Table Of ContentAldous Huxley
ADA
ÇEVİREN: Seniha Akar
Yol Yayınları
Aldous Huxley (1894-1963), Darwin’in başlıca
destekçisi, ünlü evrimci biyolog Thomas Henry
Huxley’in torunu, gene ünlü biyolog Sir Julian Huxley’in
kardeşi ve ünlü şair ve eleştirmen Matthew Arnold’un
yeğenidir. Babası Leonard Huxley Cornhill dergisinin
sahibi ve yöneticisiydi.
Huxley Eton’da öğrenciyken gözleri son derece bozuldu,
yarı kör durumuna düştü. Yaşamı boyunca görmek için
savaş vermek zorunda kaldı. Sonuç: Herkesden daha iyi
görmeyi, herkesin göremediklerini de görmeyi başardı.
İlk çıkardığı kitaplar şiir kitaplarıydı. 1921’de
yayımladığı ‘Krom Sarısı’ (Crome Yellow) adlı
romanı, onu üne kavuşturdu. Ama asıl ününü ‘Yeni
Dünya’ (Brave New World) adlı gelecekçi yergi
romanına borçludur.
1919’da Belçikalı Maria Nys’le evlendi. 1920’li yılların
büyük bölümünü İtalya’da geçirdikten sonra 1930’larda
Güney Fransa’ya yerleşti. 1937’de ikliminin gözlerine iyi
geleceği inancıyla Kaliforniya’ya göçtü ve ölünceye kadar
da orada yaşadı. 1955’de karısı Maria Nys’in ölümünden
bir yıl sonra konser kemancısı ve ruhçözümcü Laura
Archera’yla evlendi.
1940'lardan başlayarak giderek Doğu felsefeleri ve Doğu
gizemciliğine ilgi duymağa başladı, ölmeden bir yıl önce
yazdığı bu kitaptan, bir yaşam boyu sürdürdüğü
arayışını, ‘Zen Budizm’de noktaladığını anlıyoruz.
ALDOUS HUXLEY
ADA
© yol yayınları
Çeviren: SENİHA AKAR
Sunuş Yazısı: AKŞİT GÖKTÜRK
Dizgi Baskı: Doğuş Matbaası
Baskı Tarihi: Temmuz 1983
Kapak Baskı: Tem Ofset Matbaası
Ahmet Güngören P.K. 30 YeşilköyİST.
Tel.: 573 08 19573 85 10 Florya Otlukbeli Sok. 26
Çevirinin Yayın hakkı © Seniha Akar / Yol Yayınlan
1983
Çemberlitaş Piyerloti Cad. Peykhane Sok. Kamer Han.
No. 19.
Tel.: 576 54 69577 15 98 Topkapı, Maltepe örnek Han
8/4.
.
SUNUŞ
Aldous Huxley (1894-1963), son romanı Ada’nın
(lsland) yayımlandığı 1962 yılına değin bir karşı-
ütopyalar yazarı olarak bilinir daha çok. 1932 yılında
yayımladığı Yeni Dünya (Brave New World), dünyaya
bilimin egemen olmasıyla insan mutluluğunun
kesinlikle sağlanabileceği varsayımından yola çıkar.
Bu varsayımı Huxley, yirminci yüzyıl İngiliz yazınında
ütopya romancılarının öncüsü olan, özgürlükçü H.G.
Wells’ten (1866-1946) aktarır gibidir. Gerçekte
Wells’tir, bilimin insan mutluluğuna götürecek tek yol
olduğuna kesinlikle inanan. Bu inanç çizgisinde Huxley
Yeni Dünya’da bilimin, insan mutluluğunu doğum
öncesinden başlayarak adım adım örgütleyebileceğini
anlatır. Bu ilke üzerine kurulmuş bir dünya devleti
sunar bize. Ancak, böyle tepeden düzenlenmiş bir
toplumsal mutluluk, yetmez kimi bireylere sonunda.
H.G. Wells’in iyimser varsayımı, insan geleceği
konusunda kötümser bir kuşkuya bırakır yerini
Huxley’in romanında. Yeni Dünya’dan otuz yıl sonra
yayımlanan Ada'da çizilen düş ülkede ise toplumun
bireyleri, mutluluğa bilimsel bir güdümle koşullanmış
değildir. Mutluluğun, alabildiğine özgürlüğe
dayandığı, gerçek bir güzel yeni dünyadır, Huxley’in
son romanında bize sunduğu. Gerçi onun bilime olan
büyük inancı gene sürmektedir. Ancak, İkinci Dünya
Savaşı ile ardından gelen soğuk savaş dalgasını, zorba
yöneticiler elinde bilimin insanlığın yıkımına nasıl araç
edilebileceğini, dünya nüfusunun hızla artışını,
toplumları saran tüketim tutkusunu, insanın
teknolojiye gözünü bile kırpmaksızın köle oluşunu, kitle
iletişim araçlarıyla güdülen sürü-ulusları, bireyleri
gözü dönmüş bir kazanç tutkusuyla sürüklenen sözde
çağdaş toplumları, gitgide güdükleşen özgür insan
yaratıcılığını, umutsuzluk içinde yıllar boyu izlemiş bir
adamdır Ada’yı yazdığı zaman.
Bu umutsuzluğu güzel bir umuda dönüştürmeyi bilir
Huxley. Çağımızın bir bilgesi, bir büyük öğretmenidir o
çünkü. Her bilge kişi gibi, her öğretmen gibi iyimserdir
eninde sonunda, insanoğluna güveni her zaman bütün
olan bir iyimser. Geleceğe dönük bu güzel umudu,
çağımızın bir başka ünlü bilgesiyle, Bertrand Russell'la
(1872-1970) paylaşması ilginçtir. Russell, Ada’nın
yayınlanışından bir yıl önce çağımızın toplumsal
sapıklıklarına, özellikle nükleer silahlanma çılgınlığına
karşı yazdığı İnsanlığın Yarını (Has Man a Future?)
adlı yapıtının sonunda: «Düşüncenin alabildiğine dal
budak saldığı, umudun hiçbir zaman gölgelenmediği,
soylu bir davranışın şu ya da bu paçavra amaç uğruna
alçaklık diye cezalandırılmadığı, ışıl ışıl bir sevinç
dünyası kafamda canlanıyor,» diyordu. Huxley, bu ışıl
ışıl dünyayı çizer sanki Ada’da. Düşüncenin
alabildiğine özgür olduğu, umudun gölgelenmediği,
insan yetenekleri ile yaratıcılığın hiçbir engelle
karşılaşmadığı bir düzeni yansıtır Huxley’in çizdiği
Pala toplumu.
Endonezya takımadaları yöresinde, gerçek haritaların
yazmadığı bir düşsel adadır Pala. Dağlık bir adadır,
komşu ada Rendang’dan da bir deniz boğazıyla ayrılır.
Zengin petrol, altın, bakır yatakları vardır. Ancak
ülkenin gereksinmesi oranında kullanılır bu yeraltı
zenginlikleri, yabancı kumpanyalarla hiçbir işbirliğine,
uluslararası büyük kazanç yöntemlerine girişilmez.
Adadaki örnek toplum düzeni, bir İskoçyalı hekim ile
eski Raca’nın çabaları sonucu gerçekleşmiştir. Temel
ilke, ada halkına elden geldiğince özgür, mutlu bir
yaşam sağlamaktır. Bu amaçla, Batı dünyasının
bilimiyle tekniği Uzakdoğu’nun yaşama bilgeliği ile
kaynaştırılmıştır. Pala’lılar doğuştan barışçı, ordusuz,
silahsız bir ulusturlar. Ülkede cezaevleri yoktur, basın
tekelleri yoktur.
Pala toplumunda en önemli kurumlardan biri
eğitimdir. Ülkenin okullarında gençlere değişik bilgi
alanlarının amaçları, kavramları, ortak bir insanlık
ülküsüne temellendirilerek öğretilir. Çevrenin
korunması, gençlerin eğitiminde üzerinde durulan
önemli bir konu, ahlâkın da temelidir, insanın ancak,
anlayabildiği, sevebildiği bir dünyada, bir doğal
çevrede mutlu olabileceği inancındadır Pala’lılar.
Başkentteki üniversitede toplumbilim ile
karşılaştırmalı dinbilime büyük önem verilir. Ama
yalnız kuramsal bilgiler öğrenmekle kalmaz Pala’lı
gençler. Özümlenmemiş, yasama uygulanmamış ezber
bilginin ancak acıların kaynağı olacağı bilindiğinden
on altı ile yirmi dört yas arasında Pala’lı genç,
okuldaki eğitimi yanısıra bir de işte çalışır, emeği
tanır, somut yapıcılık becerisi kazanır.
Ada’nın çocuklarının tümü, dört beş yaşındayken,
ruhsal bedensel sınamalardan geçirilir. Eğitimi güç ya
da sapkın eğilimli olanlar seçilir, bunların sağaltımı
için önlemler alınır. Pala ilkelerine göre suç işleme
eğilimi de, insan gövdesindeki salgıların bir
bozukluğundan doğar, bu nedenle cezayı değil,
iyileştirilmeyi gerektirir. Çağdaş davranışbilimi
araştırmalarının bütün sonuçları uygulanır Pala’da.
Sözgelimi, zorba eğilimli bireyler, bu sayrıl tutkudan
kurtulsunlar diye, gövdeyi zorlayacak ağır işlere
koşulur. Yakın topluluk ilişkisini de gerektirecek
işlerdir bunlar: odun kesme, maden işçiliği, denizcilik
gibi. Kimi durumlarda da hipnozla sağaltılır böyleleri.
Sinir ya da yürek sayrılıkları yok denecek orandadır.
Dengeli pir beslenmenin, sağlıklı bir cinsel düzenin
sonucudur bu. Ailelerinin geçmişinde kalıtımsal
sayrılıklar olan ana babalar, yapay dölleme ile sağlıklı
çocuk sahibi olabilirler. On beş yünü aileden oluşan
büyük aile öbekleri içinde çocuklar istedikleri çifti anne
baba seçebilir, istedikleri an başka bir anne babaya
gidebilirler. Böylece çocukların ezilmesi önlenir.
Pala toplumu Budist bir toplumdur. Ancak Pala’daki
Budizm, soyut, karanlık gizemlerle korkularla dolu,
anlaşılmaz bir din değildir. Bireylere, yaşadıkları
dünyanın ötesinde bir soyut Nirvana'yı değil, yaşanan
gerçek dünyanın enikonu benimsenmesi gerekliliğini
öğretir. Dinsel eğitimin temeli, gerçek duyu
deneyleridir. İnsanın beş duyusunun bütün algı
verileri, onun kendi beninin tutsaklığından
kurtulmasına yardım ederler Pala inancına göre. Bu
inancın savsözü ise: Tattvam asi (Sen O’sun,)
tümcesidir. İnsanın gündelik yaşamına uygulanan çok
değişik yoga türleri vardır Pala’da. Bunlardan en
önemlisi, bir sevişme yogasıdır. Kişi, gövdesini her
öğesiyle denetleyebildiği an, sevişme mutluluğa
dönüşür ancak. Sevişme ediminin doruğundaki
coşkuyu, bütün insan yaşamının sürekli mutluluğu
durumuna getirmektir amaç. Gene Russell’ın, daha
önce İnsanlığın Yarını'nda dile getirmiş olduğu bir
özlemdir bu: «İnsanlar arasındaki ilişkiler de sevi
şiirlerinin güzelliğine erişebilir. Kadın erkek
sevişmesinde birçok kimsece arasıra tadılır bu olanak.
Böyle dar sınırlar içinde kalmasına da hiçbir neden
yoktur. ‘Koral Senfoni’deki gibi bütün evreni
kucaklayabilir. Bu, insan gücü dışında bir şey
değildir.» Bireysel mutluluğun coşkusunu özgürlük
içinde büyüterek topluma maletmektedir Pala’da
yaşama ülküsü.
En önemli dinsel törenlerden biri, «mokşa» törenidir.
Bu tören ülkenin büyük tapınağında gençlerin
katılmasıyla yapılır... Etkili bir duyarlık uyarıcısıdır
«mokşa» ilacı. Bilinci büyütür, beynin etkinliğini
arttırır, bilinçdışının kavranışını olanaklı kılar.
Dağlarda yetişen bir tür mantardan elde edilen
«mokşa» ilacına Pala’lılar «gerçeği gösteren» de
derler. «Mokşa» ilacı alan kişi, cennetin cehennemin
ötesine ulaşan görsel bir kavrayışla, Budizm’deki
«boşluğun parlak ışığı»na varır. Kişinin kendi
beninden kurtulması için bir eğitim, bir yoldur
«mokşa» ilacı.
Ülkenin gençleri, koca bir alanda Buda ile Tanrı’nın
korkuluk biçiminde yapılmış dev kuklalarıyla
istedikleri gibi oynar, eğlenirler. Bununla onlara,
bütün tanrıların insanlarca yaratılmış, güçlerini de
insanlara borçlu oldukları, öğretilmek istenir.
Tanrı’dan olsun, insandan olsun, tepeden inme hiçbir
buyruğa körü körüne uymaz Pala yurttaşı. Kendi
özgür bilinciyle istencinin benimseyeceği yolda
davranır.
Pala yurttaşı üç dil konuşulur: Sanskritçe, Palaca,
İngilizce. Sanskritçe dinsel amaçlar için kullanılır.
Pala’nın İskoçyalı kurucusunun ülkeye soktuğu
İngilizce ise bilim ile alım satımın dilidir. Palaca özel
ilişkiler düzleminde kullanılır: Sevişme edimiyle ilgili
çok zengin bir sözcük dağarcığı vardır. Ülkede, sevişme
töresine büyük önem verildiği için, Pala’da basılmış ilk
İngilizce yapıtlar da Binbir Gece Masalları ile Diamant
Sutra çevirileridir.
Bir sevgi, barış, güzellik, umut toplumudur Pala.
Çağımızın, sonsuz kazanç tutkusuna dayalı yarış
toplumlarından, korkunun yönettiği sürü-
toplumlardan ayrıdır bu nitelikleriyle. Bu nitelikleri
yüzünden kötülükle çalkanan dünya denizleri
ortasında tutunamaz iyiliğin güzelliğin adası. Pala’nın
yıkımı, en yakın komşusundan gelir. Zorbalıkla gözü
dönmüş, budala bir genç raca, komşu ada
Rendang’dan saldırıya geçer. Pala’nın zengin petrol
yataklarına, madenlerine göz dikmiştir, bütün dünya
zorbaları gibi. Pala’nın sokaklarında zırhlı düşman
araçları ilerlerken, saldırgan diktatör, gene
dünyamızın kanıksanmış zorbalarını andırarak, büyük
gelecekten, zenginlikten, petrolden, gerçek ruhtan dem
vuran coşkulu söylevler çeker. Pala’nın güzel aydınlığı,
dünyanın çirkin karanlığına gömülmüştür. Ama
güzelliğin tohumu karanlıkta yokolmamıştır. Oradan
oraya uçan papağanlar, kendilerine Pala’da öğretilmiş
olan bir sözcüğü bağrışır dururlar: «Karuna.
Karuna.» Sevecenlik anlamına gelir bu sözcük.