Table Of Contentilmî ve akademik araştırma dergisi
26 [2010/2], s. 179-207
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini
İbn Arabî Perspektifinden Yorumlaması
Üzerine*
Kerim KARA**
Özet
Bu makale, XVII. yüzyılın sûfîlerinden Karabâş-ı Velî’nin, İbn Arabî perspek-
tifi içinde Arap alfâbesinin ilk dört harfinden çıkardığı mânâlar üzerinde dur-
maktadır. Karabâş-ı Velî bu yaklaşımlarıyla sûfî nazarında Allah, kâinât, insan
ve Kur’ân arasındaki alâkayı ortaya koymaya çalışmıştır. Bu noktada ele aldığı
temel argüman, tasavvuf kitaplarında hadîs-i kudsî olarak nakledilen “Küntü
kenz…” hikmetidir. Bu sözdeki her ifâdeyi, elifbânın ilk dört harfiyle irtibat-
landırmış, her irtibâtın da önce varlık alanında merâtib-i vücûdla, sonra değer
alanında tasavvufî mertebeler olan şerîat, tarîkat, mârifet ve hakîkatla irtibâtını
kurmuştur. Böylelikle müellif harflerden hareketle hem varlık düşüncesini or-
taya koymuş, hem de bu varoluş durumu içerisinde insanın ahlâkî yükselişinin
temellerini aramıştır. Müellife göre insanın yükselişini sağlayan bilgi, ilâhî isim
ve sıfatların kendi varlığında tam olarak tahakkuk ettirilmesiyle elde edilebil-
mekte ve bu usûl yardımıyla varlık, bilgi ve değer üçlüsünün insanda tam bir
tevhîdi hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Harf/hurûf, elif, be, te, se, lâhût, ceberût, melekût, insan-ı
kâmil.
Abstract
On Karabâş-ı Velî’s Interpretation of the First Four letters of the Ara-
bic Alphabet through Ibn Arabi’s Perspective
This article deal with the meanings that Karabâş-ı Velî deduced from the First
Four letters of the Arabic Alphabet in the light of Ibn Arabi’s Perspective. By
this approach, Karabâş-ı Velî tries to present the relationship between Allah,
universe, human beings, and Qur’an in the eyes of the Sufis. His main argu-
ment is the wisdom of “Kuntu kanz … (I was a treasure)” reported as a sacred
* Yrd. Doç. Dr. Kerim Kara’nın bu makalesi dergimizin 25. sayısında (Prof. Dr. Mustafa
Tahralı’ya Armağan) yayımlanmak üzere tarafımıza yollanmıştı. Hakemlerin düzeltmeleri
doğrultusunda makale tehir edilmişti. Bu tehir merhuma bildirilmiş, gereken düzeltmeleri
yapıp 26. sayımıza yeniden yollaması istenmişti. Kerim Kara’nın 26 Temmuz 2010 tarihinde
Karabük’te geçirdiği elîm bir trafik kazasında hayatını kaybetmesi üzerine, makalenin tadili
arkadaşlarından Doç. Dr. Zafer Erginli’ye düşmüş ve gereken ilâve ve tashihler yapılmıştır.
Merhûm Kerim Kara’ya Allah’tan rahmetler diler, makalenin düzeltilmesinde ve yeniden inşâ
edilmesinde yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Zafer Erginli’ye teşekkürlerimizi sunarız.
(Editör: Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz).
** Merhûm, Yrd. Doç. Dr., Karabük Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi.
Kerim KARA
narration in the Sufi literature. He correlates every word of this tradition with
the first four letters of the Arabic alphabet. He then shows the connection of
every correlation with the stations of the body in the world of existence and
then with the Sufi stations of shari’ah, sufi path (tariqa), knowledge of Allah
(ma’rifah), and the Truth (haqiqah) in the world of values. Thus the author not
only offers his view about existence by means of the letters of the alphabet
but also looks for the foundations of people’s moral ascendance in this state
of existence. According to the author, the knowledge which ascends human
beings can be achieved by realization of Divine attributes and names in their
own existence, and the aim is a complete unification of the trinity of existence,
knowledge, and value by means of this method.
Keywords: Letter/letters, aleef, ba, ta, tha, divinity (lahut), God’s Majesty and
dominion (Jabarrot), God’s spiritual kingdom (malakot), perfect man.
Giriş
Harflerin gizli mânâlar taşıdığı anlayışı, tarih boyunca pek çok sırrî ha-
reket tarafından kabûl görmüştür. Bu anlayışa İslâm felsefî ve tasavvufî
düşünceleri içerisinde de bu anlayışa rastlanmaktadır. Tasavvuf düşünce-
sinin zirve ismi İbn Arabî’den itibâren bu anlayışın ivme kazandığı görül-
mektedir. Zaman zaman bu anlayışa sâhip olanlar arasında bazı sapkın
görüşlerin yayıldığı da bilinmektedir.
Harflerin özel anlamlar taşıdığı anlayışı Osmanlı düşüncesinde de kar-
şılığını bulmuştur. Karabâş-ı Velî de bu örneklerden biridir. Bu çalışmanın
temel konusunu Karabâş-ı Velî’nin elifbâdaki ilk dört harfe İbn Arabî pers-
pektifi çerçevesinde verdiği mânâların yorumlanması oluşturmaktadır.
Karabâş-ı Velî’nin bu harflerden her birini en üstten aşağı doğru vahdet-i
vücûd anlayışındaki varlık mertebeleriyle ve insanın bu mertebelere göre
olan durumuyla irtibatlı olarak ele aldığı görülecektir. Bu görüşün de
Allah-insan-âlem arasındaki birlik ve benzerlikle ilişkisi olduğu açıktır.
Ancak bu benzerliklerin harflere nasıl yansıdığı konusuna girmeden önce
özellikle harf kavramı ve harf sembolizminin tarihi üzerinde durmak ya-
rarlı olacaktır.
Harf, Arapça bir kelime olup başlı başına bir mânâya delâlet etmeyen
şey; bir lisanda kelimeleri teşkil eden alfâbe işâretlerinin her biri demek-
tir. Çoğulu hurûf ve ahruftur.1 Kelimenin kökü olan harefe fiili, sözlükte
1 bk. İsmail Durmuş, “Harf”, DİA, c. XVI, s. 158. Harflerin daha çok şekil ve ses özellikleri
çerçevesinde Kur’ân ilimlerindeki kullanımı için bk. Mehmet Ali Sarı, “Harf”, DİA, c. XVI, s.
163-165. Kelimenin dilimizde de aynı anlamda kullanıldığı bilinmektedir. bk. Kadrî Hüseyin
Kâzım, Türk Lügati, c. II, İstanbul: Devlet Mat., 1928, s. 511.
180
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini İbn Arabî Perspektifinden Yorumlaması Üzerine
bir yana çevirmek, bir cihete meylettirmek anlamına gelir. Çoğulu hiref
şeklinde gelen harf kelimesi ise her şeyin yanı, ucu, kenârı, sivri ucu, da-
ğın tepesinde sivri doruk; çelimsiz ince yapılı deve; su yolu; kelime; lehçe,
ağız, lûgat; yön, yöntem anlamlarına gelmektedir.2 Harfin değişik bâblara
ve berâberindeki edatlara göre tahrif de dâhil olmak üzere daha birçok
anlamı vardır. Kur’ân’ı Kerîm’de “İnsanlardan öylesi vardır ki Allah’a şüphe
içersinde, kalbi mutmain olmadan kulluk eder” [Hac, 22/11] âyetinde olduğu
gibi şüphe anlamında kullanıldığı olmuş; “Kelimeye yerinden değiştirip bo-
zarlar” [Nisâ, 5/46] âyetinde olduğu gibi bozmak, değiştirmek anlamında
da kullanılmıştır.3
1. Harflere Gizli Mânâlar Vermenin Tarihçesine Toplu Bir Bakış
Harflerin yazı âleti olarak kullanılmalarının hâricinde kendi başlarına
bâtınî anlamlar da ihtivâ ettiği yönünde çok eski zamanlardan beri sürege-
len inançlar vardır. Harflerin bâtınî mânâlar içerdiği ve gizli bir takım güç-
lere sâhip olduğu inancının Eski Mısır, Yakındoğu ve Hint uygarlıklarıyla,
daha sonra Yahûdilik ve Hrıstiyanlık gibi İslâm öncesi belli başlı kültürler-
de de olduğu bilinmektedir.4
Kur’ân ve hadislerde harflerin bâtınî mânâları olduğuna dâir açık
ibâreler bulunmamakla birlikte, zamanla bu mesele İslâm kültüründe de
yerini almıştır. Kur’ân’ı Kerîm’deki bâzı sûrelerin ilk âyetleri hecelerden
ya da başka bir ifâde ile harflerden oluşmaktadır.5 Bu harflerin Kur’ân-ı
Kerîm gibi ezelî bir kitapta yer alması diğer âyetler gibi onlara da müslü-
manlar nazarında ezelîlik kazandırmıştır. Ancak hûrûf-ı mukataa denilen
bu harflerin mânâsı muhkem değil, müteşâbih idi. Bunun netîcesinde ilk
dönem müslüman âlimler onları tefsir etmekten çekinmişlerdi. Onlara
göre bu harfler, mânâsını sâdece Allah Teâlâ’nın bildiği âyetlerden, yâni
müşâbih âyetlerden idi. Mânâları elbette vardı, fakat haklarında konuş-
2 Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. İbn Manzûr; Lisânü’l-‘Arab, nşr. Emin Muhammed
Abdülvehhâb-Muhammed es-Sâdık el-Ubeydî, Beyrut: 1996, c. III, s. 128-130; Arapça- Türkçe
Büyük Lûgat, haz. Hüseyin Atay, İbrahim Atay, Mustafa Atay, Ankara: Bayrak Mat., 1964, c. I,
s. 357-358.
3 Râgıb el-Isfahânî, Müfredâti’l-elfâzi’l-Kurân, nşr. Safvân Adnân Dâvûdî, Dimaşk: Dârû’l-
kalem, 2002, s. 228.
4 Mehmet Emin Bozhöyük, “Hurûf”, DİA, c. XVIII, s. 398.
5 Kur’ân’ın üç sûresi tek bir harfle başlamaktadır; Sâd (38), Kāf (50) ve el-Kalem (68). Bu
konuda daha fazla bilgi için bk. Subhi es-Sâlih Mebâhis fî Ulûmi’l-Kur’ân (Kur’an İlimleri), trc.
M. Said Şimşek, Konya: Hibaş Yay., tarihsiz, s.186.
181
Kerim KARA
mak herkesin kârı değildi. Sahabenin önde gelenlerinden Hz. Ali’den “Her
kitap için bir öz vardır. Kur’ân’ın özü de hece harfleridir.” sözü nakledilirken
Hz. Ebû Bekir’in de “Her kitâbın bir sırrı vardır. Allah’ın Kur’ân’ındaki sırrı da
sûre başlangıçlarıdır.” dediği rivâyet edilir.6 Bâzı harflerin birtakım bâtınî
mânâlar içerdiğine ve bunların insana ve tabîata tesir ettiği düşüncesine
dayanan inanca İslâm kültüründe harflerin ilmi anlamında “ilmü’l-hurûf”
denilmiştir7.
Şiî kaynakların belirttiklerine göre Kur’ân’ın herkes tarafından bilinme-
yen bâtınî mânâları vardır. İnsanlar fıtratları gereği çok değişik anlayış ve
yorumlama kābiliyetlerine sâhip olduklarından Hz. Peygamber (a.s.) bunu
herkese öğretmemiştir, . Hz. Peygamber’e îman eden ashâbı Kur’ân’da çe-
şitli vesîlelerle belirtildiği gibi yüksek dereceleri hâiz bir nesil olduğu gibi8
daha sonraki dönem müslümanları nazarında da pek önemli bir mevkie
sâhipti. Sahabenin önemlilerinden Hz. Ali Kur’ân’ın bâtınî mânâlarını Hz.
Peygamber’den (a.s.) öğrenmiş ve bu bilgileri cefr adı verilen kuzu veya
oğlak derisi üzerine yazarak el-Cefr ve el-Câmia adlı iki eser telif etmiştir.9
Bu ilmin İslâm dünyâsında gelişip yaygınlık kazanmasında, ilkçağ ta-
biat felsefesinin gnostik10 düşünürlerce mistik ve teosofik açıdan yorum-
lanmasının payının büyük olduğu iddia edilmektedir. Teosofi akımı bu
konuda çok ayrıntılı bilgiler sunmuştur. Câbir b. Hayyân’dan îtibâren bâzı
İslâm âlim ve filozoflarının farklı ölçülerde benimsedikleri bu düşünce-
de tabîat dört unsurdan meydâna gelmektedir ve teosofik anlayışa göre
Allah’ın isim ve sıfatları feleklere ve yıldızlara geçerek onların nefslerini
(ruh) oluşturmaktadır.11
Harfler ilminin zamanla müslümanlar arasında ilgi görüp yaygınlaşma-
6 Subhi es-Sâlih, age, s. 188; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat,
tarihsiz, c. I, s. 158-159.
7 Bozhöyük, s. 398-399.
8 Meselâ Bedir ashâbı, Huneyn ashâbı ve Fetihten önce müslüman olan ile fetihten sonra
müslüman olanın bir olamayacağı, ayıca ferdî olarak hakkında âyet nâzil olanlar buna
delildir.
9 Metin Yurdagür, “Cefr”, DİA, c. VII, s. 216.
10 Gnosis, Yunanca bir terim olup, bilgi anlamına gelir. Fakat bu bilgi, daha çok “mârifet” diye
anılıp, ilmî bilgiden ayrıdır. Buna ârifâne bilgi, dînî sırların yüce bilgisi veya gizli ve ilham
edilmiş bilgi demek daha isâbetli olur. Çünkü bu şahsî ve mistik bilgi olup seçkin ve mistik
tabîatlı insanlara mahsustur, yâhut tabîat üstüdür. Gnostik ise “ârif” kimse demektir. Daha
fazla bilgi için bk. Süleyman Hayri Bolay, Felsefî Doktrinler Sözlüğü, Ankara: Akçağ, tarihsiz,
s. 103-104.
11 Bozhöyük, s. 398.
182
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini İbn Arabî Perspektifinden Yorumlaması Üzerine
sında Mârûf-i Kerhî, Zünnûn el-Mısrî, Sehl et-Tüsterî, Cüneyd-i Bağdâdî,
Ebû Bekir eş-Şiblî, Abdülkādir-i Geylânî, Şehâbeddin es-Sühreverdî el-
Maktûl, Ahmed b. Ali el-Bûnî ve İbn Arabî gibi mutasavvıfların büyük tesi-
ri olduğu belirtilmektedir.12
İslâm dünyâsında harflerin sırlarından hareketle İslâm prensiplerine
aykırı bir cereyan gelişmiş, gelişen bu cereyâna da Hurûfîlik denilmiştir.
Hurûfîliğin kurucusu Şihâbuddin Fazlullah Esterâbâdî (796/1393), ye-
tiştirdiği dâvetçileri ve en önemli eseri Câvidân-nâme ile Isfahan, Bakü ve
civarlarında inançlarını yerleştirmeye çalışmıştır. XV. Ve XVI. Asırlarda
Anadolu’ya da ulaşmıştır.13 Onun iddiâlarındaki en belirgin unsur, insa-
nın ve özellikle de kendisinin ilahlaştırılmasıdır. Fazlullah’ın öğretilerinin
çıkış noktasını “kelime” oluşturmaktadır. Ona göre varlığın ortaya çıkışı
sese bağlıdır. Nitekim Allah bir şeyin olmasını murat ettiğinde ona “ol”
demesi yetmektedir. Sesin kemâli, insanda zuhur eden sözdür ki bu da
kelimeler, sonuç olarak da harfler ile tecellî etmektedir. O halde, varoluş
sırrının esâsında harf vardır. Allah’ın en mükemmel zuhûru olan insanın
en mükemmel tecellî merkezi olan yüz ise bir harfler tablosudur. Fazlul-
lah, bu temel ilkeden hareketle Kur’ân ve hadîsleri bâtınî bir yoruma tâbi
tutmuş ve hattâ bu kaynakları kendisinin ilâhlığını isbatlayan deliller şek-
linde sunmuştur. Fazlullah, hurûfîliği kurarken sistemine mukaddes harf-
ler listesi olarak Arap ve Fars alfabelerini almıştır. Arap alfabesinden dört
harf daha fazla harfe sâhip olan Fars alfabesine daha fazla değer verdiği
ifâde edilmektedir.14
Fazlullah Hurûfî’nin İslâm inancını halk nazarında sarsacak nitelikte-
ki bu görüşleri, tasavvufî eserlerde harflere bâzı özel anlamlar yükleyen
anlayışın Hurûfîlik akımıyla karıştırılmasına sebep olmuş, harflerin bâtınî
vechesi üzerinde yorum yapan herkes hurûfîlik ithâmına mâruz kalmıştır.
Hurûfîliğin İslâm ümmeti içerisinde bir mezhep olarak bile telakkî edile-
meyeceğini, ayrı bir din olarak kabul edilmesi gerektiğini söyleyen Köp-
rülü, İslâm’ın ana prensiplerine sıkı sıkıya bağlı bâzı mutasavvıfları sırf
harflerle uğraştıkları için hurûfî addetmenin haksızlık olacağını, tasavvuf-
la ortak esrâr-ı hurûf, insân-ı kâmil, devr, te’vîl gibi birçok noktayı paylaşsa
biletenâsüh, hulûl ve ittihâd gibi onunla uyuşması mümkün olmayan şeyler
12 Bozhöyük, s. 399.
13 Köprülü M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Akçağ, 2003, s. 302. Fazlullah
Hurûfî için bk. Hüsamettin Aksu, “Fazlullah-ı Hurûfî”, DİA, c. XII, s. 277-279.
14 Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, İstanbul: Yeni Boyut, 1992, s. 157-160.
183
Kerim KARA
ve Fazl’ı tanrı îlân etmek için konulan teviller yoluyla değişik şekillere so-
kulmuş olduğunu belirtmektedir.15
Bu noktada tasavvuf düşüncesinde harflerle ilgili yaklaşımların tarihi
üzerinde biraz daha bilgi vermek yararlı olacaktır. Bilindiği kadarıyla İs-
lam tasavvufunda harflerin ilmi ve sırrı konusunda en meşhur ve önemli
çalışmalar İbn Arabî tarafından yapılmıştır. Ancak ondan önce bu konuda
çalışma yapmış mutasavvıflar da bulunmaktadır. Meselâ önceki asırlarda
yaşamış mutasavvıflardan Hakîm Tirmizî (ö. 320/932) harflerin ilminden
bahsetmiş ve bu ilme “velîlerin ilmi” (ilmü’l-evliyâ) tâbirini kullanmıştır. Bu
konuda İbn Arabî’nin de aynı sonuca vardığı görülmüştür. Yâni ona göre
de harflerin ilmi, velîlerin ilmidir.16
Harflerin anlamları ve sırları konusunda müslüman düşünürlerin hare-
ket noktasını Kur’ân’ın bâzı sûrelerinin başındaki harfler teşkil ediyordu.
İbn Arabî “Sûrelerin başındaki anlamı meçhul harflerin hakîkatlerini, ancak
akılla anlaşılabilen sûretlerin hakîkatlerini bilenler bilebilir” demiştir.17 Ona
göre bu kelimeler üzerinde dikkatini yoğunlaştıran ve bunların anlamla-
rını keşfeden kimse için burada bir sır ve hârika bir işâret vardır. Yine İbn
Arabî’ye göre, eğer kul ilme hazırlanırsa, yâni ilm-i ledünne uygun ortamı
kendi nefsinde hazırlarsa kendisine bu konuda ilim verilir. Kişi mânevî
merkezi olan kalbinin aynasını pırıl pırıl temizlerse ve cilâlarsa, işte ancak
o zaman ilâhi bağışa kavuşur. Bunun netîcesinde kul, çok uzun bir sürede
kaydedilmesi mümkün olmayan şeyleri bir anda alıp kabul eder, çünkü bu
akledilen (mâkul) feleğin genişliğine karşılık, bu hissedilen (mahsûs) felek
de o nisbette kadar dardır.18
İsmail Hakkı Bursevî’nin naklettiği bir rivâyete göre Rasûlüllah (s.a.s.)
Cebrâil kendisine (kef-he-ye-ayn-sad) harf âyetlerini tek tek okuduğunda
yâni “kef” dediğinde “Fehimtü (anladım)” “he” dediğinde “Fehimtü (anla-
dım)” şeklinde hepsine (anladım)” diye mukabelede bulunurdu. Cebrâil ise
“Ey Allah’ın Rasûlü bu âyetleri ben bilmiyorum, siz ise ‘Anladım’ diyorsunuz.
Siz bunları nereden biliyorsunuz?” demiştir.19
Yukarıda anlatılan Şia’daki anlayışın ana hatlarıyla Sünnî İslam tasav-
15 Köprülü, s. 304. dpt. 56.
16 İbn Arabî, Harflerin İlmi, trc. Mahmut Kanık, Bursa: ASA Kit., 2000, s. 58. Bu eser Fütuhât’ın
ikinci bâbı olan İlmü’l-hurûf’un tercümesidir.
17 İbn Arabî, age, s. 100.
18 İbn Arabî, age, s. 89.
19 İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru rûhi’l-beyân, İstanbul: Eser Neşriyat, 1389 (1970), c. I, s. 28.
184
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini İbn Arabî Perspektifinden Yorumlaması Üzerine
vufunda da yer aldığı görülmektedir. Şia’da olduğu gibi Sünnî İslâm tasav-
vufunda da harf ilminin ilk kaynağının Hz. Ali (r.a.) olduğu kabul edilir.
Meselâ Osmanlı mutasavvıflarından Muhammed Nûru’l-Arabî’nin bildir-
diğine göre Hz. Ali, “Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır” şeklinde hadis
olarak nakledilen sözün sırrını açıklarken, “İlim bir noktadır, câhiller onu
çoğaltmıştır” demiş, ısrarlar üzerine o noktanın açıklanması sadedinde
de şöyle söylemiştir: “Bu ilâhi sırlardandır. Semâvî kitaplarda; Tevrat, İncil
ve Zebur’da ne sır varsa bunların hepsi Kur’ân’da vardır. Kur’ân’da olan bütün
sırlar Fâtiha’dadır. Fâtiha’daki bütün sırlar “bismillahta”dır. “Bismillah”taki
bütün sırlar “Bâ” harfindedir. “Bâ”daki sırlar da “Bâ”nın noktasındadır. Ben
“Bâ”nın altındaki o noktayım.”20
2. Merâtib-i Vücûd ve Bunların Harflerle İlişkisi
Karabâş-ı Velî’nin harflere verdiği mânâların anlaşılabilmesi için, ta-
savvufta Allah-âlem ilişkisine belli bir açıklama getiren vahdet-i vücûd an-
layışının merâtib-i vücûd tasnifinin göz önünde bulunması gerekmekte-
dir. Allah-âlem insan ilişkisi, tasavvufta vahdet-i vücûd anlayışının temel
konularının başında gelmektedir. Âlem, Hakk’ın dışındaki bütün yaratıl-
mışların adıdır.21 Tasavvufî düşüncede âlem, mümkünlerin nitelikleriyle
sınırlanmış varlıktır ve bu nedenle de Hakk’ın dışındaki her şeyin ismidir.
Âlem, Hakk’a göre gölge gibidir ve Hak tarafından bilinen şeyler üzerine
sonradan gelip, ardından varlıkta nitelenmiş değildir. Bütün var olanlar
Hakk’ın bildiği şeylerin hakîkatleridir; bunlar Hakk’ın bâtınından zâhirine
tecellî etmişlerdir.22
Allah’ın “yaratma” sıfatı müslüman ilim adamları arasında ayrıntılarda
ihtilâfa sebep olmuştur. Kelâmcılara göre âyette de belirtildiği gibi Allah
bir şeyin olmasını murat ettiğinde o şeye “Ol!” (“Kün!”) der ve o şey der-
hal oluverir. Bir şeyin yaratılması Allah için son derece kolay olduğu için
Allah yaratmada zamâna, mekâna ve yardımcılara ihtiyaç duymaz. O dile-
20 Muhammed Nûru’l-Arabî, Noktatü’l-beyân (Noktanın Sırları), haz. Tahir Hafızalioğlu,
İstanbul: İnsan Yay., 2003, s. 223.
21 Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî, Garîbü’l-Kur’ân ve Tefsîruhu, nşr. Muhammed Selim el-Hâc,
Beyrut: 1985, s. 61.
22 Abdürrezzak Kâşânî, Letâifu’l-a’lâm fî işârâtı ehli’l-ilhâm, Tasavvuf Sözlüğü, trc. Ekrem Demirli,
İstanbul: İz Yay., 2004, s. 361. Ayrıca bk. Abdülkerim el-Cîlî, İnsân-ı Kâmil, trc. Abdülaziz
Mecdi Tolun, haz. Selçuk Eraydın-Ekrem Demirli-Abdullah Kartal, İstanbul: İz Yay., 2002, s.
63.
185
Kerim KARA
ğini dileği şekilde yaratmaya hem muktedirdir hem de bunda fâil-i muh-
tardır. Yâni Allah eşyâyı bir anda istediği gibi ve son şekliyle yaratmıştır.
Kelâmcılar insânın yaratılışında olduğu gibi tedrîcî hâdiseleri ise “… O; her
an bir yaratma hâlindedir” [Rahmân, 55/29] âyetinde olduğu gibi her aşa-
manın yeni bir emirle olduğunu düşünmektedirler. Vahdet-i vücûd esâsına
dayanan tasavvufî ekolde ise yaratmada bir takım mertebeler söz konusu-
dur. “Şey”, “ayn-ı sâbit” olarak Allah’ın ezelî ilminde mevcut iken zuhûra
gelmeyi talep edince, Allah Teâlâ “şey”i şu gördüğümüz âleme gelinceye
kadar bir takım mertebelerden geçirir. Ancak bahsi geçen mertebelerin
zaman ve mekân ile bir ilgisi yoktur. Buradaki mertebeler silsilesi, zevkî
ve îtibâridir. Tasavvufta bu konu “merâtib-i vücûd” terimiyle ifâde edilir.
Mutasavvıflar içinde bulundukları hal ve makamlara göre çeşitli merâtib-i
vücûd tasnifleri yapmışlardır.23
Tasavvufî düşüncede insanın zuhûruna kadar çeşitli nüzul mertebeleri
vardır. Karabâş-ı Velî altı yön ve merkezden hareketle burada yedi merte-
beli bir taayyüne işâret etmektedir. Yedili tasnife geçmeden önce diğer tas-
nifleri hatırlamakta fayda olacaktır. Dörtlü tasnîfe göre vücûdun mertebe-
leri: 1- Lâhût, yâni zât; 2-Ceberût, yâni sıfatlar ve ilâhî isimler; 3-Melekût,
yâni ruhlar ve misâl âlemleri; 4-Nâsût, yani insan ve şehâdet âlemleridir.
“Hazarât-ı hamse” denilen beşli tasnifte ise yukarıdaki tasniften biraz
farklı olarak Melekût âlemi iki mertebe olarak kabul edilmiştir. Böylece
vücûd; 1-Zât-ı sırf, lâ- taayyün, ahadiyyet, 2-Vâhidiyyet; 3-Ervâh; 4-Misâl,
5-Şehâdet ve insan-ı kâmil mertebelerine ayrılmıştır.
Yedili tasnifte ise, hazarât-ı hamsenin ikinci mertebesi olan vâhidiyyet mer-
tebesi vahdet ve vâhidiyyet diye iki ayrı mertebe; beşinci hazret de yine şehâdet
ve insan-ı kâmil diye iki ayrı mertebe olarak îtibar edilmiş, böylece mertebe
sayısı yedi olarak kabul edilmiştir. 1-Lâ-taayyün, ahadiyyet, yâni zât-ı sırf;
2-Vahdet, hakîkat-i muhammediyye, 3-Vâhidiyyet, hakîkat-i insâniyye, a’yân-ı
sâbite; 4-Ruhlar âlemi; 5-Misâl âlemi; 6-Şehâdet âlemi; 7-İnsân-ı kâmil.24
23 Kâinatın yaratılışı konusunda sûfî perspektifin diğer görüşlere eleştiri getirerek ortaya
koyduğu anlayış için bk. İbrahim Düzen, Azîz Nesefî’ye Göre Allah, Kâinat ve İnsan, Ankara:
Şanlıurfa İlâhiyat Fakültesini Geliştirme Vakfı Yay., 1991, s. 225-230. Kâinatın yaratılış
mertebeleri için bk. age, s. 231-248. Yaratılışa felsefî ve kelâmî bakış açısı için bk. Şaban Ali
Düzgün, Nesefî ve İslâm Filozoflarına Göre Allah-Âlem İlişkisi, Ankara: Akçağ Yay., 1998, s. 152-
181.
24 Mustafa Tahralı, “Fusûsu’l-Hikem, Şerhi ve Vahdet-i Vücûd İle Alâkalı Bazı Meseleler”,
Ahmed Avni Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi içinde, haz. Mustafa Tahralı, İstanbul:
İFAV, 1994, c. I., s. XLV-XLVIII.
186
Karabâş-ı Velî’nin Elifbânın İlk Dört Harfini İbn Arabî Perspektifinden Yorumlaması Üzerine
3. Karabâş-ı Velî’nin İbn Arabî Perspektifinden Elifbâ’nın İlk
Dört Harfi Hakkındaki Görüşleri
Ârifler harflerin ilimleri, sırları ve âlemin yaratılışı ile bağıntıları ko-
nusunda değişik hacimlerde eserler vermişlerdir. On yedinci asır Osmanlı
mutasavvıflarından Karabâş-ı Velî de Risâle-i usûl-i Erbaa adlı Türkçe bir
risâle yazmıştır. 25 Karabâş-ı Velî çalışmamıza esas teşkil eden bu risâlesinde
Arap alfâbesinin ilk dört harfi olan Elif, Be, Te ve Se harflerinin tasavvufî
anlamları üzerinde durmuş, bu dört harf ile âlemin yaratılışı arasında bağ-
lantı kurmuştur. Hareket noktası tasavvufî bilgi ve tecrübenin en köklü
esaslarından birini oluşturan “Küntü kenzen ...” hadîs-i kudsîsidir. Hadîsin
tam meâli “Ben gizli bir hazîne idim, bilinmeme muhabbet ettim (bilinmemi
istedim); bilinmem için mahlûkātı yarattım. Kendimi onlara tanıttım, onlar da
beni tanıdılar.” şeklindedir.26
Kendinden önceki mutasavvıfların da söyledikleri üzere Karabâş-ı
Velî’ye göre de âlemlerin asılları (ahvâl-i âlem) dörttür. Bunlar âlem-i lâhût,
âlem-i ceberût, âlem-i melekût ve âlem-i nâsûttur.27 Bunlar da aşağıda gö-
rüleceği gibi, sırasıyla elif, be, te ve se harfleriyle irtibatlıdır. Bu irtibat da
yukarıda hadis olarak ifâde edilen “Küntü kenz” hikmetinin her bir kav-
ramının dört ayrı mertebede zuhûr etmesi şeklinde açıklanmıştır. Dört
mertebe de yukarıdan aşağıya sırasıyla hakîkat, mârifet, tarîkat ve şerîat
ile irtibatlı olarak ele alınmıştır. Böylelikle sûfîler yaratılış mertebeleri
dikkate alındığında harf kavramının Giriş’te belirtilen aşama mânâsıyla
Zât’ın tenezzüle meyledişini hatırlatan meyil mânâsını birleştirmiş ol-
makta, aynı zamanda her mertebedeki değişim, kelimenin çevirmek ve
değiştirmek mânâlarıyla da örtüşmektedir. Söz edilen usûl-i âleme, ta-
savvufta ahvâl-i âlem de denilir ki, taayyünât ve zuhûr kavramlarıyla da
ifâde edilen Hakk’ın varlığının (vücûd) çeşitli mertebelerde ortaya çı-
kışlarıdır. Karabâş-ı Velî ifâde ettiği dörtlü âlem teorisine uygun olarak
bu risâlesinde Arap alfabesinin ilk dört harfinden her birine bir âlemin
mânâsını yüklemiş olmaktadır.
25 Eser tarafımızdan Risâle-i Usûl-i Erbaa, adıyla Karabaş Velî Hayatı, Fikirleri, Risâleleri, adlı
kitabımızın sonundaki Risâleleri bölümünde neşredilmiştir. bk. “Risâle-i Usûl-i Erba‘a”,
Kerim Kara, Karabaş Velî Hayatı, Fikirleri, Risâleleri, İstanbul: İnsan Yay., 2003, s. 677-680.
Çalışmada nüshaların özelliklerinden de söz edilmiştir.
26 Hadîsin hadis tekniği açısından incelenmesi ile ilgili olarak bk. Muhittin Uysal, Tasavvuf
Kültüründe Hadis, Konya: Yediveren Kitap, 2001, s. 268.
27 “Risâle-i Usûl-i Erba‘a”, 677-680.
187
Kerim KARA
Karabaş Velî’nin bu konuda önemli ölçüde İbn Arabî’den etkilendiği gö-
rülmektedir. İbn Arabî Fütuhât’ın İkinci bâbını harfler ilmine ayırdığı gibi
bu konuda müstakil kitaplar da yazmıştır. Meselâ Kitâbü Esrâru’l-hurûf,
Kitâbü’l-elif, Kitâbü’l-bâ, Kitâbü’l-mîm ve’l-vâv ve’n-nûn, Kitâbü’l-yâ, Kitâbü’l-
celâle, Kitâbü’l-mebâdî, ve’l-gâyât. Ayrıca Fütûhât-ı Mekkiyye’nin çeşitli bö-
lümlerinde harflerin anlamları ve yapıları ile ilgili geniş bilgiler vermiştir.28
Karabâş-ı Velî’nin bu hususta İbn Arabî’den etkilendiği en dikkat çekici
noktalardan biri, harflerle insan arasında kurulan özdeşliktir. Aşağıda görü-
leceği üzere, İbn Arabî gibi Karabâş-ı Velî de harflerden yola çıkarak konuyu
özellikle ahlâkî boyutu öne çıkararak insana getirmektedir. Bu yaklaşımın
İbn Arabî’deki temeline bakıldığında şöyle pasajlar karşımıza çıkmaktadır:
Bu harfler yükümlü (mükellef) insan âlemi gibidir ve başka âlemlerden fark-
lı olarak yükümlü tutulmada (mükellefiyet) değil, hitapta kendisine ortaktır.
Çünkü onlar insan gibi bütün hakîkatleri kabul eder. Âlemin diğer kısımları ise
böyle değildir. Bu nedenle bizde olduğu gibi harfler içinde de bir kutup vardır, o
da eliftir. 29
Harfler de bir ümmettir, hem de yükümlü ve muhâtap bir ümmettir, kendi
cinslerinden resûlleri vardır. 30
Görüldüğü gibi İbn Arabî, harflerle insan arasında özdeşlik kurmak-
ta, âlemdeki her şey ile bu iki unsurun birbirinden ayrıldığı temel hususu
“bütün hakîkatleri kabûl etmek” olarak nitelemektedir. Bu noktada harfin
kelimeyi oluşturan en küçük unsur olduğu hatırlanmalı ve yaratılışın te-
melinde olan sözün de harflerden oluştuğu dikkate alınmalıdır. Harflerin
oluşturduğu söz, aynı zamanda insan idrâkinin seviyesini gösteren bir veri
olarak da kabûl edilmiştir ve harfleri en kompleks terkiplerle kullanarak
fikir ve görüş alışverişinde bulunabilen tek varlık da insandır. “Harflerin
bütün hakîkatleri” kabûl etmesi, insanın hakîkatleri dil yoluyla ifâdesinin
gücüne olan inancı göstermesi açısından da önem taşımaktadır.
28 Kanık, s. 13.
29 Muhyiddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Arabî; el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye fî ma’rifeti’l-
esrâri’l-mâlikiyye ve’l-melekiyye, nşr. Muhammed Abdurrahmân el-Mer’aşlî, Beyrut: Dâru
İhyâ’i’t-Türâsi’l-Arabî, 1997, c. I, s. 123/nşr. Osman Yahyâ, Beyrut: el-Mektebetü’l-Arabiyye,
1405/1985-1412/1992, c. I, s. 335 [trc. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yay., 2006, c. I, s.
211].
30 İbn Arabî, Fütûhât, c. I, s. 101/260 [157]. Harf kavramına verilen tasavvufî mânâ için bk.
Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yay., 2002, s. 159; Ethem
Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Anka Yay., 2005, s. 254.
188
Description:kelimeler, sonuç olarak da harfler ile tecellî etmektedir. O halde, varoluş en mükemmel tecellî merkezi olan yüz ise bir harfler tablosudur. Fazlul-.