Table Of ContentÇ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
DOĞUM SONRASI BAZI KÜLTÜREL UYGULAMALAR VE
ARKEOLOJİ
Osman Emre KÖSE
ÖZET
Doğum sonrasında anne ve bebeğe yönelik bazı kültürel uygulamalar
bulunmaktadır. Bu uygulamalar birçok kültürde benzerdir. Arkeolojik çalışmaların
gösterdiği gibi geçmişten beri süregelmektedir. Bu nedenle doğum sonrası uygulamalar
kültürlerarası yaklaşımla, eş zamanlı ve art zamanlı olarak ele alınmaktadır.
Anahtar Kelimeler: doğum sonrası, arkeoloji, kültürlerarası yaklaşım.
SOME POSTNATAL CULTURAL PRACTICES AND ARCHEOLOGY
ABSTRACT
There are some cultural practices for mother and baby after childbirth. These
practices are similar in many cultures. It has been going on since the past, as
demonstrated by archaeological studies. For this reason postnatal practices are discussed
as cross-cultural approach, with synchronic and diachronic comparison.
Key Words: postnatal, archaeology, cross-cultural approach.
Giriş
Arkeologlar tarafından yaşamın başlangıç noktası olan “doğum”, yaşamın son
noktası olan “ölüm”e nazaran ya çok az ele alınmış ya da hiç ele alınmamıştır. Doğum
Prehistorik Dönem’den itibaren insanların günlük yaşamında tekrar eden bir olgu
olmuştur. Prehistorik maddi kalıntılarla ilgili bilgiler kültürlerarası çalışmalarla
birleştirildiğinde doğumla ilgili sosyal çıkarımların yapılması da mümkün olmaktadır
(Beausang 2000, s. 69, 72). Yeni arkeolojik çalışmalar insan yaşamındaki önemli geçiş
ritüelleri üzerine odaklanmış ve bu çalışmalarla “ölüm”ün haricinde insan hayatının ilk
geçiş aşaması olan “doğum” olgusu da maddi kalıntılarla açıklanmaya çalışılmıştır
(Garwood, 2011, s. 268-269).
İnsan hayatının önemli bir geçiş aşaması olan doğum (Gennep, 1960, s. 41-49),
varlıksal ve sosyal olarak köklü bir değişimi ifade etmektedir. Bebek doğumla sadece
fiziksel bir varoluşa sahip olmaktadır. Ailesi ve toplum tarafından henüz
tanınmamaktadır. Doğum ritüelleriyle bebeğe gerçek bir yaşayan kişi statüsü
verilmektedir ve böylece topluluğa kazandırılmaktadır (Eliade, 1959, s. 184, 185).
Çeşitli inançların ve ritüellerin temelinde doğumla ilgili adetler bulunmaktadır. Doğum
öncesi ve doğum sonrasını içeren çeşitli büyüsel ritüeller yenidoğanı tehlikelerden
koruma, temizleme ve topluluğa takdim işlevleri görmektedir (Malinowski, s. 1948, 20;
Brown, 1922, s. 89, 303).
Doğum sonrasında gündeme gelen “kirlilik ve arınma” düşüncelerinin ürünü
“anne ve bebeğin toplumdan belirli bir süre uzaklaştırılması”, “su ile arınma ritüelleri ve
diğer arınma aracı ve ritüeli “tuz ve tuzlama”, anne ve bebeğinin arınma ritüelleri
sonunda topluma dönüşü ve bebeğe “ad verme” kültürel uygulamalarını kapsayan ilk
bölümden sonra; ikinci bölüm doğum sonrasında “anne ve bebek sağlığına yönelik
tehlikeler” ve bu tehlikelerden “ani bebek ölümü sendromu”, tehlikeleri uzaklaştırmaya
171
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
yönelik “ilk sütün (colostrum) verilmemesi” kültürel uygulamaları arkeolojik veriler ve
günümüzdeki şekliyle gösterilmeye çalışılmaktadır.
1. Doğum Sonrası Dönem, Kirlilik ve Arınma
Sosyolojik ve biyolojik öneminden dolayı birçok toplumda doğum ve sonrası
anne ve bebeği için tehlikeli bir dönemi ifade etmektedir. Bu nedenle doğum sonrası
gerçekleştirilen bazı uygulamalar anne ve bebeği korumaya yöneliktir. Çeşitli
kültürlerde bu dönem 21 ila 40 gün sürmektedir (Dennis, Fung, vd., 2007, s. 487-502).
Doğumdan sonra annenin biyolojik ve duygusal eğilimi toplum tarafından
yönlendirildiğinden bu önemli biyolojik ilişki bazı toplumlarda sapmalar göstermiştir
(Malinowski, 1989, s. 25). Uygulamalarda farklılıklar olsa da bu dönem genelde
dinlenme ve inzivaya çekilme dönemidir. Anne ve bebeği tehlikelerden korumayı ve
doğum sonrası dinlenmeyi kapsayan bu dönemde anne ve bebek ile yakın temastan
kaçınılmaktadır (Piperata, 2008, s. 1094). Bu, anne ve bebeği tehlikelerden aynı
zamanda çevresindekilerin de ondan korunmasını sağlamıştır (Liamputtong, Yimyam,
vd., 2005, s. 150). Çünkü doğum tehlikeli, güç ve kirli bir olay olarak görülmektedir
(Kitzinger, 1978, s. 42, 73, 80). “Doğumsal kirlilik” düşüncesi doğum sonrası ortaya
çıkan bazı hastalıkların neden olduğu “hastalık kirliliği” ile örtüşmektedir (Callaghan,
2007, s. 12). Kirlilik düşüncesi kadın ve erkek rollerine de bağlanmaktadır (Douglas,
2001, s. 142). Özellikle kadınların kanına dokunmanın kötü etkileri olduğuna
inanılmaktadır (Frazer, 2004, s. 183). Kirlilik endişesinin arkasında birçok neden yer
alsa da bunlar büyüsel motiflerle örtülmüştür (Freud, 2004, s. 115).
Doğumdan sonra bebeğin sağlığına yönelik, kötü ruhlarla ilişkili olduğu
düşünülen, nedeni bilinmeyen tehlikeleri önlemek amacıyla gerçekleştirilen bazı
ritüellerin temelinde kan tabusu olduğu görülmektedir. Bu nedenle ritüel olarak
temizlenme önem taşımaktadır (Adamson, 1985, s. 178). Doğumdan sonra gerçekleşen
temizlenme veya arınma ritüelleri sembolik olarak, görülmeyen ruhani ve ahlaki
kötülüğün vücuttan bir kir gibi atılmasını sağlamakta (Tylor, 1889, s. 429-432; Hertz,
2004, s. 80-81), ve tehlikeyi ortadan kaldırmaktadır. Doğumla birlikte, anne ve bebeğin
içinde olduğu kirlilikle ilgili tabu yasaklarının ihlal edildiği durumlarda söz konusu
ihlali ortadan kaldıran ve saplantılı davranışlar içinde en yaygın olan su ile arınma
olmuştur (Freud, 2004, s. 33). Çoğu kültürde anne ve bebeğin 30-40 günlük dinlenme
dönemi yıkanma ritüeli ile son bulmaktadır ve böylece tehlike geçmektedir. Anne ve
bebeği topluma kabul edilmektedir (MacCormack, 1982, s. 1-21).
Kültürel boyutta kirlilik düşüncesinin ürünü olarak tehlikelerin ortaya çıktığı
doğum sonrası dönemde, anne (Li, Fortney, vd., 1996, s. 8) ve bebeğini (Lawn,
Cousens, 2005, s. 11) biyolojik bakımdan da ciddi tehlikeler beklemektedir. İnsan
Prehistorik Dönem’den itibaren doğum sonrası tehlikelere karşı önlem almaya
çalışmıştır. Bu bağlamda arkeolojik yerleşimlerin doğum olayı ile ilişkili olarak
değerlendirilmesinde, doğum öncesi ve sonrasında anne ve bebeğin sağlıklı biçimde
muhafazasını sağlayan çevresel koşulların göz önüne alınması gerektiği belirtilmiştir
(O’Donnell, 2004, 165, 169). Doğum sonrası anne ve bebeği tehlikelerden korunmaya
yönelik bazı bulgular, Sırbistanda Neolitik Dönem Lepenski Vir yerleşmesinde
bulunmuştur. Doğum sonrası gerekli sağlık koşullarının yerine getirilmesini ve
yenidoğanların hayatta kalması için gerekli olan vücut sıcaklığını dengede tutmayı
sağlayan sıcak mekanların varlığı saptanmıştır (Stefanović, 2006, s. 159-160).
172
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
Kuzeybatı Avrupa Mezolitik Dönemi’ne ait bazı kulübe yapılarının doğum sonrası
inziva döneminde kullanılmış olabileceği belirtilmiştir (Finlay, 2006, s. 54-55).
Etnoarkeolojik bir çalışma, Çatalhöyük’te mekanların zemininin yeniden sıvanmasının
ve duvar boyamalarının yaşam döngüsü içerisinde önemli bir geçişin (belki de anne ve
bebeğin lohusalık döneminin bittiğinin, doğumla ilişkili kirden arınarak yeni bir döneme
girildiğinin) ifadesi olduğunu göstermektedir (Bolvin, 2000, s. 367-388). Kıbrıs’ta
Kalkolitik Dönem’in önemli yerleşimlerinden Kissonerga’da özel amaçlı kullanılan
yapılar, geleneksel toplumlarda anne ve bebeğin lohusalık dönemi boyunca
tehlikelerden ve toplumdan uzak yaşadığı doğumla ilgili yapılarla ilişkilendirilmiştir
(Bolger, 1992, s. 156-159).
Eski Mezopotamya ve Mısır metinleri, kadın sağlığı ve doğumla ilgili ilk
bilgileri vermektedir. Bu metinlerden doğumun kültürel yönüyle ilgili çıkarımlar
yapılması mümkün olmaktadır (Andreeva, Couto-Ferreira, vd., 2014, s. 280-285). Eski
Mezopotamya’da musukkatu kelimesi, kirliliği ve doğum sonrası dönemdeki kadını
ifade etmektedir (Oppenheim, Reiner, 2004, s. 239-240; Stol, 2016, s. 354-355).
Doğuma yardım eden kadınlar ise doğumla ilişkili kirlilikten kurtulmak için suyla
arınmıştır (Reiner, 1995, s. 48-50). Eski Mezopotamya’dan Atra-Hasis destanında
doğum sonrası dönemde, anne ve bebeğin dokuz gün boyunca toplumdan ayrı
yaşadığını gösteren bir bölüm bulunmaktadır (Stol, 2000, s. 116, 117).
Eski Mısır’da doğumsal kanama kirlilikle ilişkilidir. Doğumdan sonraki
ondörtgün (Tyldesley, 1995, s. 70) kadının hareketlerinin kısıtlandığı arınma dönemini
ya da lohusalık dönemini ifade etmektedir (Roth, 1992, s. 144). Doğum sonrası bu
arınma döneminin ḥsm kelimesi ile ifade edildiği düşünülmektedir (Frandsen, 2007, s.
142, 143). El-Amarna’daki duvar boyamalarında doğum sonrası gerçekleştirilen arınma
törenleriyle ilgili olabilecek sahneler bulunmaktadır (Kemp, 1979, s. 53). Ptolemaioslar
Döneminde ise “doğum evi” aynı zamanda bir “arınma evi” olmuştur. Anne doğumdan
sonra ondört gün boyunca burada kalmıştır (Chassinat, 1912, s. 185).
Hititler’de hamilelik ve kanın kirliliğe neden olduğu düşünülmüştür. Kirlilik,
kirlilik taşıyan nesnelerle temas edilmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır (Ünal, 1992, s.
189). Bu nedenle doğum sonrası dönemde kirlilik endişesi nedeniyle kadınların günlük
hayatta uyması gereken yasaklar bulunmaktadır (Bachvarova, 2014, s. 290). Hititler’de
bu dönem doğumdan sonra çeşitli günlerde ve aylarda gerçekleştirilen temizlenme
ritüellerinden sonra sona ermiştir. Anne ve erkek bebeği üç ay, kız bebeği dört aydan
sonra törensel olarak topluluğa yeniden katılmıştır (Beckman, 1983, s. 251).
Eski Yunan’da suyla yıkanma ve ritüel olarak temizlenme bir gereklilik olarak
tanrıların doğumundan sonra bile uygulanmıştır. Modern Yunanistan’da ise suyla ilişkili
kutsal alanlarda bu geleneğin devam ettiği görülmektedir (Håland, 2009, s. 115, 127).
Klasik Yunan’da doğum sonrası kadınlar kirli sayılmışlar ve bu nedenle evde kapalı
kaldıkları on ya da yirmibir günlük lohusalık dönemi süresince dışarı çıkamamışlardır
(Dillon, 2004, s. 254). Doğum sonrası kadının kirli sayıldığı dönem Cyrene’deki
belgelere göre üç gün sürmektedir. Tıbbi metinlerde ise bu sürenin daha uzun olmakla
birlikte 30 ila 40 gün sürdüğü belirtilmektedir. Doğumdan sonra beşinci gün
amphidromia ve onuncu gün isim verme törenleri gerçekleştirilmiştir. Böylece çocukla
birlikte anne de ritüel olarak arınmış ve normal yaşantısına devam etmiştir (Parker,
1983, s. 49-55; Dillon, 2004, s. 254). Klasik Yunan’da doğum sonrası toplulukla
arasında keskin bir ayrım olan kadınlar amphidromia ritüeli sonrası topluluğa yeniden
173
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
kabul edilmişlerdir. Amphidromia törenleri tıpkı vaftiz töreni gibi anne ve bebek için
topluluğa kabul edilmenin işareti olmuştur (Demand, 1994, s. 62). Amphidromia,
arınma ve kabul töreni vazifesi görmüştür (Hamilton, 1984, s. 243). Yenidoğanların bir
tabu olarak görülmesi Roma Dönemi’nde de devam etmiştir. Doğumdan sonra Romalı
erkek çocukların dokuzuncu, kız çocukların sekizinci gün arındırılması ya da
temizlenmesi gerekmiştir. Bu gün dies lustricus, arınma töreni günü olarak
adlandırılmıştır (Fowler, 1911, s. 28).
Birçok kültürde ritüeller doğum sonrası dönem ile ilişkilidir. Evrensel olarak
bakıldığında, Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman inancı geleneklerini de kapsayan farklı
kültürlerde doğum sonrası dönemin yaklaşık 40 gün sürmesi, anne ve bebeğin
toplumdan ayrılması ve bu dönemin ritüel temizlenme ile son bulması dikkat çekici
benzerliklerdir (Gran, Niegel, v.d, 2010, 459-466). Eski İsrailde doğum sonrası kadınlar
kirlilik kaynağı olarak görülmüştür (Neusner, 1975, s. 16-17). Kirlilik ve ritüel
temizlenme Tevrat (Levililer-12:2-8) ve İncilde (Luka İncili-2:21-22) anlatılmaktadır
(Douglas, 2001, s. 47-48, 62).
1.1. Tuzlama
“Tuz”, uygarlık tarihinde hayat için gerekli, simgesel bir niteliğe sahip
olmuştur (Bronowski, 2012, s. 251). Mezopotamya’da tuz tıbbi amaçlarının yanısıra
ruhsal ve psikolojik sorunların tedavisinde kullanılmıştır. Tuz büyü ve ritüellerde
sıklıkla yer almıştır (Potts, 1984, s. 230). Tuzun temin edilmesiyle ilgili Hitit metinlerde
tuz, “tanrının tuzu” şeklinde ifade edilmektedir (Erkut, 1990, s. 4). Eski Mısır’da tuz
kişisel temizlik amacıyla çeşitli maddelerle karıştırılarak kullanılmıştır (Carole, 2001, s.
18). Homeros tuzu “kutsal” (Hom. Il. 9.210), Platon “tanrıların sevgili bir maddesi” (Pl.
Ti. 60e) olarak anlatmaktadır. Suya atılan tuz kutsallığı arttırmaktadır, tuz aynı zamanda
bir arınma aracıdır (Parker, 1983, s. 227). Dioscorides tuzun temizleyici özelliğini
vurgulamaktadır (Dioscorides, 2005, s. 383).
Galen, tuzlama uygulamasının yenidoğanların hijyenik amaçlı olarak sert bir
cilde sahip olması amacıyla yapılmasını önermektedir (Galen, 1951, s. 22-23). Soranus,
yenidoğanların üzerine su ve tuz serpildikten sonra kundaklandığını anlatmaktadır
(Soranus, 1956, s. 83-84). Tuz, eskiden beri süregelen bir gelenek olarak Sami
kültürlerinde yenidoğanların tuzlanmasında kullanılmıştır. Tuzlama ile ritüel olarak
arınma gerçekleştirilmiştir. İncil’de (Ezekiel, 16, 4), bebeğin doğumundan hemen sonra
yapılan uygulamalar arasında bebeğin tuz ile ovulduğu anlatılmaktadır. Bu uygulama
Yahudiler arasında ayrıca Suriye, Filistin, Ürdün, Katar, Kuzey Arabistan, İranın
batısında ve Türkiye’de günümüzde devam etmektedir. Türklerin etkisiyle Balkanlar ve
Yunanistan’ın bazı bölgelerine de yayılmıştır (Forcada, 2012, s. 158). Anadolu’da
Prehistorik Dönem’de tuzun sosyal, kültürel ve ekonomik önemiyle ilgili olarak Tuz
Gölü ve çevresinde yapılan araştırmalarda etnoarkeolojik veriler tuz ile ilgili önemli
bilgiler sunmuştur. Bölgede tuzun kültürel bir öneme sahip olduğu görülmektedir.
Yenidoğanlar tuzlanmakta, tuzun nazara karşı koruyucu olduğuna inanılmaktadır. Aynı
zamanda tuz yeni gelinlere bereket getirmektedir (Erdoğu, Fazlıoğlu, 2006, s. 194).
Folklorde çocuk hastalıklarının birçoğunun sebebinin nazar olduğu inanışı yaygındır.
Nazarın neden olduğu hastalıklara karşı tuz tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır
(Rolleston, 1943, s. 287, 292-293).
174
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
1.2. Ad Verme
Ad verme ritüelleri, arınma ritüelleriyle uyum içinde olmuştur. Bu ritüellerle
çocuk doğal ve toplumsal dünyaya ulaşmakta ve yeni dünyası tanıtılmaktadır. Bu
ritüeller, ilkel toplumlar ve modern toplumlar arasında dikkate değer benzerlikler
taşımaktadır (Charles, 1951, s. 11-35). Ad verme ile çocuk kişileştirilmiş ve topluma
kabul edilmiştir (Gennep, 1960, s. 62-63, 101). Kişisel adların seçiminde ise gelenekler
ve inançlar söz konusu olmuştur (Granger, 1961, s. 27-37).
Eski Mezopotamya’da ad verme uygulamasının, kültürlerarası yaklaşımla ele
alındığında benzerlikler taşıdığı görülmektedir (Seymour, 1983, s. 119, 108-120).
Hititler’de doğumdan sonra baba tarafından çocuğa adı armağan edilmiştir. Hitit
mitolojik metinlerinde ad seçiminde, doğumla ilgili özel bir olay, durum ya da çocuğun
görünüşü, karakteri, kaderi dikkate alınmıştır. Aynı model Eski Yunan, Roma, Mısır ve
Mezopotamya’da uygulanmıştır (Hoffner, 1968, s. 202-203). Hititler’de ad verme
ritüelinin bir parçası olarak erkek keçi kesilmiştir (Berman, 1972, s. 467). MÖ 1. Bin’de
Akadca ad verme uygulamalarına göre kişisel adlar baba tarafından, doğuma yakın bir
zamanda ya da erken çocukluk döneminde verilmiştir. Uzun bir şekilde kurulan Akadca
kişisel ad onun taşıyıcısı ve ailesi hakkında sosyo-tarihsel bir bigi de vermektedir.
(Baker, 2002, s. 3, 9, 12). Eski Pers ad verme geleneği ilgili Heredot (The Histories,
1.139.1) bilgi vermektedir. Bu bilgiye göre, doğumdan sonra çocuğun zihinsel ve
fiziksel karakterleri gözlemlenmiş, sonrasında çocuğa karakterini belirten adlar
verilmiştir. Ad, kişisel ad, babanın adı ve son olarak ailenin soyadı ile üç şekilde
kurulmaktadır (Modi, 1937, s. 7). Eski Yunan’da doğum sonrası gerçekleştirilen
amphidromia töreni ile aile içine resmi olarak kabul edilen çocuk sosyal olarak yeniden
doğmuştur. Doğum sonrası onuncu günde (dekate) babanın isteğiyle getirilen akrabalar
ve arkadaşların huzurunda, hediyelerle birlikte ad verme töreni gerçekleştirilmiştir
(Dasen, 2011, s. 303). Roma Dönemi’nde dies lustricus töreni, yenidoğanın kamusal
alana attığı ilk adım ve tam bir insan ve birey olma yolunda sosyal yaşamdaki ilk evresi
olmuştur. Bu törenle yenidoğana adı verilmiş ve toplumla birleşmiştir (Dasen, 2009, s.
212). Roma İmparatorluk Dönemi’nde dies lustricus töreninden sonra otuz gün içinde
yenidoğanlar resmi olarak kaydedilmiştir (Schulz, 1942, s. 78-91).
Yahudi inancında erkek çocuklara doğumlarının ardından sekizinci gün sünnet
töreni sırasında, kız çocuklarına ise doğumdan sonraki ilk Şabat gününde ya da
Tevrat’ın okunduğu herhangi bir gün sinagogda adları verilmektedir (Goldberg, 2003, s.
67-69). Hıristiyan inancında bebeğe adı vaftiz töreni sırasında verilmektedir (Grey,
2001, s. 76-80). İslam inancında doğumdan sonra yedinci gün “Akika” adı verilen
törenle babeğin başı traş edilmekte, aile üyelerinden birisi tarafından bebeğin kulağına
ezan okunup çocuğa adı verildikten sonra koyun ya da keçi kesilmektedir (Zwemer,
1916, s. 236-252).
2. Doğum Sonrası Tehlikeler
Doğum sonrası dönem (postnatal) doğumdan hemen sonra başlamakta ve
doğumdan sonra altı hafta (42 gün) sürmektedir. Gebelik ve doğum süresince ortaya
çıkan fizyolojik değişiklerin gebelikten önceki duruma gelmesi altı haftadan uzun
sürebilmektedir. Doğumun hemen sonrası anne ve bebek sağlığı yüksek risk altında
bulunmaktadır (World Health Organization, 2010, s. 12).
175
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
Eski Mezopotamya’da insanların doğurganlık ve çocuk kaçıran ruhlarla meşgul
olmaları defin istatistiklerindeki yüksek anne ve bebek ölümleriyle açıklanmaktadır.
Tarımla uğraşan aileler için yaşlılık güvencesi olduğu kadar işgücü alanında neslin
devamını sağlamak ciddi bir sorun olmuştur (Willett, 2002, s. 42). MÖ 2. ve 1. Bin’e ait
Mezopotamya jinekolojik metinlerinde (Steinert, 2013, s. 2) ve şifa metinlerinde
(Scurlock, 2014, s. 110, 117) doğum sonrası komplikasyonlar arasında yer alan
enfeksiyonlar, eski toplumlarda olduğu gibi modern toplumlarda da anne ölümlerinin
nedenleri arasında yer almaktadır (Shorter, 1997, s. 103-104; Khan, Wojdyla, vd., 2006,
s. 1066-1074.). Az gelişmiş ülkelerdeki bebek ve çocuk hastalıkları ve yüksek ölüm
oranları arkeolojik popülasyonlar içinde de görülebilmektedir (Goodman, Armelagos,
1989, s. 239; Mcgeorge, 2013, s. 2). İlkel toplumlarda tedavinin amacı, duyularla
hissedilen bir durumun, düşünceyle kavranabilmesini sağlamak, bedenin acılarını
düşünsel olarak kabul edilebilir kılmak olmuştur. Koruyucu ruhlar, kötü cinler,
doğaüstü canavarlar, büyülü hayvanlar ilkellerin evren görüşünü oluşturan tutarlı bir
bütünlüğe ilişkin olmuşlardır. Hasta bunları benimsemiş ve kuşkulanmamıştır.
Benimseyemeyeceği şey, kafasındaki bütünlüğe yabancı öğeler, tutarsız ve nedensiz
acılar olmuştur (Strauss, 1983, s. 72). İlkel insan güç ya da büyüme gösteren herşeyin
canlı olduğu inancının etkisi altındadır. Bu nedenle bilinçsizce modern mikrop
teorisinin yaratıcısı olmuş ancak o mikroplara insan, hayvan veya her ikisinin birleşimi
şeklinde bir görüntü vererek kişileştirmiştir. Assurlular ve Babillilerin cinleri mikroplar
gibi hastalıklara göre farklılaşmıştır (Jastrow, 1913, s. 113-115). Doğumla birlikte
yenidoğanı tehlikelere karşı koruma da başlamaktadır. Bu tehlikelerde “Lamaštu ve Lilû
cinleri” en önemlileri olmuştur. (Scurlock, 1991, s. 56). Anadoluda Kültepe (Michel,
2010, s. 129) ve Hitit belgeleri anne ve bebeğine saldıran dişi cin Lamaštu ile ilgili
bilgiler vermektedir (Ünal, 1993, s. 639-643). Eski Yunan’da anneler ve çocuklara
musallat olan varlık Lamia’dır (Erhat, 2001, s. 191). Lamia ile birlikte yenidoğanların
ölümünden sorumlu tutulan diğer varlıklar Gello (Sappho, 2009, s. 20, 181) ve
Striges’tir. Bu varlıklara ilişkin inanışlar folklorde de devam etmektedir (Lawson, 1910,
s. 175-180).
Mezopotamya kökenli Lilitu, Lilith olarak Arami, ve Yahudi kaynaklarında
görülmektedir (Wiggermann, 2000, s. 228). Lilith İncil’de (Yeşeya 34: 14) şeytani
varlıklar arasında yer almaktadır. İslam inancı içinde kendine yer bulan ve bebeklere
musallat olan varlık ise Ümmü Sıbyan’dır (Ivanow, 1926, s. 196).
2.1. Ani Bebek Ölümü Sendromu
Ani Bebek Ölümü Sendromu (Sudden Infant Death Syndrome), diğer bir
deyişle Beşik Ölümü, ilk kez 1969 yılında Washington, Seattle'da düzenlenen 2.
Uluslararası Konferans'ta, "Sağlıklı görünen ve ölümünü müteakip yapılan otopsisinde
de kabul edilebilir bir ölüm nedeni saptanamayan süt çocuklarının ani ve beklenmedik
ölümü" şeklinde tanımlanmıştır (Fincancı, Kırangil, 1988, s. 56).
Eski Mezopotamya’da, yenidoğan bebeklere musallat olan (Farber, 2014, s. 3;
Black, Green, 2004, s. 115-116) Lamaštu ani bebek ölümü sendromuyla
ilişkilendirilmiştir (Farber, 2007a, 137-45). Geç 3. Binyıl yerleşimlerinden Tell
Abraq’ta biyoarkeolojik veriler 100’ün üzerinde yenidoğan ve çocuk ölümü meydana
geldiğini kanıtlamaktadır. Burada bulunan iki taş kolye ucunun Lamaštu’ya karşı
kullanıldığı düşünülmektedir. Bu kanıtlar Eski Mezopotamya’da, insanın varoluşunun
176
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
en riskli döneminde, Lamaštu’nun oynadığı rolü göstermektedir (Potts, Martin, vd.,
2013, s. 11). Ani bebek ölümü sendromuyle ilgili ilk bilgiler İncil’de şu şekilde
anlatılmaktadır: “Bir gün iki fahişe gelip kralın önünde durdu. Kadınlardan biri krala
şöyle dedi: “Efendim, bu kadınla ben aynı evde kalıyoruz. Birlikte kaldığımız sırada ben
bir çocuk doğurdum. İki gün sonra da o doğurdu. Evde yalnızdık, ikimizden başka kimse
yoktu. Bu kadın geceleyin çocuğunun üzerine yattığı için çocuk ölmüş.” (1. Krallar 3:
16-19). Euripides tarafından genç bir çiftin başına gelebilecek en talihsiz ve yıkıcı
durumun sağlıklı bebeklerinin beklenmedik ve ani ölümü olduğu anlatılmıştır (Eur. Alc.
167-168; Luschnig, Roisman, 2003, s. 85) Bebeklerin beklenmedik ölümü Romalı şair
Vergilius’un Aeneis destanında ise şu şekilde anlatılmaktadır:
Ardından sesler duyulur üzgün, yürek doğrayan,
Yaşamın eşiğinde ağlayan çocuk ruhlarından, bunlar
Varmadan yaşamın tadına, karanlık bir günün, ana
Kucağından kaçırarak acımasız ölüme sürüklediği (Vergilius, 1995, s.168).
Ani bebek ölümüyle ilgili klasik anlayış, annelerin uyku anında bebeklerinin
üzerine yatarak boğulmalarına neden olmalarıdır. Sicilyalı Diodoros Mısır’da
bebeklerinin üstüne yatarak ölümlerine neden olan kadınlara, çocuklarına sarılarak üç
gün ve üç gece korku ve vicdan azabıyla geçirilen bir ceza verildiğinden bahsetmektedir
(Russel-Jones, 1985, s. 278; Diodorus, 1700, s. 40). Soranus, annelerin uyku sırasında
bilinçsizce bebeklerin üzerlerine yuvarlanıp boğularak ölümlerine neden
olabileceklerini bu nedenle annelerin bebekle birlikte yatmamalarını öğütlemektedir
(Soranus, 1956, s. 110). Köln, Römisch-Germanisches Museum’daki “Severina Nutrix”
mezar taşı üzerinde beklenmedik şekilde ölen bir bebeğin tasviri bulunmaktadır (Rothe,
2011, s. 191-214). Günümüzde bu tasvir, Ani Bebek Ölümü Sendromu Önleme ve
Araştırma Merkezi “Lino Rossi” tarafından bir sembol olarak kullanılmaktadır
(Ottaviani, 2014, s. 4).
3. Doğum Sonrası Tehlikelere Karşı Alınan Önlemler
Anne ve bebeğine musallat olan, farklı toplumlarda farklı isimlere sahip
şeytani varlıklar daima aynı rolü (çocukları boğmak gibi) oynamaktadır. Anadoluda
yaygın bir inanış bulan, Orta Asya kökenli “alkarısı” ve “albastı” hastalığı inancı (İnan,
2000, s. 171; Acıpayamlı, 1961, s.165-176; Johansen, 1959, s. 109, 303-316) doğu
kökenli benzer geleneklere sahiptir ve Lamaštu ile ilişkilendirilmiştir (Lichty, 1971, s.
24; Wiggermann, 2000, s. 237, dipnot 86).
Eski Mezopotamya’da anne ve bebeğine musallat olan kötü varlıklara karşı
çeşitli şekillerde önlem alınmıştır. Bebek ölümlerine, düşüklere ve doğum sonrası
enfeksiyonlar sonucu ortaya çıkan yüksek ateşe neden olan Lamaštu’ya karşı “Pazuzu”,
hamileleri ve yenidoğanı korumak ve Lamaštu’yu yaraltına geri yollamak amacıyla
görsel olarak amuletler üzerinde sıklıkla kullanılmıştır (Heeßel, 2011, s. 357-368).
Eski Mısır Orta Krallık ve Yeni Krallık Dönemi’ne ait, Deir el-Medina ve el-
'Amarna’dan ele geçirilen figürinler, anne ve bebeği sadece doğum sonrasında değil
doğumun tüm aşamalarında korumaktadır (Pinch, 1983, s. 414).
Filistin, Babil, Etiyopya ve Yunanistan’dan Hellenistik ve sonrasında Ortaçağ
kaynakları bebek kaçıran şeytanlara karşı koruyucu bir tedbir olarak “demir”den
bahsetmektedir (Wiggermann, 2000, s. 228). Günümüz Anadolusunda “demir”
bebekleri albasmasından koruma amacıyla kullanılmaktadır (Türkmen, Türker, s. 2014,
177
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
7). Demiri üzerinde taşıyan kimse bu madendeki sağlamlığı kazanmaktadır ve nazarın
kötü gücü bu kimseye zarar verememektedir (Acıpayamlı, 1962, s. 21; Ateş, 2015, s.
79). Avrupada da çocuğu nazardan korumaya yönelik inanışlar ve uygulamalar
bulunmakla birlikte demirin yine bu amaçlar için kullanıldığı görülmektedir (Róheim,
1992, s. 213-214).
3.1. İlk Sütün (Colostrum) Verilmemesi
Yenidoğana ilk sütün (colostrum) verilmemesi eski çağlardan günümüze kadar
süregelen evrensel bir uygulama olmuştur. Bu uygulamada ilk emzirmeden önceki süt
sıvılarının bebeğin beslenmesi için yeterli olmadığı inanışı bulunmaktadır. İlk süt yerine
bebeğe genellikle su ve şeker verilmektedir. Doğum sonrası kirlilik düşüncesiyle
birlikte, emzirme sürecindeki anne “nazar”ın süte zarar vereceği ve bebeğin
hastalanmasına neden olacağı endişesini taşımaktadır (Wickes, 1953, s. 155; Callaghan,
2007, 8-25).
Eski Mezopotamya’da, yeni doğum yapan annenin sütünün kirli olduğu
düşünülmüştür (Stol, 2016, s. 354). Lamaštu süt annesi rolüne bürünerek, kurbanını
zehirli sütüyle ya da boğarak öldürmektedir (Foster, 1993, s. 849). İnsanlığı yok etmek
isteyen Lamaštu’nun ölümcül isteği tanrıça Gula tarafından yönlendirilmiştir (Farber
2007b, s. 637; Böck, 2014, s. 41-44). Bu nedenle Lamaštu amuletler üzerinde
betimlendiği gibi bebeklerin yerine bir köpek ve domuz emzirmektedir (Wiggermann,
2010, s. 408). Kadınlar tarafından hayvanların emzirilmesi geleneğinde, kötü olduğu
düşünülen ilk sütün hayvanlara verilerek bebek için gerekli olan saf sütün gelmesi
amaçlanmaktadır. Köpek ve domuz bu uygulamada en sık kullanılan hayvanlar arasında
yer almaktadır ve bu uygulama birçok toplumda görülmektedir (Simoons, Baldwin,
1982, s. 432, 434). Türk Tıp Tarihinde ilk sütün uzaklaştırılması için bir köpek
yavrusunun emzirilmesi gerektiğinden bahsedilmektedir (Tolunay, 2014, 8).
Aristo ve İbn-i Sina ilk sütün uygun olmadığını öne sürmektedir (Aristotle,
1862, s. 187; Avicenna, 1973, s. 365). İslam kültüründe ilk süt yerine bebeğe farklı bir
gıda verilmesi önerilmektedir (Yurdakök, 2004, s. 159). Yenidoğana ilk sütün
verilmemesi dinsel bir öğüt değil kültürel bir uygulama olmuştur (Shaikh, U., Ahmed,
O., 2006, 165).
SONUÇ
Doğum sonrası uygulamalar, insanın fiziksel ve kültürel yapısının kesiştiği
yerde bulunmaktadır. Boş inanç olarak hafife alınamayacak uygulamalar belirli bir
gerçeklik üzerine kurulmuştur. Birçok kültürde benzerliklerin görülmesi doğum olgusu
üzerine insan davranışıyla ilgili bilgi vermektedir. Bu davranışların geçmişteki
modelleri arkeolojik belgeler aracılığıyla da izlenebilmektedir. Bu nedenle insanın
yaşam döngüsü içerisinde önemli yeri olan doğumun ve sonrasının arkeolojik
çalışmalarda dikkatle ele alınması gereken bir konu olduğu görülmektedir.
KAYNAKÇA
Acıpayamlı, O. (1962). Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve İnanmalar, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt XX, (Sayı: 1-
2): 1-40.
178
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
Acıpayamlı, O. (1961). Untersuchungen über al und Al-Frau in der Türkischen, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt: 19, (Sayı:
3.4): 165-176.
Adamson, P. B. (1985). Some Rituals Associated with Parturition in Antiquity,
Folklore, Vol. 96, (No. 2): 176-183.
Andreeva, A., Couto-Ferreira, E., vd. (2014), Childbirth and women’s
Healthcare in pre-modern societies: an assessment, Dynamis [0211-
9536], (2): 279-287.
Aristotle, (1862). Aristotle's History of Animals: In Ten Books, trans. Richard
Cresswell, London: Henry G. Bohn, York Street, Covent Garden.
Ateş, F. (2015). Anadolu Halk Hekimliğinde Demir Unsurunun Kullanımı, Turkish
Studies - International Periodical for the Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic Volume 10(12): 69-84.
Avicenna, (1973). The Canon of Medicine of Avicenna, trans. Oskar Cameron Gruner,
New York: AMS Press.
Bachvarova, M. (2014). Hurro-Hittite stories and Hittite pregnancy and birth rituals,
Women in the Ancient Near East (Mark W. Chavalas, ed.), Routledge,
272-306.
Baker, H. D. (2002). Approaches to Akkadian name-giving in first millennium BC
Mesopotamia, Mining the Archives: Festschrift for Christopher
Walker on the Occasion of his 60th Birthday (C. Wunsch. ed.),
Dresden: 1- 24.
Beausang, E. (2000). Childbirth in prehistory: an introduction, European Journal of
Beckman, G. M. (1983). Hittite Birth Rituals, Studien zu den Boğazköy-Texten; H. 29,
Wiesbaden: Harrassowitz. Archaeology, 3(1): 69-87.
Berman, H. (1972). A Hittite Ritual for the Newborn, Journal of the American Oriental
Society, Vol. 92, (No. 3): 466-468.
Black, J., Green, A. (2004) Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia,
London: The British Museum Press.
Bolger, D. L. (1992). The Archaeology of Fertility and Birth: A Ritual Deposit from
Chalcolithic Cyprus, Journal of Anthropological Research, Vol. 48,
(No. 2): 145-164.
Bolvin, N. (2000). Life Rhythms and Floor Sequences: Excavating Time in Rural
Rajasthan and Neolithic Catalhoyuk, World Archaeology, Vol. 31,
Lifecycles, (No. 3): 367-388.
Böck, B. (2014). The Healing Goddess Gula. Towards an Understanding of Ancient
Babylonian Medicine Leiden/Boston: Brill.
Bronowski, J. (2012). İnsanın Yükselişi, çev. Aykut Göker, Say Yayınları, İstanbul.
Brown, A. R. (1922) The Andaman Islanders, Cambridge at the University Press.
Callaghan, H. (2007).Birth dirt : relations of power in childbirth, Exploring the Dirty
Side of Women's Health (Mavis Kirkham, ed.), Routledge: 8-25.
Carole, R. (2001). Egyptian Medicine, CIT Printing Services Ltd., Great Britain.
179
Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 26, Sayı 1, 2017, Sayfa 171-185
Charles, L. H. (1951). Drama in First-Naming Ceremonies, The Journal of American
Folklore, Vol. 64, (No. 251): 11-35.
Chassinat, M. É. (1912). A propos de deux tableaux du Mammisi d'Edfou, Bulletin de
L'Institut Français D'Archéologie Orientale, TOME X: 183-193.
Dasen, V. (2011). Childbirth and Infancy in Greek and Roman Antiquity, A Companion
to Families in the Greek and Roman Worlds (Beryl Rawson, ed.),
Oxford: Blackwell: 291-314.
Dasen, V. (2009). Roman Birth Rites of Passage Revisited, Journal of Roman
Archaeology 22(1):199-214.
Demand, N. (1994). Birth, Death, and Motherhood in Classical Greece, The Johns
Hopkins University Press, Baltimore and London.
Dennis, CL., Fung, K., vd. (2007). Traditional postpartum practices
and rituals: a qualitative systematic review. Women's Health, 3(4):
487-502.
Dillon, M. (2004). Girls and Women in Classical Greek Religion, London and New
York: Routledge.
Diodorus, S. (1700). The historical library of Diodorus the Sicilian in fifteen books : the
first five contain the antiquities of Egypt, Asia, Africa, Greece, the
islands, and Europe : the last ten an historical account of the affairs
of the Persians, Grecians, Macedonians and other parts of the world :
to which are added the fragments of Diodorus that are found in the
Bibliotheca of Photius : together with those publish'd by H. Valesius,
L. Rhodomannus, and F. Ursinus/made English by G. Booth, Esq. -
Bibliotheca historica. English.
Dioscorides (2005). Pedanius Dioscorides of Anazarbus De materia medica, trans. Lily
Y. Beck, Georg Olms Verlag AG, Hildesheim.
Douglas, M., (2001). Purity and Danger: An Analysis of Concepts of Pollution and
Taboo, Routledge.
Eliade, M. (1959). The Sacred and Profane, trans. Willard R. Trask, Harcourt,
Brace&World, Inc., New York.
Erdoğu, B., Fazlıoğlu, İ. (2006). The Central Anatolian salt project : A preliminary
report on the 2004 and 2005 surveys, Anatolia Antiqua, Tome 14,
: 189-203.
Erhat, A. (2001). Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.
Erkut, S. (1990). Hititlerde Tuz ve Kullanımı, Belleten, Ankara, cilt: LIV, (SA. 209)
: 1-7.
Farber, W. (2014). Lamaštu : an edition of the canonical series of Lamaštu incantations
and rituals and related texts from the second and first millennia B.C.,
Mesopotamian Civilizations ; 17, Winona Lake, Indiana:
Eisenbrauns.
Farber, W. (2007a). Lamaštu-Agent of a Specific Disease or a Generic Destroyer of
180
Description:Black, J., Green, A. (2004) Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia,. London: The to Families in the Greek and Roman Worlds (Beryl Rawson, ed.), report on the 2004 and 2005 surveys, Anatolia Antiqua, Tome 14, . Magic, Science and Religion and Other Essays, The Free Press:.