayrılığın  ardından  bile  çok  zor  anımsayacağı  sıradan  bir
tipti.  Abartılı  bir  nezaketle  eğilerek  balerinin  elini  öptü.
"Gerçekten çok naziksiniz madam."
Jeanne kapıyı kapatıp odadan çıkmadan önce konuşmanın
ancak  bu  kadarını  duyabilmişti.  Misafiriyle  yalnız  kalan
Nadina'nın yüzündeki gülümseme hemen değişti.
"Her  ne  kadar  aynı  milletten  olsak  da  sanırım  Rusça
konuşmamıza gerek yok," dedi.
Misafiri bu öneriyi memnuniyetle kabul etti. "Her ikimiz de
Rusça bilmediğimize göre zaten en doğrusu bu."
İngilizce  konuşmaya  karar  verdiler.  Dışarıdan  kontun
konuşmasını duyan biri onun İngiliz olduğunu düşünürdü. Ne
de  olsa  o  Londra'daki  bir  müzikholde  oyuncu  adayı  olarak
başlamıştı hayatına.
"Bu geceki gösteriniz muhteşemdi," dedi. "Tebrikler."
Kadın, "Hep aynı şey," dedi. "Mutlu değilim. Durumum hiç
iyi  değil.  Savaş  sırasındaki  kuşkular  asla  silinmedi.  Sürekli
izleniyor ve rapor ediliyorum."
"Ama  casuslukla  suçlanmanız  gibi  bir  durum  asla  söz
konusu olmadı, değil mi?"
"Şef, planlarını böyle bir durumla karşılaşılmayacak kadar
ustalıkla  yapar."  Kont  gülümseyerek,  "Albay'ın  çok  yaşa,"
diye  mırıldandı.  "Ne  ilginç  değil  mi,  emekliye  ayrılmayı
düşünüyormuş? Emekli olmak! Aynen bir doktor, kasap ya da
marangoz gibi... "
Nadina,  kontun  sözlerini,  "Ya  da  bir  işadamı  gibi,"  diye
tamamladı.  "Buna  hiç  şaşırmamak  gerek.  'Albay'  zaten  her
zaman  farklıydı,  kusursuz  bir  işadamıydı.  Bir  işadamının
fabrikada  yapılacak  işleri  planladığı  gibi  o  da  bir  cinayetin
nasıl  olması  gerektiğini  planlar.  Kendisini  olayın  dışında
tutacak şekilde bir dizi başarılı darbe planlar ve uygular, bu
arada  onun  'mesleği'  olarak  da  tanımlayabileceğimiz
yeteneklerini  ustalıkla  kullanırdı.  Mücevher  hırsızlığı,
hükümet  darbesi,  casusluk,  (savaş  döneminde  oldukça
gündemdeydi)  sabotaj,  faili  meçhul  cinayetler,  neredeyse
yapmadığı,  yapamadığı  şey  yoktu.  Ama  en  önemlisi,  ne
zaman durması gerektiğini her zaman bilir. Oyun tehlikeli bir
hal  mi  aldı,  hemen  ustalıkla  geri  çekilmeyi  bilirdi,  hem  de
büyük bir servetle!" Kont bundan kuşku duyduğunu belirten
bir  tavırla,  "Hımm,"  dedi.  "Ama  bu  bizim  açımızdan  çok
riskli, yıpratıcı bir durum. Bıçak sırtında yaşıyoruz."
"Ama karşılığını da aldık, hem de çok cömertçe."
Nadina'nın  ses  tonundaki  alaycılık  adamın  onu  sert
bakışlarla  süzmesine  neden  oldu.  Nadina  kendi  kendine
gülümsüyor, bu da kontun merakını daha da artırıyordu. Yine
de diplomatça davranmayı yeğledi.
"Evet,  Albay  ödemelerde  her  zaman  çok  cömert
davranmıştır.  Bence  başarısında  da  bunun  çok  büyük  payı
vardı,  her  planına  uygun  bir  günah  keçisi  daima
bulundururdu. Çok zekiydi, hiç kuşkusuz çok zekiydi. Gerçek
bir dâhi! Ve çok güzel bir yaşam felsefesi vardı: 'Eğer bir şeyi
güvenle yapmak istiyorsan asla kendin yapma!' Şu halimize
bak,  hepimiz  onun  emrindeyiz  ve  boğazımıza  kadar  suça
batmış durumdayız, ama hiçbirimizin elinde onunla ilgili bir
şey  yok."  Bir  süre  konuşmadı,  kadının  kendisine  itiraz
etmesini  bekler  gibiydi.  Ancak  Nadina  sessiz  kalmayı  ve
önceden  olduğu  gibi  gülümsemeye  devam  etti.  "Aramızdan
hiçbiri," diye ekledi kont. "Tabii senin dışında! Aslında kimse
onun batıl inançları olduğunu bilmez. Sanırım yıllar önce bir
falcıya  gitmiş,  hani  şu  gelecekle  ilgili  tahminlerde  bulunan
kadınlardan  birine.  Kadın,  ona  başarılarla  dolu  bir  ömür
süreceğini ancak bu başarılı sürecin bir kadın yüzünden altüst
olacağını söylemiş."
Kont nihayet Nadina'nın ilgisini çekmeyi başarmıştı. Kadın
dikkatlice dinliyordu.
"Tuhaf, çok tuhaf!" diye mırıldandı. "Bir kadın yüzünden
mi demiştiniz?" Adam güldü ve omuzlarını silkti.
"Hiç  kuşkusuz...  neyse  şimdilerde  bu  işten  çekilmeyi
düşündüğüne  göre,  belki  de  evlenecektir.  Servetini  kısa
zamanda tüketecek genç sosyetik bir güzelle." Nadina başını
salladı.
"Hayır,  hayır,  bu  doğru  olamaz.  Hemen  yarın  Londra'ya
gitmeliyim."
"Peki ya buradaki bağlantılarınız?"
"Buradan  yalnızca  bir  tek  gece  için  ayrılacağım.  Aynen
kraliyet  ailesine  mensup  kişilerin  yaptığı  gibi  kılık
değiştireceğim. Hiç kimse Fransa'dan ayrıldığımı bilmeyecek.
Neden gideceğimi biliyor musunuz?"
"Herhalde  yılın  bu  mevsiminde  zevk  için  gidecek
değilsiniz. Ocak Londra'da çok sisli ve kötü geçen bir aydır.
Bu yolculuğa çıkıyorsanız, bundan bir beklentiniz olmalı."
"Kesinlikle."  Ayağa  kalktı  ve  zarafeti  elden  bırakmadan
küstahça  bir  gururla  adamın  hemen  karşısına  dikildi.  "Biraz
önce  şefle  bir  alıp  vereceğimiz  olmadığını  söylemiştiniz,"
dedi.  "Bunda  yanılıyorsunuz.  Benim  var.  Bir  kadın  olarak
onun  karşısına  çıkabilecek  cesarete...  aynı  zamanda  zekâya.
Evet, bunun için cesarete ihtiyaç var ve ben de ona sahibim.
De Beers elmaslarını anımsıyor musunuz?"
"Elbette anımsıyorum. Olay savaş başlamadan hemen önce,
Kimberley'de olmuştu, değil mi? O konuyla bir ilgim olmadı,
ayrıntıları  da  asla  öğrenemedim.  Her  nedense  olay  hemen
örtbas edilmişti, değil mi? İyi bir iş olmalı!"
"Taşlar  yüz  bin  sterlin  değerindeydiler.  O  olaya  yalnızca
ikimiz  karışmıştık,  Albay'ın  planına  göre  öyle  olması
gerekiyordu.  Plan;  çalınan  De  Beers  elmaslarının  o  sıralar
Kimberley'de  bulunan  iki  genç  madencinin  Güney
Amerika'dan getirdikleri elmas örnekleriyle değiştirilmesiydi.
Başarıyla da uygulandı. Tabii olayın ardından tüm şüpheler de
onların üzerinde toplandı." Kont hayranlıkla, "Çok zekice bir
plan," dedi.
"Bilirsiniz,  Albay  her  zaman  çok  zekiydi  ve  her  zaman
kusursuz, dâhice planlar yapar. Neyse, ben de o arada üzerime
düşeni  yaptım,  ama  bu  arada  Albay'ın  öngörmediği  bir  şey
daha yaptım. Güney Amerika'dan getirilen taşlardan birkaçını
sakladım. Bunlardan birkaç tanesi eşsiz parçalardı ve kolayca
De  Beers'le  ilgisi  olmadığı  kanıtlanabilirdi.  Bu  elmaslar
bende  olduğu  sürece,  çok  değerli  şefimiz  avucumun  içinde
demektir.  Eğer  bu  iki  madenci  temize  çıkarlarsa  bütün
şüpheler  Albay'ın  üzerinde  toplanır.  Bunca  yıl  hiç
konuşmadım, hep sustum, ona karşı elimde silahım olduğunu
bilmek beni rahatlatıyordu. Ama şimdi durum değişti. Payımı
istiyorum ve bu pay hiç de küçük olmayacak rahatlıkla dudak
uçuklatacak kadar büyük bir miktar olacağını söyleyebilirim."
Kont,  "Olağanüstü!"  dedi.  "Hiç  kuşkusuz  bu  elmasları
nereye giderseniz yanınızda götürüyorsunuzdur."
Meraklı gözlerle odayı inceledi.
Nadina hafifçe güldü.
"Yanılıyorsunuz,  o  kadar  da  aptal  değilim.  Elmaslar  hiç
kimsenin aklına gelmeyecek çok güvenli bir yerde."
"Sizin zekânızdan asla kuşku duymadım, saygıdeğer bayan,
ama  izin  verirseniz  size  bu  konuda  biraz  aptallık  ettiğinizi
söylemek  durumundayım.  Sizin  de  çok  iyi  bildiğiniz  gibi
Albay hafife alınabilecek, şantaj yapılacak biri değil." Nadina
güldü.
"Ondan korkmuyorum. Korktuğum bir tek kişi vardı... o da
öldü."
Kont, onu meraklı bakışlarla süzdü.
"Öyleyse umut edelim de yeniden dirilmesin."
Balerin panik içinde, "Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu.
Kont şaşırmış gibi görünüyordu.
"Yalnızca  yeniden  ortaya  çıkmasının,  dirilmesinin  sizin
açınızdan  korkunç  bir  şey  olacağını  söylemek  istemiştim,"
diye mırıldandı. "Aptalca bir şaka işte!" Nadina rahatlayarak
derin bir soluk aldı.
"Oh  hayır,  öldüğünden  eminim.  Savaşta  öldü.  O  bir
zamanlar...  sevdiğim  adamdı."  Kont  kayıtsız  bir  tavırla,
"Güney  Afrika'dayken  mi?"  diye  sordu.  "Evet,  mademki
sordunuz evet. Güney Afrika'dayken."
"Orası sizin anavatanınızdı, değil mi?"
Nadina  başını  sallayarak  onayladı.  Kont  ayağa  kalktı  ve
şapkasına  uzandı.  "Neyse,"  dedi.  "Ne  yapmanız  gerektiğini
siz  daha  iyi  bilirsiniz.  Ama  sizin  yerinizde  olsam  geçmişte
kalmış  ölü  bir  âşıktan  çok  'Albay'dan'  korkardım.  O  ne
yapacağı  önceden  kestirilecek  ve  küçümsenebilecek  biri
değil." Nadina alaycı bir tavırla güldü.
"Sanki  onu  bunca  yıldan  sonra  hiç  tanımıyormuşum  gibi
konuşuyorsunuz."
Kont  yumuşak  bir  ses  tonuyla,  "Acaba?  Tanıdığınız
konusunda  ciddi  kuşkularım  var,"  dedi.  "Cidden  tam  olarak
tanıdığınızı sanmıyorum."
Description:Anne Beddingfeld, babasını kaybettikten sonra Londra’da yaşamaya karar verir. Ve günün birinde, içinde her zaman var olan macera tutkusu, Hyde Park’ın köşesindeki metro istasyonunda yaşadığı bir olayla canlanır. İstasyondaki bir adam rayların üstüne düşerek ölmüştür. Ama